Anayasal hak ancak işçiye yasak
Bugün yasalar, bir işçinin iki sendikaya birden üye olabileceğini söylese de işçilerin sendika hakkını elde edebilmesi o kadar kolay değil. Sendikalaşmak isteyen işçiler, yetki itirazından polis müdahalesine kadar birçok engelle karşılaşıyor, patronun yanı sıra devleti de karşısında görüyor.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının verilerine göre Türkiye’de 18 milyona yakın işçi var. Aynı kaynak 18 milyon işçi için 227 sendika olduğunu, bu sendikaların ancak 59’unun toplu iş sözleşmesi yapabilme yetkisi olduğunu söylüyor. Resmi veriler işçilerin yüzde 14’ünün sendikalı olduğunu söylese de toplu iş sözleşmesi yapabilen işçi oranı yüzde 8 civarında.
Resmi makamların açıklamaları ülkede sendikal örgütlenmenin serbest olduğundan, hatta iki sendikaya birden üye olmanın önünde bile engel olmadığından bahsetse de gerçek apaçık ortada: 18 milyon işçinin yalnız 2 milyonu sendikalı, 16 milyona yakın işçi sendikal örgütlenmenin dışında.
Resmi verilerin söylemediği bir diğer gerçek ise sendikasız işçilerin örgütlenmeye kalkıştığında karşılarında kapitalistlerin yanında polis-jandarma-özel güvenlik engelini görmesi. Son birkaç ayda Antep başta olmak üzere birçok kentte çok sayıdaki küçük ve orta büyüklükteki iş yerinde işçiler ücretlerin yükseltilmesi, çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi, iş güvenliği ve sendikal örgütlenme talebiyle basın açıklaması, grev, direniş, yürüyüş vb. gibi eylemlerle seslerini duyurmaya çalıştı. İşçiler anayasal hakları olan sendikalaşma hakkını kullandıkları için karşılarına mobbing, işten atma, direnişe geçtiklerinde polis-jandarma-vali gibi devletin güçleriyle karşılaştı.
1963-1980 İŞÇİLER ARAÇLARI OLAN SENDİKAYI KAVRIYOR
Türkiye tarihinde sendikalaşma oranları her zaman bu kadar düşük değildi. Özellikle 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nın yürürlükte olduğu
1963 yılından 1980 yılına kadar geçen dönem sendikaların güçlendiği görülüyor. Sendikalar bu dönemde toplumsal meşruiyetini güçlendirmiş, önce kamuda daha sonra özel sektörde hızla örgütlenmiştir. Sendika üyesi olmak bu dönemde işçiler içerisinde çok önemli bir hak alma yolu olarak kavranıp benimsenmeye başlanmıştı
12 EYLÜL’ÜN İLK İŞİ GREVLERİ ERTELEMEK
Ancak 1980 yılında çıkan 24 Ocak kararlarıyla toplu iş sözleşmesi görüşmelerinin önemli bir kısmı uyuşmazlıkla sonuçlanmış, uyuşmazlıkla sonuçlanan görüşmeler sonucunda alınan grev kararlarıyla Bakanlar Kurulu tarafından ertelenmişti. Öyle ki 1980 yılının ilk 8.5 ayında Bakanlar Kurulunca ertelenen grev sayısı geriye dönük son üç yılda ertelenen grev sayısıyla neredeyse eşitti. 1980 yılı başından 12 Eylül 1980’e, yani toplu pazarlık hakkı tümüyle askıya alınana kadar Bakanlar Kurulu toplam 71 grev hakkında ‘erteleme’ kararı almıştı.
İŞÇİ HAREKETİNİN VE SENDİKALARIN ÜZERİNE KARA BULUT
12 Eylül darbesini yapanların, 24 Ocak kararlarının mimarı olan Turgut Özal’ı ekonomi yönetiminin başına getirmesiyle uzun yıllar işçi hareketinin üzerinde etkisini sürdürecek kara bulutların tohumları atılmış oldu. 12 Eylül darbesini yapanlar 14 Eylül 1980’de çıkardıkları 15 No’lu bildiriyle tüm grev ve lokavt uygulamalarını durdurmuş, DİSK, MİSK, Hak-İş Konfederasyonlarına bağlı sendikalara kapatma davaları açılmıştı.
İşçi hareketinin ve sendikaların baskı altına alındığı 12 Eylül ve sonrasındaki dönemden işçilerin sıyrılması kolay olmadı. 1980’lerin sonuna dek fabrikalarda eylemler ya da grevler görmek çok zordu. İşçiler bir şekilde grev ve eylemlerin önündeki engelleri yırtmayı başarsa da sendikalar bir daha hiçbir zaman 12 Eylül öncesindeki gücünde olmadı. Sendika başkanları, öncü işçiler tutuklandı, yargılandı. Darbenin üzerinden seneler geçse de 12 Eylül’ün mirası sendikalar yasası yürürlükte kaldı. 1990’lardaki hareketlenmeyle işçiler araçları olan sendikalarda yeniden örgütlenmeye başlasa da 2000’lerde Akp’nin iktidara gelişiyle sendikalaşmanın köküne bir kez daha kibrit suyu döküldü.