Doğu Akdeniz’in Enerji Denklemi
Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kasım Han ile Doğu Akdeniz’deki sondaj gerginliğini ve Azerbaycan’ın kritik altyapı güvenliğini konuştuk.
ERSAN TAYLAN ÇIPLAK
Doğu Akdeniz’deki sondaj gerginliği önümüzdeki dönemde nasıl bir seyir izleyebilir? Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı ve sonrasında yaşanan çatışmalar nasıl gelişebilir? Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kasım Han ile Doğu Akdeniz’deki sondaj gerginliğini ve Azerbaycan’ın kritik altyapı güvenliğini konuştuk.
YAPILAN TAHMINLERE GÖRE; Doğu Akdeniz’de mevcut rezervler 125 trilyon metre küp seviyesinde. Bu miktar dünya gaz tüketiminin tamamını, yaklaşık otuz yıl karşılamaya yetiyor. Peki, kağıt üzerinde güzel görünen bu rakam, küresel enerji ticaretinde gelecekte nasıl bir değişime neden olabilir? Doğu Akdeniz gerilimi gündemdeki ağırlığını korurken, Azerbaycan, Ermenistan’ın sivil yerleşim birimlerine ateş açması üzerine 27 Eylül’de karşı saldırı başlatmıştı. Mevzilerini kaybeden Ermenistan ordusu, Azerbaycan’ın sivil yerleşim birimlerine top ve füzelerle saldırısını sürdürdü. İki ülke,
Moskova’da yapılan görüşmeler sonucunda, 10 Ekim saat 12.00’den itibaren geçerli olmak üzere Dağlık Karabağ’daki cenazelerin ve esirlerin değişimini öngören insani amaçlı “ateşkes” kararı aldılar. Ancak, ateşkesin üzerinden 24 saat geçmeden Ermenistan ordusu, Azerbaycan’ın Gence kentine füzelerle saldırısı başlattı. Bu saldırılar sonucu ne yazık ki hayatını kaybeden ve yaralanan siviller oldu. Üstelik bu saldırılar devam etti. Azerbaycan’ın haklı davasını ve Doğu Akdeniz’deki gerginliği Altınbaş Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kasım Han konuştuk.
Doğu Akdeniz’deki sondaj gerginliği önümüzdeki dönemde artar mı, yatışır mı?
Bence bu gerginlik kısa sürede çözümlenecek bir durum değil.
Kimi zaman gerginlik tırmanıyor ancak kontrolden çıkarak sıcak bir çatışmaya dönüşmeyen bir seyir izlemesini bekliyorum. Hem Türkiye hem Yunanistan ekonomik olarak çok rahat zamanlardan geçmiyor. Unutmayalım, sermayenin istikrarsızlık duyarlılığı yüksektir. Kontrol edemediği siyasi riskleri, hele çatışma riskini almayı hiç istemez. Her ikisi de kaynak ihtiyacında ve ödemeler dengeleri de turizm sektörü gelirleri ile yüksek korelasyon arz eden iki ülke için bu zor.
Bu sektörün gerilen siyasi ortamlardan nasıl etkilendiği üzerine yoruma sanırım gerek yok. Hatırlamak gerekirse Yunanistan’ın doğrudan uluslararası turizm gelirleri ABD doları cinsinden
2019 GSYİH’sinin yaklaşık yüzde 9’u, Türkiye’nin ise yüzde 4.5’u seviyesinde. Sektörün her iki ülke GSYİH’lerine toplam katkısı ise bunun yaklaşık üç katı düzeyinde. Bu sektörün COVID-19 pandemisinden halihazırda ağır etkilendiği de malum. Sonuçta sadece bir sektör üzerinden dahi baktığımızda meselenin tırmanması hevesinin kısıtlı olacağı aşikâr olmalı. Ancak, elbette işin içine egemenlik, ulusal gurur gibi faktörler girdiğinde işler kontrolden hızla çıkabilir. Demek istediğim; bunun aksinin olması için her iki taraf için de yeterince teşvik edici faktör bulunduğu. Ayrıca uluslararası kriz yönetimi mekanizmaları da tüketilmedi. Meselenin diğer aktörleri ise ya zaten bölge ülkesi değiller ya da bu
anlaşmazlığın, kendileri açısından, çatışma ile sonuçlanmasını gerektirecek düzeyde doğrudan, hayati çıkarları söz konusu değil. Bu da bizi en yüksek risk olarak Güney Kıbrıs Rum tarafının olası tavırlarını göz önüne almaya yönlendirir bir manzara. Orada da Yunanistan ve Avrupa Birliği’nin, belirtmek gerekir ki Fransa’ya rağmen, Rumları kontrol etmesi beklenir.
Doğu Akdeniz’de, 125 trilyon metre küp seviyesinde hesaplanan mevcut rezervler, küresel enerji ticaretinde gelecekte nasıl bir değişime neden olabilir?
Cari petrol ve gaz fiyatlarının düşüklüğü, konvansiyonel olmayan teknolojilerin devreye girmesi, sıvılaştırılmış doğal gaz teknolojisinin yaygınlaşmasının doğal gazı emtialaştırma etkisi, bu durumun teminde tüketicilere sağladığı esneklik, ayrıca arama, geliştirme ve nakil faaliyetlerine etki eden malum jeopolitik risklerin maliyetlere olumsuz etkisi göz önüne alındığında söz konusu kaynakların dünya piyasalarına görünür gelecekte belirleyici etki yapmasını beklemiyorum.
Bilinmesi gereken bu potansiyelin ekonomik değerinin ortaya çıkmasının ancak ve ancak bölge ülkelerinin iş birliği ve 1870 km. ile en uzun kıyıya sahip bulunan ve en büyük bölgesel doğal gaz alt yapısına, tüketimine sahip ülkesi olan Türkiye’nin vazgeçilemez haklarının ilgili taraflarca iyi niyetle tanınmasıyla mümkün olduğudur. Bu minvalde elbette Kıbrıs meselesi de ana başlıklardan birisidir.
Akdeniz’in güneyinde Mısır ve İsrail’in bulduğu gaz yataklarından çıkarılacak doğalgazın Avrupa’ya taşınmasında Türkiye nasıl bir rol üstlenebilir? Türkiye olmadan bu gazın sevkiyatı mümkün mü?
Mümkün ama fizibilitesi zaten zayıf olan bir iş vakası için aşırı maliyetli. Türkiye gerek 2019’da yıllık 45 milyar metreküpe ulaşan doğal gaz piyasasının büyüklüğü, gerek TANAP dahil boru hatları ve tüketimin yüzde 27’sini LNG formunda yapabilmenin sağladığı talep esnekliği ile çok önemli bir potansiyele sahip.
Ayrıca Türkiye rotasının Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya nakli açısından her bakımdan en etkin rota olduğu tüm uzmanların ortak görüşü. Fakat tüm bunların Türkiye’ye alternatifsiz bir konum garantisi sağlamadığını da not etmekte fayda var. Ek olarak Doğu
Akdeniz gazının ekonomik olarak uygun koşullarda ihracı için bölge ülkelerinin de kaynaklarını bir arada toplayacak bir havuz kurma mantığına geçmesinin yararı olacağı açık. Bu zor ancak Doğu Akdeniz Gaz Forumu bağlamındaki gelişmeleri bu bakımdan da takip etmekte fayda var. Tabii tüm bunların ön şartı bölgede barış, istikrar ve iş birliğinin sürmesi.
Türkiye ile Libya arasında imzalanan “Münhasır Ekonomik Bölge” anlaşması, ekonomik açıdan hangi potansiyelleri içeriyor?
Öncelikle Türkiye’ye deniz yetki alanları noktasındaki haklı taleplerini uluslararası planda kayda geçirme imkânı verdiği için bu anlaşmanın ülkenin kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarına gerek ekonomik gerekse siyasi bakımdan önemli bir potansiyel ifade ettiği açık. Deniz alanlarının sağladığı her tür imkan önümüzde açılmış oldu. Bu çok önemli ve gelecek nesiller açısından da kıymetli neticede konuştuğumuz 145 bin km2 büyüklüğünde bir alan ve dünyanın en önemli ticaret yollarından Akdeniz’in kalbinde bu alan. Unutmamak gerekir ki dünya ticaretinin yüzde 80’lik bir bölümü deniz yoluyla yapılıyor ve bunun yüzde 25’i gibi bir bölümü Akdeniz içinde cereyan ediyor. Bu alan Türkiye açısından büyük potansiyel.
Peki, sürdürülebilir enerji hedeflerine ulaşmak mümkün mü? Enerji sektöründeki dönüşümü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben özellikle de taşıma endüstrisindeki dönüşümle birlikte bunun daha da hızlanacağını düşünüyorum. Bakın bugün ABD’de en çok satan ilk 25 otomobil modeli arasında bundan 25 sene önce bu endüstride bulunmayan Tesla’nın var. Yüzyılı aşan bir mazisi olan bir endüstri için bu ciddi bir “yıkıcı dönüşüm”e işaret. Bu Eylül’de Norveç’te satılan arabaların yüzde 60’tan fazlası elektrikli arabaydı. Yenilenebilir enerji bugün dünyada üretilen enerjinin yüzde 30’una yakınına tekabül ediyor. 2040’ta bu oranın yüzde 45’e ulaşması bekleniyor. Taşıma sektörü dönüştüğü gün Yamani’nin işaret ettiği “son”a yakınız demektir. Dolayısıyla bu mümkün. Nasıl ki kloroflorokarbon gaz salınımına ilişkin önlemler 2016’dan bu yana ozon tabakasının kendini toparlamasını sağlayacak noktaya geldi. Mesele küresel sorunlara küresel cevaplar üretmekte.
Yakın gelecekte, Türkiye’nin enerji görünümünü şekillendirecek gelişmeler ve bunlarla ilgili olası beklentiler nelerdir?
Elbette hidrokarbon arayışımızın neticesi önemli. Hem Karadeniz ve hem de Akdeniz’de. Bunun dışında LNG depolama ve gazifikasyon kapasitemizin arttırılmaya devam edilmesi kritik. O yönde, özellikle 2015’den bu yana ciddi adımlar atıldı. Türkiye’nin gaz dağıtım hub’ı olması için atılması gereken düzenleme adımları ve kaynak çekimini arttırmak için yapılması elzem mali, hukuki ve yapısal düzenlemeleri de unutmamak gerekli. Derken yerli elektrikli otomobil üretimi de denklemi etkileyecek bir unsurdur. Elektrikli arabaların yaygınlaşması için atılacak diğer adımlar, vergi, teşvik vs. elbette önemli. Yenilenebilir enerjide atılan adımlar da sağlam biçimde desteklenmeli. Nükleer santral konusunun da hassas olduğunu söyleyebilirim. Enerji verimliliği de halen gündemin bir başlığı.