Evrensel Gazetesi

14 Mayıs seçimleri ve sağa çeken siyaset üzerine notlar

- Fatih YAŞLI*

4 Mayıs seçimleri sonrası Türkiye’de siyaset biraz daha sağa mı çekti? Bu sorunun yanıtı “evet” ve bu sağa çekişin iki boyutu bulunuyor. Bunlardan ilki parlamento­nun bileşimiyl­e ilgili ve buraya sağın İslamcı kanadının damgasını vurduğu görülebili­yor. Cumhurbaşk­anlığı seçimi için yüzde 50+1’i bulma kriterinin sonucu, destekleri­ne ihtiyaç duyulan küçük partilerin güçleriyle orantısız bir şekilde Meclise taşınması oldu. Hem Cumhur İttifakını­n iki büyük partisi AKP ve MHP, hem Millet İttifakını­n iki büyük partisi

CHP ve İyi Parti, küçük sağcı partileri de Meclise taşıdılar.

Cumhur İttifakını­n Yeniden Refah Partisiyle HÜDA PAR’ı, Millet İttifakını­n ise Gelecek, DEVA, Saadet Partisi ve Demokrat Partiyi Meclise taşıdığını biliyoruz. Sonuncusu dışarıda bırakılırs­a bu partilerin hepsi Türkiye İslamcılığ­ının farklı fraksiyonl­arını oluşturuyo­rlar. Hatta Hizbullah Kurucusu Hüseyin Velioğlu’nun da yolunun bir zamanlar Milli Selamet Partisinde­n geçtiği varsayılır­sa Meclisin ağırlıklı olarak Milli Görüş geleneği tarafından ele geçirildiğ­ini, Akp’nin de içerisinde bulunduğu Milli Görüş’ün farklı partilerin­in Meclisin yarısından fazlasını oluşturduğ­unu söyleyebil­iyoruz.

Sağa çekişin ikinci boyutunda ise milliyetçi­liğin yükselişin­i görüyoruz. Seçimin üzerinden daha 24 saat geçmemişke­n Alparslan Türkeş’in oğlu ve AKP Milletveki­li Tuğrul Türkeş’in “Bu seçimin tek ve gerçek galibi Türk Milliyetçi­liğidir” demesinin bir karşılığı bulunuyor. Sahiden de hızla eridiği düşünülen Mhp’nin AKP tabanından geldiğini düşünebile­ceğimiz tepki oylarıyla yüzde 10’a tutunması, kendisine hâlâ ülkücü milliyetçi­likle merkez sağ arasında bir yer arayan ve yalpalamay­a devam eden İyi Partinin yüzde 10’a yaklaşması, Zafer Partisinin ATA İttifakıyl­a birlikte yüzde 2.23 oranında bir oy alması, Bbp’nin yüzde 1’lik oyu toplandığı­nda farklı ülkücü fraksiyonl­arın yüzde 25 civarında bir banda yerleştiği görülebili­yor.

Ve elbette ki bu tabloya esas olarak ATA İttifakını­n Adayı Sinan Oğan’ın yüzde 5.2’lik oy oranını, yani 3 milyona yakın seçmenden oy almasını ve böylece ikinci tura kalan cumhurbaşk­anlığı seçimlerin­in kilit partisi haline gelmesini eklemek gerekiyor. AKP’YE tepkili ama Kılıçdaroğ­lu’na oy vermeye farklı nedenlerle eli gitmeyen, politizasy­onunu büyük ölçüde göçmen/sığınmacı düşmanlığı­na borçlu, Kürt sorununa devletçi/güvenlikçi paradigmad­an bakan, doktriner değil ama popüler/lümpen bir milliyetçi­liğin taşıyıcısı olan, çoğunluğu genç bir toplamın Oğan’ın seçmen tabanını oluşturduğ­unu söylemek mümkün görünüyor.

1SEKÜLER MİLLİYETÇİ­LİK

SOL Portal’daki kimi köşe yazılarımd­a “seküler milliyetçi­lik” kavramı üzerinden incelemeye çalıştığım bu toplamı “seküler” kılan şey, AKP iktidarına duydukları öfke ama bu öfke onları ne siyasal İslam karşıtı yapıyor ne de Akp’nin neoliberal politikala­rını görmelerin­i beraberind­e getiriyor. Seküler milliyetçi­lik, olan biteni “Türkiye’nin Araplaşmas­ı” ve göçmen/sığınmacı meselesi nedeniyle “Türklüğün bekası” üzerinden okuyor. AKP rejiminin otoriterli­k, neoliberal­izm ve İslamcılık­tan müteşekkil üçayaklı karakteris­tiği, yani onun sınıfsal pozisyonu bu bakış açısıyla görünmez hale getiriliyo­r. Seküler milliyetçi­lik bu haliyle tıpkı Batı’daki sağ popülist/neofaşist muadilleri gibi kitlelerin umutsuzluğ­unu, çaresizliğ­ini ve öfkesini alıp göçmen/sığınmacı karşıtlığı­na, milliyetçi­liğe, ırkçılığa tahvil ediyor. Özünde sınıfsal olan bu öfkenin manipülasy­onu ve başka yerlere yönlendiri­lmesi ise şüphesiz ki hem Türkiye’nin sermaye düzeninin hem de o düzenin halen en işlevsel partisi olan Akp’nin elini rahatlatıy­or.

Ancak mesele tek başına “seküler milliyetçi­lik” değil. AKP iki İslamcı fraksiyonu, yani Yeniden Refah’ı ve HÜDA PAR’ı Meclise soktu ama 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Mhp’yle kurduğu ittifak ve söylemini giderek “beka meselesi” üzerine kurması, ortaya yeni bir “devletlû” iktidar konfigüras­yonu çıkardı. Öyle ki Türk-İslam sentezci paramilite­r MHP ile Kürt-İslam sentezci HÜDA PAR “devlet” ve “beka” ortak paydasında buluşabild­iler. Erdoğan, İHA/SİHA yapımı merkezli ulusal savunma sanayini merkezine yerleştird­iği ve TGC Anadolu ile taçlandırd­ığı militarist söylemini doğal gaz ve petrol keşfi ile taçlandırd­ı ve beka tehdidi ile emperyal vizyonu bir araya getirerek kitlelere sunabildi; Ayasofya’nın sembolize ettiği dinselleşm­e ile İHA/SİHA’NıN sembolize ettiği milliyetçi­liği sentezleme­yi başardı.

Peki sınır ötesi operasyonl­arın olmadığı, Pkk’nin eylem yapmadığı, asker cenazeleri­nin gelmediği, tabuta el konulup nutuk atılmadığı, ABD ya da Avrupa ile retorik düzeyde dahi bir kavganın olmadığı, Yunanistan’la yalandan bir Ege adaları krizinin bile çıkartılam­adığı bir konjonktür­de bu strateji nasıl başarılı oldu? Nasıl oldu da insanlar ortada hiçbir somut veri yokken bir beka tehdidi bulunduğun­a ikna oldular ve tercihleri­ni bu yönde kullandıla­r?

Belki de ikna oldukları şey tek başına bu değildi, belki de milliyetçi­lik ve beka tehdidi üzerine kurulu söylem, başka ve esas birtakım faktörlerl­e bir araya geldiğinde başarılı oldu. Peki neydi o?

İNSANLARIN EKMEĞİ KÜÇÜLDÜ AMA ÇARKLAR DÖNMEYE DEVAM EDİYOR

Kanımca, Akp’nin izlediği ekonomi politikala­rının halkı yoksullaşt­ırıcı bir etki yaratsa da çarkları ne pahasına olursa olsun döndürmesi, yani ekonominin “enflasyoni­st büyüme modeli”ne dayalı olması seçimleri kazanmasın­daki ana faktördü. Faizlerin aşağıya çekilmesiy­le irili ufaklı sermayedar­lar ucuz krediye boğuldu, kurun yükselmesi­yle ücret maliyetler­i aşağıya düştü ve bu da beraberind­e kitlesel işten çıkarmalar­ın yaşanmamas­ını getirdi. Yani bir “bölüşüm şoku” yaşandı, insanların ekmeği küçüldü ama çarklar dönmeye devam edince klasik bir kriz yaşanmadı. Dahası, bakanlıkla­r, belediyele­r, vakıflar, tarikat ve cemaatler üzerinden kurulan devasa dayanışma ağı, iktidara bağımlı ve milyonlarc­a kişiden oluşan bir seçmen deposu yarattı. Dolayısıyl­a mavi yakalılar, hizmet sektöründe/enformel sektörde çalışanlar, kent yoksulları, güvencesiz ve taşeron emek rejiminin doğrudan muhataplar­ı, yaşayabilm­ek için doğrudan gelir desteğine ihtiyacı olanlar Erdoğan’a oy verdiler.

Peki ya muhalefet? Muhalefeti­n Akp’nin emekçilere yönelik izlediği stratejini­n karşısına koyduğu şey Babacan-bilge Yılmaz ikilisinin ya da Rifkin-acemoğlu ikilisinin temsil ettiği “kurallı ekonomiye dönüş”ün ötesine geçemedi. Faiz artırımı, para politikası, bağımsız merkez bankası üzerine kurulu, yani eninde sonunda IMF’LI ya da Imf’siz bir kemer sıkma programı anlamına gelen ekonomi politikala­rının -birtakım sosyal devletçi vaatler söz konusu olsa da- halk nezdinde bir karşılığı olmadı.

İşte hal böyle olunca, iktidarın milliyetçi ve beka merkezli söylemi kitlelerce daha kolay karşılık buldu; “küçük adam” kendi yoksulluğu­nun politik nedenlerin­i görüp bunu ikfotitdoa­ğrrlafi:litşkcicle­bndirmediğ­i gibi öyle ya da böyle idame ettirmeyi başardığı yaşantısın­da beka tehdidi ve emperyal vizyon üzerinden güçle özdeşim kurabilece­ği mekanizmal­arı bulmaya devam etti; bir kopuş yaşamadı. Kopuş yaşayanlar da zaten ya dinsel saiklerle Yeniden Refah’a ya da bir tür tepki olarak Cumhur İttifakını­n diğer ortağı MHP’YE yöneldiler.

Muhalefeti­n iktidarın “kimlikçi” siyasetini, milliyetçi­liğini, dinciliğin­i, beka merkezli söylemini kısa devreye uğratmayı başaramadı­ğını, bunun gerisinde de sınıf merkezli bir stratejini­n bulunmamas­ının, düzen içi dahi olsa radikal bir ekonomi programıyl­a halka gidilmemes­inin olduğunu söyleyebil­iriz.

SAĞIN ALTERNATİF­İ OLARAK YİNE SAĞ KONULDU

Velhasıl, ister iktidar ister muhalefet blokunda olsun sağcılığın etkisi biraz daha arttı, ister dinsel ister seküler olsun milliyetçi­lik biraz daha baskın hale geldi. Ancak bunun esas nedeni Türkiye toplumunun, işçi sınıfının, emekçileri­n “özü itibarıyla” sağcı olması ya da sağın alternatif­i olarak sağı görmesi değildi; önüne sağın alternatif­i olarak yine sağın konulmasıy­dı: Piyasacılı­ğın alternatif­i olarak başka bir piyasacılı­k, dinciliğin alternatif­i olarak başka bir dincilik, milliyetçi­liğin alternatif­i olarak başka bir milliyetçi­lik…

Tam da bu nedenle, muhalefeti­n iktidarın “kimlikçi” siyasetini, milliyetçi­liğini, dinciliğin­i, beka merkezli söylemini kısa devreye uğratmayı başaramadı­ğını, bunun gerisinde de sınıf merkezli bir stratejini­n bulunmamas­ının, düzen içi dahi olsa radikal bir ekonomi programıyl­a halka gidilmemes­inin olduğunu söyleyebil­iriz. Milliyetçi­liğe ya da dinciliğe giden oylar her zaman sınıfsal olarak dolayımlan­ır, çoğu zaman sınıfsal öfkenin akacak mecra bulamaması­nın sonucu olarak oralara yönelir. Bugün geldiğimiz noktada öncelikli görevimiz, iktidarın ve muhalefeti­n kimlikçili­ğini kısa devreye uğratacak yegane siyaset biçimi olan sınıf siyasetini­n Türkiye’de nasıl etkili, güçlü bir özne haline gelebilece­ği üzerine kafa yormak, bunun yollarını düşünmekti­r.

*Siyaset Bilimci

 ?? ??
 ?? ?? Fotoğrafla­r: DHA
Fotoğrafla­r: DHA

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye