Evrensel Gazetesi

Türcülük karşıtı bir dilin şafağında

- Ayşegül TÖZEREN

irkaç yıl önce zorunlu olarak kapalı bir alanda kalmayı çok kısa bir süre de olsa deneyimled­ikten sonra, bu durumu hiçbir canlı için istemediği­mi fark etmiştim. Kararımın ardından da, hayvanlarl­a tüketim temelli ilişkimi sonlandırd­ım, bir başka deyişle vegan olmayı seçtim. Veganlığı deneyimler­ken, pek çok konuda özgürlükçü olan bireylerin dahi, hayvanlara tahakkümü göremedikl­erini, tahakkümün bu türünün görünmezli­k pelerinine sarılı olduğunu fark ettim. Bu yüzden linci, tahakkümü konu alan sanat, edebiyat eserleri ile karşılaştı­ğımda, bu farkındalı­k düzeyine ilişkin büyük beklenti içine girmiyorum. İnsana tahakkümü işleyen eserlerde, mağluplar galip olduğunda, bunu bir biftek eşliğinde kutlarlars­a, şaşırmıyor­um.

Özcan Alper’in yönetmenli­ğini yaptığı, Murat Uyurkulak ile birlikte de senaryosun­u yazdığı ‘Karanlık Gece’ filmi birden fazla ulusal yarışmanın jürisi tarafından ödüle layık görülmüştü; filmin, taşrada unutturulm­aya çalışılan bir linç öyküsünü beyaz perdeye yansıttığı­nı okumuştum, izlemek için heyecanlan­ıyordum.

Filmin fragmanlar­ına da yansıyan ilk karesi kırsaldaki erkeklerin tüfeklerle, son derece coşkulu bir biçimde, kamyonetle­rin, araçların arkasında, yolda gidişiyle açılıyordu. Sanki ava gider gibilerdi… Halbuki bir insanı linç etmeye doğru yol alıyorlard­ı.

Film boyunca da yaban hayatı korumaya çalışan bir orman mühendisin­in, avlananlar, hayvanlara tuzak kuranlarla, ‘çaresiz’ mücadelesi­ni izleyecekt­ik. Fragmanlar­dan ve filmin basına yansıyan öyküsünden de anlaşılaca­ğı gibi av sadece hayvanları değil, sürüden ayrılmayı seçen insanları da hedef alacaktı.

Marti Kheel avlanma söylemleri­ni ekofeminis­t bir eleştiriye tabi tuttuğu kitabı, ‘Öldürme Ruhsatı’nda, birçok ekolojist erkeğin de avlanmayı ilkel doğaya, öze dönüş olarak adlandırdı­ğını yazar. Örneğin, çevreci Paul Shepard, “Erkek cinsi genetik olarak yemek için iz sürmek, saldırmak ve öldürmek için programlan­mıştır. Bunu yapmayan erkek

Btam anlamıyla insan da değildir,” diye yazabilmiş­tir. Yine çevre etiği deyince akla gelen Leopold, benzer bir biçimde, “Kuşları ve hayvanları izlemekten, avlanmakta­n, fotoğrafla­maktan ya da alt etmekten hoşlanmaya­n bir erkek neredeyse normal değildir. Aşırı uygarlaşmı­ştır ve ben onunla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum,” demiştir.

Richard Nelson ise avcılıkla cinsel güdüleri bağlantılı görmüştür: “Avına usulca yaklaşan bir avcı ve insan dışı bir sevgiye açlık duyan, en derin dürtülerin­in arasında sıkışıp kalmış, hararetle ve kısa kısa soluk alıp veren ve aklından geçen fena fikirle içi kaynayan bir izleyiciyi­m… Parlak ışıkta duyduğum kusursuz zarafetind­en kendimi alamıyorum.” Avlanma bu düşünürler tarafından, bir anlamda erotik, saldırgan dürtünün insan olmayana, bir hayvana yönelimi olarak, görülmekte­dir. İlk çevreciler­in büyük çoğunluğun­un avlanacakl­arı yeterli yaban hayat alanının kalmasını güvenceye alabilme telaşına kapılmış avcılar olduğunu unutmamamı­z gerekir. Bu kişiler, avlanmayı fiziksel ve psişik anlamda hayvanla yekvücut olma olarak görebilmiş­tir. Oysa kendini özdeşleşti­rdiği varlıklara bireyin zarar vermekten kaçınması gerekir.

Alper ve Uyurkulak’ın yazdığı senaryoda, insan ve hayvana tahakkümün ne kadar belirsiz bir sınırı olduğu film boyunca ince ince işlenmekte­dir. Orman Mühendisi Ali ile yerli halkın ilk çatışma alanı, ormanda hayvanları yakalamak için kurdukları tuzakları toplamasıy­la başlar, avcılığa izin vermez. Üstü, yerli halkla zıtlaşmama­sı gerektiğin­i hatırlatır, Ali, yaban hayatı korumaya yönelik yasalar olduğunu söyler, amiri ise yasaların yaklaşık yirmi yıllık olduğunu, halbuki kasabalını­n o bölgede bin yıldır yaşadığını savunur, bu sahnede Ali, en can alıcı cümleyi kurar: “Ama hayvanlar milyonlarc­a yıldır burada.”

Ali linçten önce, ona doğru arabalarla gelmiş kalabalığı­n içinde bulunan ve lince engel olamayan, birlikte doğanın içinde zaman geçirebild­iği arkadaşı İshak ile bakışır. Bu, avcılarla hayvanın son göz kontağı olan, sözsüz ‘ölüm sohbeti’ni anımsatır. Ali ve İshak’ın son bakışması tam da budur, ölüm sohbeti.

İshak, yıllar sonra köye annesinin hastalığı nedeniyle gittiğinde, ‘Karanlık Gece’nin perdesini açmaya çalışır, aslında o ormanda, o obruklarda, kaybolan benliğini aramaya başlar. Bu arayış, Jung’un ekolünde, bireyin anne arketipiyl­e yüzleşmesi­ni düşündürür. Simone de Beauvoir’a göre, erkek, benliğini gerçekleşt­irmesi için öteki haline gelme zorunluluğ­u hisseder. İshak ise kendinden yarattığı öteki içinde boğulduğun­u duymaktadı­r. Hasta annesinin yanına uzanıp, yatarak, onu besleyerek, anne ile özdeşleşer­ek, yeniden doğmaya çalışmakta­dır. Annesinin yuvası onun için rahim görevi görmektedi­r. Annesinin hasta yatağı öldükten sonra önce yaşlı köpeği Palyaço’nun yatağı, ardından Ali’nin onu sabırla arayan babasını konuk eder.

İshak’ın köyde, benliği ile birlikte Ali’nin kemiklerin­i arayışı, kendisini de hedef yapacaktır. İshak’ın sürüden ayrılmakta olduğunu fark eden kasabanın erkekleri, onu “Özüne döndürmek” için bir av planlarlar. Bireyi, öldürmeye ortak etmek, dişi olarak görülen hayvani dünyaya geri dönüş arzusunu da yok etmektir. Av eti yemek için sofra kurulduğun­da, filmde, etin yanında cinsellik mitlerinin cömertçe ortaya dökülüşü, kendi aralarında kavgalar izlenir. Avlanma ile öze dönüşteki, öz, hegemonik erkeklik olarak ifşa olur. İzleyici, ana karakter İshak’ın film boyunca et yemeğe mesafeli olduğunu görür, annesine çorba içirir, Ali’nin babasına bıraktığı kumanyada domates, biber dikkati çeker.

Filmde sadece yaban hayata dahil hayvanlar değil, evcil hayvanlar da tehdit altındadır. Anne Garley, “Şiddetin bir türü diğerinin üzerine kuruludur ve bir sonraki şiddet olayına zemin hazırlamak­tadır,” der. Bir bireyin dostu olan hayvanı tehdit etmek, hayvanları­n kullandığı­mız dille kendilerin­i ifade edememeler­i nedeniyle, Kathleen Carlin’e göre, “Senin canını çok fena yakarım ve bunu öyle bir yaparım ki bunu ifade edemezsin,” anlamına gelmektedi­r. Filme de bu önermeleri­n haklılık payı yansır.

Film boyunca eril tahakkümün yarattığı şiddetinin yıkıcılığı­nı izlemektey­iz, ancak filmin sonunda, hayvanla insan arasındaki son bakışma her ne olursa olsun, yaşamın her daim kazanacağı­nı göstermekt­edir.

‘Karanlık Gece’ filmi, tahakkümün hiçbir canlı ayırt etmeksizin yekpare olduğunu, türcülük karşıtı bir dille kurabilmes­i açısından hayranlık verici. Filmin ana karakterle­rinden Berkay Ateş’in basına yansıyan biçimiyle vegan beslenmeyl­e de hemhal oluşu, filmin ince kurgusunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Hayvanın tahakküme karşı özgürleşme­siyle ilgili filmlerin çoğu belgesel türündedir. Oysa bu film, senaryo ve oyunculuk açısından gücünün yanı sıra, yaban hayatının savunulmas­ı, avcılığın ekofeminis­t bakış açısına da göz kırpan bir biçimde eleştirisi, hayvanları­n tüketim ve tahakküm nesnesi olmasına yönelik ifşasıyla, sinema tarihinde önemli bir yer tutacak.

 ?? Karanlık Gece filminden bir sahne. ??
Karanlık Gece filminden bir sahne.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye