GERÇEK BİR BODRUM’A GÖÇ HİKAYESİ
Bodrum’a göç eden Gökçe Devecioğlu, bodrumluculuk.com adresi ve @bodrumluculuk Instagram hesabında yaşadığı değişimi ve yeni hayatını anlatıyor. Onun bu güzel hikayesi herkese ilham olsun...
İstanbul’dan Bodrum’a, 5 buçuk yıl önce taşındım. Aslında benimki bir İstanbul’dan göç hikayesi değil, Bodrum’a göç hikayesiydi.
Bodrum’da yaşama fikri, ilk kez tatile geldiğim çocuk yaşlarımda aklıma düşmüştü. Ellerim denizde oynamaktan buruş buruş olmuş; Gümüşlük’te ailem dostlarıyla gün batımı sofrasına oturmak üzereyken, denizden çıkmamak için inatlaştığım günlerden birinde olsa gerek.
Yirmili yaşlarıma geldiğimde, bir emeklilik klişesi olarak ün salmış şu “küçük bir sahil kasabasına yerleşme” fikrini çoktan resmi hayalim ilan etmiştim. Otuzlu yaşlarıma vardığımda ise, tam zamanlı çalışan bir yazar olarak nihayet rayına oturttuğum kariyerimi, boyumu aşan İstanbul plazalarından değil, minik evimden çalışabileceğim kıvama getirdim. Bodrum’a taşınmamın önündeki en büyük engel olan iş mevzusunu emekliliğimden önce çözdüğüme göre, artık hayatıma yeni bir başlık atabilirdim.
Yıllardır bunun hayalini kuruyordum, ama küçük planlarım ciddiye binince, işin en korkutucu kısmı İstanbul’dan ayrılmak olmuştu. Kendimi bildim bileli büyükşehir çocuğuydum; sevdiklerim, alışkanlıklarım, acelem hep şehirli. Okullardan ofislere, trafikten vapurlara koşarken, hayat tarzım resmen hep bir şeylere yetişmeye çalışma hissi! Bodrum’da ise zaman format değiştiriyor, her şey yavaşlıyor. Hep nefesini tutarak yaşayan ortalama bir şehirli olarak, insan nefes almayı en baştan öğreniyor.
Artık yaşadığı yerle yarışmıyor da, yaşadığı yeri yaşamaya başlıyor. Günün hangi saatinde ne yapacağını sana telefonundaki bildirimler değil, Bodrum söylüyor. “Yüzünü denizde yıkamak” tabiri gerçek oluyor, hava ve doğa şartları neyi gerektiriyorsa günün programı o sayılıyor, yıllarca “iş çıkışı trafiği” olarak adlandırdığın saat dilimi “gün batımı” ritüelleriyle yer değiştiriyor. Hayat küçülüp basitleştikçe sen de değişiyorsun; yuvarlanıp gitmek yerine, durmayı ve kendine biraz mutluluk ısmarlamayı öğreniyorsun.
İstanbul’la vedalaşırken tam olarak bunların hayalini kurdum; Bodrum’un bana bir Bodrumlu gibi yaşamayı öğreteceğini umdum. Oyunun adını “Bodrumluculuk” koydum. Bodrum’daki ilk evim, şehir insanı olmak bunu gerektirir ya, Bodrum Merkez’de; Marina Caddesi olarak da bilinen Neyzen Tevfik Caddesi’nin tam üzerindeydi. Tesadüfen iyi bir seçim yapmıştım; ilk kış için yumuşak bir geçiş oldu. Bugün durum epey farklı olsa da, o zamanlar bu civardakiler hariç çoğu mekan kışın kapalı, sokaklar hep boş, Bodrum Çarşı’da sokak lambaları bile yanmıyor. Merkezde olmak sosyal hayatımı kolaylaştırdı; burada tanıdığım pek kimse yoktu, yeni arkadaşlar edinmem, yeni bir hayat kurmam gerekiyordu. Tabii beni başka sürprizler de bekliyordu. Bodrum’da kış mevsimi, İstanbullarda alıştığımızdan çok farklı. Öncelikle doğal gaz yok; evler elektrikle, şanslıysanız odun ateşiyle ısınıyor. Aniden çocukluğunun kış gibi kışlarına geri dönüyorsun; annenin sözünü nihayet dinleyip atlet, terlik, kocaman sabahlıklar giyiyorsun. Duşa girerken elektrikli radyatörünü de yanında götürüyorsun. Yağmur haberi geldiğinde kitaplarını, mezelerini stoklayıp, herkes gibi eve kapanıyor; birkaç gün şömine başında kamp kuruyorsun. Mevsimleri yaşamayı öğreniyorsun. Başta mutlaka zorlanıyor, ama gitgide Bodrum kışıyla barışıyor ve ikinci yılın sonunda “Bodrum’un kışı daha güzel!” diyenler kervanına katılıyorsun.
Derken bahar geliyor. Bodrum’da bahar, burada yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzu defalarca tekrarladığımız, şehirli arkadaşlarımızın ahlarını biriktirdiğimiz o müt
hiş mevsim. Henüz yaz sezonu kalabalığı başlamamış, ama deniz sezonu çoktan açılmış. Bodrumluculuk oynayabileceğin birbirinden tatlı lokal festivaller etrafını sarmış, her biri seni Bodrum’un bambaşka bir yerine götürüyor. Evinin mavi manzarasına yeşil ekleniyor; yaşam alanları bahçelere taşınıyor. Mayıs gibi yavaş yavaş ilk misafirler düşmeye başlayacak; Bodrum’a yerleşenin misafiri çok olur, ajandanın yeni görev tanımı “rezervasyon defteri” olacak!
Bodrum’da geçirdiğin ilk yaz, “yaz tatili” denen şeyin artık “yıllık izin” haftasından ibaret olmamasının şokundasın! Deniz sezonu nisan-mayıslardan başlayıp, ekim-kasımlara kadar sürüyor; bu da neredeyse yılın yarısı ediyor. Hiç güneşlenmesen bile tenin bronzlaşıyor, artık boyamadığın saçlarının rengi açılıyor. Ayakkabılar komple rafa kalkıyor, yılın yarısı terlikle geçiyor. Nitekim, Bodrum’da yaşadığın süre arttıkça, gardırobun da gitgide rahatlıyor. Tüm bu küçük detaylar, sendeki değişimin sadece aynaya yansıyan tarafı oluyor... Daha Bodrum’daki ikinci kışında, şehirli kimliğini yavaşça yere bırakıyorsun. Eskiden başın önünde hızlı hızlı yürürdün; şimdi hep etrafına bakarak dolaşıyorsun. Artık kornaya basmıyor; basan 34 plakalara “Acelen varsa, neden geldin Bodrum’a?” sloganını patlatıyorsun. Hayatın boyunca şehir uğultusunun üzerine çıkabilmek için bağıra çağıra konuşmuşsun; şimdi sesinin bile sakinleştiğini hissediyorsun. Issızlıkla barışıyor, en sevdiğin koyda senden başka kimselerin olmamasının tadını çıkarıyorsun. Bodrum Merkez bile kalabalık geliyor; direksiyonu Bodrum’un köylerine çeviriyorsun. Bodrum’daki ilk kışımdan sonra Bitez’e taşındım. Mandalina bahçesi olan bir evim, her şeyin yürüme mesafesinde olduğu küçücük bir hayatım oldu. Yirmi yıl sonra ilk kez bisiklete bindim, tatilciyken tekne turuyla gittiğim Akvaryum Koyu’nu yeni yürüyüş rotam ilan ettim, her sabah emekli amcalarla günaydınlaştım, alışveriş için marketlere değil köye gitmeye başladım. Yaz akşamlarında verandadan yükselen mangal kokularının, ailece ve dostlarla kurulan gün batımı sofralarının mutluluğun en basit formülü olduğunu en baştan anladım.
Bodrumluculuk oyununa geri dönersek; Bodrum beni bir “Bodrumlu”ya dönüştürebildi mi bilmiyorum ama, değiştirdiğini biliyorum. Mutluluğun, büyükşehirlerdeki büyük hayatlarımızın içindeyken fark edemeyeceğimiz kadar küçük şeylerde olduğunu hatırlattığı kesin. Çünkü artık yaz-kış tüm ışıkları yansa da, aldığı yoğun göçle insanı bazen şehir trafiğinde bıraksa da, alışveriş merkezleri ve havalı marinaları arttıkça modernleştiği varsayılsa da; Bodrum aslında hala başka bir zaman boyutunda. Ve Bodrum’a yerleştiğinizde, şu kaçtığınız şehir hayatını Bodrum’da yaşamayı değil de, Bodrum’u yaşamayı seçerseniz, sizi de her şeyin daha naif olduğu zamanlara götürecek mutlaka. Bana öyle oldu; Bodrum’a yerleşince sadece çocukluk hayalimi gerçekleştirmiş olmadım, çocukluğuma ışınlanmış sayıldım! Önümüz yaz. Bodrum’a yerleşmemden bu yana 6. yazım. Hava düşmeye başlamış, birazdan gün batımı saati gelecek. Ellerim buruş buruş, ama denizden çıkmayacağım. Artık Bodrum’dayım.
Aynı hayali paylaşan herkesle, o sofralardan birinde karşılaşmak dileğiyle, Bodrum’dan çok sevgiler!