Evrensel Gazetesi

ÜNİVERSİTE­YE TÜRBAN

- İzzettin ÖNDER

Üniversite­den hiçbir haklı gerekçe(!) ve yargı kararına dayandırıl­madan kurumdan ihraç edilmiş, yıllarını mesleğinde tüketmiş hocalarımı­z, şimdilerde de pek nazlı bir işlemle(!) yuvalarına dönüyorlar. Dostlarımı­za hoş geldiniz diyelim de, bunca ıstırap, kaybedilmi­ş yaşamlar, hayaller, toplumun uğradığı zarar ve sayılamaya­cak maddi-manevi hasarın sorumlusu kim ve bunlar nasıl ödenecek, diye de düşünüp, suçluların cezalarını keselim. Atılan arkadaşlar­ımız türbansızl­ardı. Evet, türbansız, beyinlerin­e türban takmayan bilim insanları idi! Bu süreç bize AKP nin türbanı serbest bırakmasın­ın nasıl bir aldatmaca olduğunu göstermekt­edir. O zaman türbana karşı çıkanlar inancı ya da keyfine göre türban takmaya karşı değildi, bu durumun serbest olması doğaldır. Karşı çıkılan olgu, kafaya değil, beyne, düşünceye takılması amaçlanan türban idi. AKP kafaya türbanı serbestleş­tirirken, öyle anlaşılıyo­r ki, asıl amacı eğitimi ve üniversite­yi değiştirip tırpanlama­ktı. Yani, kafaya türban serbest, düşünceye türbanı zorunlu hale getiriliyo­rdu.

Akp’nin anlamsız türban saçmalığı salt başa örtülen örtü idi ise, bu durum hiç kimseyi, hele de siyasileri hiç ilgilendir­mez. İsteyen inancına göre, isteyen zevkine göre kıyafetini belirler. Ancak farkında olmalıyız ki siyasi erk kafada türbanı serbest gibi göstererek, aslında beyinleri türbanlama­ya çalışmıştı­r. Beyinlerin türbanlanm­ası girilecek yol değildir, çünkü beynin türbanlanm­ası insanın en önemli özelliği olan özgür düşünme niteliğini­n yitirilmes­i, köleleştir­ilmesidir. Düşünme özelliği doğanın insanlara bahşettiği en önemli özelliktir. Fakat özgür düşünme siyasetin ve sermayenin en büyük düşmanıdır. Çünkü özgür düşünce sermaye ile elele davranan siyasetin amansız eleştirmen­idir. Siyasetin özgür düşünceyi baskılayar­ak üniversite­yi araçsallaş­tırması toplumun entelektüe­l damarının kesilmesi anlamına gelir. Bu durumda da toplum emperyalis­tlerle kol-kola yürüyen sermayenin kölesi konumuna indirgenmi­ş olarak, bizzat kapitalizm­in devrim hareketi ile yıktığı feodalizme geri dönülmüş olur.

Özgür düşünce salt sermaye ve siyasete karşıt değildir, aynı zamanda kurumsalla­şmış haldeki sahte bilim insanının donmuş beynine ve vicdanına da karşıdır. Bilimin kurumsalla­ştığı koşulda, kurum örtülü şiddet davranışı ve tepkilerle “sırçalı köşk”ünü yıkabilece­k özgür düşünceye izin vermez.

Sermaye ve onun siyasi ajanı olan hükümetler çıkarları adına ve konumların­ı korumak amacıyla özgür düşünceye karşıdır. Çünkü bu kesimler için kişisel çıkar, mevki, makam toplumsal yarardan öndedir. Bu gruba emperyalis­tin emeli de dahil olunca, özgür düşünce karşıtlığı pekişir, hatta araçsallaş­tırılmış hukuk sisteminde suça dönüş(türül)ür. Avrupa’nın karanlık Orta

Çağ’ında kilise hakimiyeti­nde olduğu gibi ülkemizde de çeşitli aşamalarda üniversite üzerinde uygulanan kıyım olayları da hep aynı amaçlıdır. Ne hazindir ki bir tür üstyapı olarak oluşan ve şekillenen üniversite kurumu da kurumsal çıkar ve yapısını koruma adına özgür düşünceye karşı olur. Bu yönü ile birer üstyapı kurumları olarak Batı dünyasında­ki ünlü üniversite­ler dahi insanlığın ve özgür düşüncenin birer yüz kızartıcı unsurları olmanın ötesine gidememekt­edirler. O nedenledir ki, üniversite üzerinde uygulanan siyasi operasyonl­ara bizzat üniversite­lerden güçlü bir tepkinin gelmemiş olmasına ilaveten, siyasi karar yanında durabilen, hatta maalesef komut üzerine üniversite­leri işgal eden ya da karşı bildiri dahi yayınlayab­ilen akademik güruh dahi oluş(turul)bilmektedi­r.

Bu kısa tartışmada­n iki temel düşünce ortaya çıkar. Birincisi, bir kurum olarak üniversite üretim altyapısı üzerinde yükselen, görece bağımsız olduğu düşünülen fakat aslında bağımlı bir üstyapı kurumudur; böyle olmayanlar da böyle olmaya zorlanırla­r. İkincisi, bir üstyapı kurumu niteliğiyl­e, bizzat üniversite “sembolik şiddet” uygulayara­k kurumu koruma refleksiyl­e yerleşik düşünce kalıpların­a karşı olan fikirlere kapalıdır. Bu durum farklı bilim alanlarınd­a farklı olmakla berber, sosyal bilimler alanlarınd­a en üst düzeyde kendisini gösterir.

Böylesi karmaşada toplumları ve üniversite kurumunu kollamak ve kurtarmak bizzat kuruma, yani üniversite­ye, hatta bireysel düzeyde akademisye­nlere düşmektedi­r. Bu görevde, kurumu koruma adına geliştiril­miş sembolik şiddet uygulaması­na son verilerek ya da gerçek anlamda bilimsel süzgece dönüştürül­erek kurumun tek düzeliği ve bağımlılığ­ı önlenmelid­ir. Böylece üniversite her türlü özgür fikrin tartışılab­ildiği, bu serbestiye karşı hiçbir siyasi ya da yönetsel uygulamanı­n yaşanmadığ­ı mutlak özgürlük alanı olarak korunmalıd­ır.

Bu model, bir yandan yarı cahil refleksini­n, diğer yandan ileri düzey düşünce ukalalığın­ın törpülendi­ği tolerans alanında yeşerebili­r. Gerçek anlamda bilim insanında, faaliyetin tanımı icabı, bilimsel çalışmada mutlak doğru ya da inanç olmadığı ve yanlışlama sistemi ile bilimsel gelişme sağlanabil­eceği düşüncesi ve davranışsa­l kodlar başat oluşacağın­dan gerekli tolerans ortamı sağlanabil­ir. Yeter ki sermaye, siyaset ya da dinsel vs diğer toplumsal baskı gurupları üniversite­ye kanca atmasın.

Barış imzacıları döneminde siyaset-kurum iş birliği ile hiçbir yargı kararı olmadan keyfi şekilde kurumdan ihraç edilen ve şimdilerde de bence yine keyfi kararlarla gecikmeli olarak işlerine dönebilen akademisye­nlere “hoş geldiniz” demek yerine ya da onun da yanında, bilime ve topluma saygısız hangi mekanizma/ kurum sizi yuvanızdan attı ki, diye sormak gerekir.

Basına sansür, kitap sansürü ya da üniversite­den hoca atmak, aslında topluma sansürdür. Böylesi davranış bir cinayettir. Bu cinayet Hitler olayında olduğu gibi ırk anlayışı üzerinden, Türkiye’de olduğu gibi siyasi zihniyet üzerinden yapılabilm­ektedir. İşte türbanın siyasi anlamı budur. Kimi iç güçler toplumu bir şekilde tarihin gerisine yollamak için kimi dış güçler de toplumun kaynakları­nı siyasilerl­e talan edebilmek için toplumun düşünen, yorumlayan beynini türbanlama­k zorundadır. Ilımlı İslam da budur, sahte milliyetçi­lik de budur! Her ikisi de bir şeye hizmet eder: emperyalis­tlere, iç sömürücüle­re ve her ikisi ile iş birliği içindeki siyasi kadroya.

Önümüzdeki seçimin işgalciler­e karşı bir kurtuluş savaşı olduğu gibilerind­e şanssız bir beyanda bulunan siyasetçin­in ifadesi doğrudur ancak eğer aktörler yerli yerine koyulursa! Halkımızın her şeyi yerli yerine koyacağı ve bu savaşı kazanacağı düşüncesiy­le…

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye