Iyileştiren çorbalar
Kimine göre hızlı bir tabak, kimine göre form tutmanın yolu. Kimine göre ise bir şifa kaynağı. Ruha, bedene iyi gelen yemek, çorba(lar)...
Çorba basittir, o yüzden de güzeldir. Evde ne varsa onunla da yapılır. Herkes yapabilir; özen ve ilgi meselesi. Biraz kırgınlık hissettiğimizde, hele de hastalık anında aklımıza ilk o gelir. Hemen bir çorba ararız. Bedene ve hatta ruha iyi gelir. Hasta olunca ‘’Bir çorba yapanın var mı?’’ diye sormaları boşuna değil yani.
Insanı küçüklüğüne döndürür, anne evinde gibi hissettirir. Sıcaklığı ile içimizi ısıtır. Iyileştirici bir gücü olduğu düşünülür; bugün de, geçmişte de; doğuda da, batıda da. Sivas’ta çorbaya ‘’yürek hamuru’’ denmesi boşuna değil. Ya da Fransa’da 1765 yılında XV. Louis döneminde A. Boulanger adlı kişinin Paris’te sağlığa iyi geldiği ve son derece besleyici olduğunu iddia ettiği çorbalarını sunduğu dükkanlar açması ve bunlara, restore eden (tazelik, dinçlik veren) anlamına gelen ‘’Restaurers’’ adını vermesi ve kendi dükkanına da ‘’Restorante’’ demesi. Girişine de ‘’Venite ad me, omnes qui stomacho laboratis ego restaurabo vos.” Yani, ‘’Midesi ağrıyanlar, bana gelin sizi iyileştireyim!” yazması. Bugünkü restoran tabirinin nereden geldiğini de söylemeye gerek yok, Boulanger sen çok yaşa (mışsındır umarız).
Çarşamba ve Cuma günleri, Bizanslılar’ın katı perhiz günleriydi ve kutsal saydıkları bir çorbayı içerlerdi. Aynı zamanda tavuk çorbasının bağırsak üşütmesine, paçalı güvercin çorbasının da sağlığa iyi geldiğine inanırlardı.
Osmanlı Mutfağı’nda da çorbanın özel bir yeri var. Örneğin Fatih zamanında en çok yapılan olarak kayıtlara geçen çorbalardan bazıları şöyle: Taze erikli pazı çorbası, maydanoz çorbası, lahana çorbası, işkembe ve paça çorbası.
ÇORBASIZ KIŞ GEÇMEZ, HELE DE BU KIŞ!
Içlerinde bazıları var ki, yerleri ayrı; tavuk suyu çorbası, Minestrone/sebze çorbası, soğan çorbası, acılı ekşili Çin çorbası, Borç çorbası, kelle-paça çorbası, mercimek, yayla ilk akla gelenler. Biri bizden biri Italya’dan iki güzel çorbanın tarifi de yazının devamında...
Durmayan, yaratan, üreten ilham perilerine devam… Bu ayın perisi Melda Aygın, eşiyle birlikte dünyaca bilinen bir marka kurmayı başarmış, sanata aşık, sosyal sorumluluk projelerine destek bir kadın, aynı zamanda yaşam tarzı ve stiliyle de ilham alacağımız bir isim...
Doku Medical’in kısa bir hikayesini öğrenebilir miyiz sizden? Herşey nasıl başladı? Eşim Uzm. Dermatolog Serkan Aygın uzun yıllardır sağlık alanında hizmet veriyor. Kendisi saç ekimi ve saç tedavileri alanında çeyrek asırdır tedaviler geliştirmekte ve uygulamakta. Bu süre zarfında onunla birlikte dünyanın 150’den fazla ülkesinden insanla tanışma şansımız oldu. Bu kadar deneyim sonrasında biz de bunca hastaya daha fazla daha kaliteli nasıl bir hizmet sunabiliriz diye düşünüp tamamlayıcı olarak alanımıza en yakın gördüğümüz estetik hizmetler sunan DOKU Medical markasını hayata geçirmeye karar verdik.
Melda Aygın ve eşi Dr. Serkan Aygın’ın birlikte yarattığı Doku Tıp Merkezi, 2017 yılında kurulmuş olmasına karşın yılların tecrübesi ile ortaya çıkmış bir sağlık kuruluşu.
Estetiğin bir başka kolu olan sanat da Doku’nun önemli bir bölümünü oluşturuyor değil mi?
Öncelikle sadece bir sayı söylemek gerekirse 50’nin üzerinde sanatçının 200’e yakın sanat eserini Doku da sergilediğimizi kısaca ifade edebilirim.
Tabi bu sanat eserleri gerek Türkiye’den gerek yurtdışından bir çok önemli isme ait. Örneğin: Jiri Georg Dokoupil, Mike Dargas, Marc Quinn, Bjarne Melgaard, Ahmet Oran, Beatrice Gallori, Bedri Rahmi, Fabrizio Corneli, Burhan Doğançay, Salustiano, Ahmet Güneştekin, Daniel Sigalot ve hatta Carol Fuerman’ın da eserleri var.
Güzellik nedir sizce? Siz kime güzel dersiniz?
Bence güzellik bir şeyin veya bir kişideki özelliğin, ötekinde haz veya beğeni duygusu oluşturmasıdır. Güzel insan kendisiyle barışık insandır diyebilirim.
Medikal estetik uygulamalar, cerrahi dokunuşlar için ne düşünüyorsunuz? Son dönemde Doku’da da yapılan yeni uygulamaları anlatabilir misiniz biraz? Kadınlar en çok neye rağbet gösteriyor?
Biz aslında bu sorunun cevabını uzman psikologlardan destek alarak hastalarımıza veriyoruz. Çünkü Doku, insanların dış görünüşlerinden çok ruhlarına dokunmayı hedefleyen bir kurum. Yeni olmamakla beraber rağbetin yoğun olduğu uygulamalara örnek vermem gerekirse; son dönemde iple yüz askılama ve dolgu enjeksiyonu diyebilirim. Bu iki uygulama ameliyatsız bir yöntemle yüz germe ve yüz hattını şekillendirmeye yardımcı oluyor.
Sosyal sorumluluk konusunda da aktif bir isimsiniz, son dönemde yürüttüğünüz, destek verdiğiniz bir proje var mı acaba, kısaca bahsedebilir misiniz?
Sosyal sorumluluk projelerinde de anneliğimin verdiği sorumluluk ön plana çıkıyor. Saadet öğretmenin öncülüğünü yaptığı UCIM derneğine de fiilen destek vermekteyim. UCIM bir sosyal yardımlaşma derneği. Bir
çok alanda insanlara hizmetler sunuyor. Çok hassas bir durum olan çocuklar konusunda da gerek travma yaşayanlar, gerekse ailevi sebeplerle psikolojik desteğe ihtiyaç duyanlar olsun bir çok konuda maddi ve manevi destek sunmakta. Bir diğer dernek ise, Ferda Altıntaş’ın başlattığı bir mücadele olarak ifade edebileceğim Atlas Eğitim Derneği. Engelli çocuklardan yaşlılara kadar burada bir çok yardım hizmeti sunuluyor. Yine geçen yıl Doğan Cüceloğlu ve Ceyda Düvenci’nin de içinde olduğu Taş Kağıt Makas atölyesine destek sunmuştuk. Burada çocukların temel beş duyusunu özellikle psikolojik olarak doğru yönetmesi ve yönlendirmesi eğitimi veriliyordu. Bu proje gerçi pandemi nedeniyle askıya alındı ama yine değerli gördüğüm bir eğitim projesi olarak bahsetmek istedim.
Şimdi çantanızı açsak hangi güzellik ürünlerini buluruz?
Çantamda genellikle belirli makyaj malzemelerini taşırım. Ancak çantamdan asla eksilmeyen ürün, parfümüm Tiziana Terenzi Andromeda’dır.
Formunuz için özel yaptığınız bir beslenme planı, egzersiz düzeni var mı? Öğrenebilir miyiz?
Son dönemde kan grubuna göre beslenme düzeni benim için çok önemli, kan grubum sıfır ve bir sağlıklı beslenme koçum var. Onun bana belirttiği programa uymaya çalışıyorum. Günde 8 km üzerinde açık havada yürüyüş yapıyorum. Kapalı ortamlarda egzersiz alışkanlığını pandemi sonrasında bıraktım. Anti Gravity-Yoga ve yürüyüş şu anda benim için en önemli iki ritüel.
Gelelim modaya, kendi tarzınızı nasıl yorumlarsınız?
Moduma göre değişken diyebilirim. O gün nasıl hissediyorsam, o şekilde giyiniyor, ruh halimi tarzıma yansıtıyorum.
Favori tasarımcılarınız, yerli-yabancı kimlerdir?
En çok giyindiğim 3-4 marka var. Balenciaga bunlardan biri. Balmain, Victoria Beckham’ın tarzını beğeniyorum. Sudi Etuz ve Alexander McQueen son dönemde ilgimi çekiyor.
Bu kış sezonu için almayı planladığınız ne var?
Online alışveriş hayatımıza girdiğinden beri planlamadan çok ihtiyacıma ve zevkime göre alışveriş yapıyorum. Anlık kararlar veriyorum, bu nedenle o an neyi beğendiysem onu satın alıyorum. Bu nedenle bir planım yok, anlık bir refleksle alışveriş yapıyorum.
Veganlık artık bir beslenme şekli değil, bir inanç sistemi. Hal böyle olunca ona ‘veganizm’ demek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu yaşam tarzında hayvanları yemediğin gibi besin zincirinde yer almamaları için de elinden geleni yapman gerekiyor.
Veganizm hayat tarzından öte bir nevi inanca dönüştü sanki. Yediklerine dikkat etmekle sınırlı değil doğayı, çevreyi korumakla da.. Bunun da ötesine geçti. Yaşadığımız dünyayı çok sevmek ve canlılara saygı duymak temelini oluşturuyor. Bu yönüyle de bana gerçekten gerçek, sürdürülebilir ve oldukça da yenilikçi geliyor. Insan olmayı hatırlatıyor sanki bizlere...
BÜYÜK TEHLİKE
Gıda terörünün başını hayvan çiftlikleri çekiyor. Dünya üzerinde yaşayan hayvanların yüzde 90’ a yakını hayvan çiftliklerinde yaşayan hayvanlar. Doğal yaşam insanlar için bittiği gibi hayvanlar için de bitti diyebiliriz. Gerçekten doğala dönmek istiyorsak bunu sadece insan için yapmamız imkansız, zincirin en önemli halkası olan hayvanları da bu kısır döngüden kurtarmak ilk şart. Çünkü hayvan çiftlikleri temiz su kaynaklarını da hızlıca tüketiyor.