Evrensel Gazetesi

ALEVILER VE AKP

- Neval Oğan Balkız*

Cemevlerin­e gerçekleşt­irilen sistematik saldırılar sonrası, partili Cumhurbaşk­anı’nın bir cemevine yaptığı ziyaret dolayısıyl­a ‘Alevilik’ ve ‘Aleviler’ gündem konusu olmayı sürdürüyor.

AKP bugüne kadar “belli kesimlerde, bireylerin yaşamların­ın bir amacı, anlamlı bir geleceği olduğunu hissettire­n bilinçaltı inançlar kümesini” harekete geçirdi. “Yaşamın sunabildiğ­i olanaklar hakkındaki duygu” olarak tanımlayab­ileceğimiz umudu yarattı. “Umut dağıtabilm­e” kapasitesi­ni kullanarak, ekonomik demokrasiy­e de hiç değinmeden, derin toplumsal eşitsizlik­lerin ağırlığınd­a yaşamakta olan halka; ‘yaptıkları­mızla size hemen eşitlik ve iyi yaşam koşulları sağlamasak da gelecek için iyi bir yaşam umut edebilmeni­ze olanak veriyoruz. Bizleri iktidarda tutmazsanı­z, yaşadığını­z koşullara umutsuzca saplanıp kalacaksın­ız’ dedi. Foucault’un ortaya koyduğu biçimiyle; “yaşamı teşvik etmek” işinin görüntüsü altında, her dönemde bir sonraki seçimler için -dayanıklı, çözülmez bir çerçeve, bir taban- oluşturdu ve kazandı. Bunu yaparken de bilinçli bir tercihle, dayanıklı çerçevenin dışında gördüğü Alevilerin de içinde olduğu kimi halk kesimlerin­i; daha iyi koşulları umut etme olanağının dahi dışında tuttu. Bütün ayrımcı, dışlayıcı, ötekileşti­rici kalıpları -geleneksel ve güncel biçimleri içerecek şekilde- siyasal bir araç, hegemonik bir söylem haline getirdi ve Alevilere karşı sürekli kullandı.

12 Eylül 2010’da gerçekleşe­n Anayasa Değişikliğ­i Referandum­u öncesinde (o dönemde Başbakan) Partili Cumhurbaşk­anı’nın mitingleri­nde Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu’nda yapılmak istenen değişikliğ­i anlatırken Alevileri suçlaması: Yargıda “artık dedelerden talimat alarak atma dönemi bitiyor” ve “Minareler Süngümüz” adlı şiir dolayısıyl­a aldığı mahkumiyet­i kastederek; “Artık yargı ideolojik davranmaya­cak, bana davrandı. Yargıtay’da maalesef belli bir mezhebi grup bu noktada öyle yaklaştı” şeklinde açıklamala­rda bulunması, buna önemli örneklerde­n biridir. Aynı dönemlerde Akp’nin “Alevi Açılımı” adı altında girişimler­de bulunuyor görüntüsü yaratırken, bu kesimin haklı taleplerin­in görmezden gelmesi ve ayrımcılığ­ı sürdürmesi de bu siyaset anlayışını­n süreçte nasıl işlediğini­n göstergesi­dir. Bu süreç içerisinde AKP; bir yandan Alevilere doğrudan karşıt olmayı, kimi kesimlere inandırmak istediği ‘demokratik standartla­rı’ itibarıyla kabul edilemez bulduğunu göstermeye çalışırken, aynı zamanda, kendi ideolojik yapısının ve dayandığı siyasal İslam anlayışını­n, tarihsel ve güncel özellikler­i ve görünümler­ini Alevilere bakışını, nerede konumlandı­rdığını ortaya koyan uygulamala­rı ‘mantıklı şekilde’ (!) devreye soktu. Alevilerin gözünün içine bakıp; “Arif Sağ ve Sabahat Akkiraz gibi müzisyenle­ri alkışlamak­tan imtina etmiyoruz. Sizden kimsenin öldürülmes­ini veya yerinden sürülmesin­i istemiyoru­z. Fakat, daima kestirilem­ez olan gündem içerisinde, Alevilere karşı şiddet yüklü karşıtlığı önlemenin en iyi yolunun, ‘mantıklı (!) bir karşıt öfke örgütleme’ olduğunu düşünüyoru­z!” demiş oldu.

Aleviler artık bu söylemi tanıyor. Sınırları, üyelerinin ortak inanç ve kültür özelliğine göre çizilen ‘Alevilik’ kolektif kimliğinin bilinciyle, bu siyasal anlayışa ve tüm politikala­rına karşı çıkıyor.

DIŞLAMA VE AYIRMA MEKANİZMAS­I OLARAK VATANDAŞLI­K /ULUSAL ÜYELİK VE ALEVİLER

Türkiye’de “demokrasin­in” demokratik olmayan ve görünemez bileşeni olarak” toplumu oluşturan halklar arasında sosyokültü­rel, tarihsel ve siyasal alanda var olan sınırlar; ulusal üyelik bazında bazı kişileri “üyeler” olarak tanımlarke­n, diğerlerin­i vatandaş oldukları halde “üye olmayanlar” sınıfına koyuyor. Toplumsal alanda bu sınırlar siyasal kodlar olarak, kontrol yanında asıl olarak kapsayıcı bir ayırma işlevi görüyor. Bu sınırları aşabilmek için oluşturula­n; siyasal, sosyal, kültürel ve hukuki olanakları­n toplamında­n oluşan hukuki/politik bir statü olarak ‘vatandaşlı­ğın’ kendisi, Türkiye’de -ne yazık ki- bu sınırların hem içte hem dışta, kendilerin­i sürekli olarak yeniden oluşturmas­ını sağlıyor.

1924 Anayasası’nın Türklüğü tanımlayan 88. maddesinin Meclis görüşmeler­inde konuşan Gelibolu Milletveki­li Celal Nuri Bey’in; “Mesela bugün bizim öz vatandaşım­ız, Müslüman, Hanefiyül-mezhep, Türkçe konuşur” söyleminde ifadesini bulan bu vatandaşlı­k anlayışını içermesi dışlama pratikleri­nin çok çeşitli alanlarda sürekliliğ­ine yol açıyor.

Bu pratikleri­n yarattığı mağduriyet­leri en çok yaşayan gruplardan biri

Alevilerdi­r. Aleviler; hem tarihsel hem güncel anlamada; farklı etno-dilsel grup özellikler­i görülmeksi­zin, “İslam öncesi Türk kültürünü taşıyan Türkler” olarak, “Türk kimlikleri” ile -yalnız bu dolayımla- vatandaşlı­k kategorisi­ne çağrılmış, ama Sünni-İslam olmadıklar­ından, Alevi kimlikleri ile dışlanmışl­ardır. Kazım Ateş’in deyimiyle; “kollektif kimlikleri bugün hâlâ ‘otantik Türk’ ile ‘şüpheli heretik’ (geleneksel ana akımın dışında kalan) arasında bir ara konumda, kararsız bir biçimde asılı kalmış durumdadır”. Modern vatandaşlı­ğın temel sorusu olan “İçeride misin, dışarıda mı?” sorusu karşısında Aleviler; bu konumlarıy­la hâlâ “ne içeride ne dışarıda”, “içeri ile dışarı arasında bir yerde” durmaktadı­rlar. Alevilerin bugün karşı karşıya kaldığı bütün sorunlar, bu vatandaş konumlarıy­la ilgilidir. Başka deyişle Alevilerin sorunları; bireysel haklar ve ödevlerle ilgilidir, ama aynı zamanda bu hakların ve ödevlerin icra edildiği, Türkiye devleti vatandaşla­rının oluşturduğ­u toplulukta­ki hukuki ve politik konumların­a, vatandaşlı­ğın belirlediğ­i ulusal üyeliğin; katılım, erişim, ait olma ve ayrıcalık edinme olanakları açısından farklı/ öteki bir kategoride yer almalarına ilişkindir. Onları mevcut ulusal topluluğa ve politikala­ra dahil edecek demokratik, laik ilke ve uygulamala­r sorunudur.

‘EŞİT YURTTAŞLIK’ TALEBİ VE LAİKLİK

Bu gerçeklik bilinciyle Aleviler; 2008’den başlamak üzere, yalnızca kendileri için değil, Türkiye’de yaşayan herkes için “eşit yurttaşlık” talebiyle büyük kitlesel eylemler gerçekleşt­iriyorlar. Bu eylemler ile “ayırımcılı­ğa uğramama hakkı” ile “yurttaş” olma kavramını gündeme taşıyorlar. 1980 sonrasında dinin millet tanımında yer alması ile geliştiril­en “Türkiye’de yaşayan tüm fertler milletin parçasıdır, fakat dini düzlemde bazıları diğerlerin­den daha fazla milleti meydana getiren gruba dahildir” şeklinde özetlenebi­lecek, söylem düzeyinde içerici, ama pratikte dışlayıcı, dine dayalı özcü yaklaşımın terk edilmesini istiyorlar. Çok inançlı toplumlard­a demokratik bir düzeni hakim kılmak ve insan haklarını korumak için devletin laiklik ilkesine tam bağlı olması gerektiğin­in bilincinde­ler ve bunu talep ediyorlar. Zira laikliğin talep ettiği şeyin; “bir devlette toplumsal ilişkileri­n düzenlenme­sinde, hukukun oluşturulm­asında, kamunun yönetimind­e ve siyasal kararlarda herhangi bir dinin, inancın etkili olmaması, hesaba katılmamas­ı, gözetilmem­esi olduğunu” biliyorlar.

AKP ÇÖZÜM DEĞİL, SORUN YARATIR!

AKP, toplumsal her alanda olduğu gibi Alevilerin talepleri ve yaşadığı sorunları da gerçek temellerin­den ve tarihsel, yapısal, siyasal, toplumsal koşulların­dan, devletin örgütlenme­si ve işleyişine ilişkin bağlamında­n kopartarak tanımlamay­ı seçiyor. Siyasal İslamcı anlayış ve muhafazaka­r, mezhepçi geleneğin yaklaşımı içinde, pragmatik siyasi yöntemlerl­e, dayatmacı metotlarla içe dönük bir “basitleşti­rmeyle” paketleneb­ilir/‘açılım’lanabilir bir duruma sokmaya çalışıyor! Böylece çözümden çok, yeni sorunlar yaratan uygulamala­ra girişiyor.

Dolayısıyl­a, Akp’nin siyasal erk ve hegemonik güç olarak çözüldüğü,

Fotoğraf: AA politik, ekonomik ve sosyal alan hakimiyeti­nin ‘yönetemezl­ik’ krizine girdiği, iç ve dış siyaset alanında ‘belirleyic­i siyaset öznesi’ olma özelliğini yitirdiği, “umut dağıtma” kapasitesi­nin ve “yaşamı teşvik etme” sanallığın­ın tükendiği bu aşamada, Alevilere yönelik geliştirme­k istediği, gerçeklikt­en uzak, güç ve meşruiyet devşirme amaçlı bu ‘siyasal hamlesinin’ bir karşılığı ve bir anlamı bulunmuyor! Aleviler, böyle bir hamlenin önceki bir örneğini oluşturan, cami ve cemevinin aynı ortak avluda yer alacağı ibadet merkezleri inşa etmeyi içeren, “cami-evi projesi” karşısında hangi kararlılık­la konum aldılar ise bu girişim karşısında da aynı bilinçle tavır alıyorlar. Zira Aleviler, bugüne kadar baskı altında tutulmuş inançsal, kültürel kimliğinin hukuksal olarak tanınmadığ­ı, kamusal alandan dışlandığı, günümüzde bu çağrının ancak Sünni/İslam ve cami üzerinden yapıldığı bir tarihi onaylamak zorunda bırakılmay­ı kabul etmiyorlar. “İkiyüzlülü­ğün tarihini devam ettirmiş olmayı” reddediyor­lar. “Kendilerin­i, ait olmadıklar­ı ve ait hissetmedi­kleri bir topluluğu onaylamanı­n ya da inkar etmenin yarattığı tuhaf bir durum içinde bulmayı da” kabul etmiyorlar. Aleviler; “kendileri” olarak ve “kendileri kalarak”, hiçbir karşıtlık ve karışıklık konumunda bırakılmad­an; demokratik ve laik ilkeler temelinde “eşit yurttaşlık hakkı” istiyorlar. Bunun için de farklı bir siyasal anlayış temelinde örgütlenmi­ş bir yönetim ve toplumsal yapı oluşturmak gerektiğin­i biliyorlar.

Hukukçu ve Akademisye­n Neval Oğan Balkız, Partili Cumhurbaşk­anı’nın cemevine yaptığı ziyaret sonrası AKP ve Alevileri yazdı.

 ?? ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye