LENİNGRAD YAMYAMLARI
Uzun süren kuşatmanın en umutsuz zamanlarında, insanlar hayatta kalabilmek için akla hayale gelmeyecek eylemlere sürüklendi
Evinde yalnız başına kalan 12 yaşındaki Tanya Savicheva günlüğüne şu sözleri karalamıştı: “Savichev ailesinin bütün fertleri öldü. Herkes öldü. Geriye sadece Tanya kaldı.” Mavi kalemle yazılmış ve yazım hatalarıyla dolu defterde, açlıktan öldüğünü gördüğü aile üyelerinin her birinin adı da liste halinde yer alıyordu.
Önce ablası Zhenya, sonra büyükannesi Yevdokiya, ardından erkek kardeşi Leka ve iki amcası; son olarak da annesi ölmüştü. Annesinin ölümünü “Annem 13 Mayıs 1942 günü sabah 7.30’da öldü.” şeklinde kaydetmişti. Tanya tek başına kalmış ve dış dünyayla bağlantısı tamamen kesilmiş bir şehirde kaderine terk edilmişti. Ama günlük tutan tek kişi o değildi. Şehrin dört bir yanında yüzlerce insan, tarihin en ölümcül kuşatmalarından birinin dehşetini günlüklerine kaydediyordu. Bunun korkunç boyutları ancak onlarca yıl sonra ortaya çıkacaktı.
1942 baharına gelindiğinde, Tanya’nın evinin önündeki sokaklar, Hitler’in kenti açlıktan öldürme kararlılığının bir sonucu olarak can veren daha fazla sayıda kurbanla dolmuştu. Hitler’in tüyler ürpertici direktifi 22 Eylül 1941’de gelmişti: “St. Petersburg yeryüzünden silinmelidir. Sivil halkın hayatını kurtarmak gibi bir niyetimiz yoktur.” Kent sakinlerinin neredeyse üçte biri 872 gün süren kuşatma boyunca açlıktan ölecekti.
Şehirde mahsur kalan üç milyon insan neredeyse hiçbir şey yemeden hayatta kalmaya çalışıyordu. Bu insanlara sadece çavdar, yulaf ezmesi, kerosen ve filtrelenmemiş malt karışımından yapılan 125 gramlık son derece yapışkan siyah ekmek veriliyordu. Ancak tadı acı olan bu ekmeğin besin değeri çok düşüktü ve açlık sancılarını durdurmak için hiçbir işe yaramıyordu.
Alman ve Fin güçlerinin hazırlıksız yakalanan şehri kuşatarak hastaneleri, gıda depolarını, yolları, okulları, elektrik santrallerini ve su kaynaklarını yok etmesi sadece 12 hafta sürmüştü. Leningradlılar, karneyle verilen ekmekten daha fazla kalori sağlayabilecek her şeyi arayıp bulmak zorunda kaldılar. Insanlar midelerine indirebildikleri her şeyi yemeye başladılar. Bunların arasında jöle haline getirilmiş deri kemerler, duvar kâğıtlarının arkasında tutkal kalıntıları ve kürk mantolar da vardı. Rus edebiyatı öğretmeni Elena Skryabina, 3 Ekim 1941 tarihinde günlüğüne şunları yazmıştı: “Tanıdığım bir kadını ziyaret ettim ve bana mutfakta icat ettiği şeylerden birini denememe izin verdi. Bu, deri kemerlerden yapılan bir jöleydi. Tarifi şöyleydi: Domuz derisinden yapılmış kemerleri pişirin ve bundan bir tür et jölesi hazırlayın. Bu iğrençliği tarif etmek mümkün değil! Bir çeşit sarımsı renk ve korkunç bir koku... Aşırı açlığıma rağmen bir kaşık bile yutamadım ve öğürdüm.”
Şehirde salgın hastalıklar kol gezmeye başlamıştı. Giderek halsizleşen halk, zaten zayıflamış olan şehre eziyet edecek zorlu bir kışla yüzleşmek üzereydi.
Hava sıcaklığı -32°C’nin altına düştüğünde, insanlar evlerini ısıtmak için bulabildikleri her şeyi yakmaya başladılar. Önce mobilyalar yakıldı, sonra da bunu değerli aile kitapları izledi. Ancak bazı değerli defterler saklandı çünkü yazmak, şehre hapsolmuş birçok insan için yaşadıklarıyla başa çıkmanın önemli bir yolu haline gelmişti.
Açlık giderek daha dayanılmaz hale geldikçe, kısa süre sonra kuşlar, sıçanlar, başıboş köpek ve kediler sokaklardan kaybolmaya başladı. Bunlar da tükenince, Leningradlılar sevdikleri evcil hayvanları komşularıyla takas etti. Böylece insanlar kendi hayvanlarını öldürüp yemek zorunda kalmadı. Bu aşamada şehir sakinleri aşırı derecede açlık belirtileri göstermeye başlamıştı.
Fabrika işçisi Ivan Savinkov günlüğüne yazdığına göre; “Şehir sakinleri korkunç bir görünüme sahipti, iskelet halinde ve insanlıktan çıkmışlardı. “Leningrad’daki bir hastanede doktor olan Klavdiya Naumovna da günlüğüne benzer duygularla şunları yazmıştı: “Bunlar insan değil, üzerlerine korkunç renkte kuru bir deri gerilmiş iskeletlerdi. Bilinçleri bulanık olan bu kişiler bir tür duygusuzluk ve sersemlik hali içindeydiler. Tamamen güçten düşmüş durumdaydılar. Bugün böyle bir hasta gördüm. Hastaneye kendi başına yürüyerek geldi ama iki saat sonra öldü.”
Açık alanlara yığılan cesetler toplu mezarlara gömülmek üzere kızaklarla sokaklarda sürüklendi. Açlık ve ağır topçu bombardımanı nedeniyle insanların sinirlerinin gerilmeye başlaması hiç de şaşırtıcı değildi. Önce komşular arasında, sonra da aileler arasında gerginlik yüzünden olaylar yaşandı. Bazı insanlar ekmek karnelerini almaya çalışan kişiler tarafından öldürülürken, diğerleri de daha fazla karne alabilmek için ölen aile bireylerini saklamaya başladı. Bu yükselen tansiyon açlık çeken şehir halkı tarafından da fark edildi. Arkadii Lepkovich, kendisi ve karısı birbirlerinden şüphelenmeye başladıkça şehre uygulanan ablukanın evliliğini parçaladığını fark etti: Günlüğüne şöyle yazmıştı: “Anne-çocuk ve karı-koca arasındaki ilişkiler bile tamamen insanlık dışı hale geldi. Tüm şehir bu haldeydi çünkü yaşam mücadelesi bunu yaşayan her bireye umutsuzluk getirdi.”
Insanlar kendilerini ve ailelerini doyurmanın bir yolunu bulmak için giderek daha fazla çaba sarf ediyorlardı. Başkalarının sevgili evcil hayvanlarından çok daha kötü şeyler yediğine dair söylentiler yayılmaya başladıkça birbirlerine karşı paranoyaklaştılar. Çocuklar yok olmaya başladı, mezarlıklarda cesetler kayboldu, sokaklardaki cesetlerin bazı parçaları eksikti. 13 Aralık 1941’de Stalin’in kötü şöhretli gizli polisi NKVD (Sovyet Gizli Polis Teşkilatı)’nin insan eti tüketildiğine dair ilk raporu sunmasıyla halkın korkuları doğrulanmış oldu. Kuşatma süresince 1.207 kişi yamyamlık suçundan hüküm giydi.
Hayatta kalan Galina Yakovleva’nın anlattığı olaylardan biri, yemek için hazırlanan bir cesedin etinden gelen garip ve rahatsız edici bir kokunun odadan yayılmasına ilişkindir: “Alacakaranlıkta, kancalarla tavana asılmış büyük et parçaları vardı. Bunlardan biri de uzun parmakları ve mavi damarları olan bir insan eliydi.”
Büyük bir açlık çekerken Leningrad’da yamyamlık suçunu işleyen kişilerin hepsi önceden sabıka kaydı olan insanlar değildi. Bunlardan sadece 18’i daha önce hüküm giymişti. Aksine, bu kişiler hayatta kalma ve ailelerini kurtarma arzusuyla hareket eden; açlık ve deliliğin bu tür suçlara sürüklediği insanlardı. Yamyamlığa başvuranların büyük çoğunluğu zaten ölmüş olanların cesetlerini yiyordu. Bu kişiler genelde küçük çocukları olan ve kimseden destek alamayan kadınlardı. Ancak NKVD raporlarında, Leningradlıların yemek peşinde koşarken başkalarını öldürdüklerine dair bazı tüyler ürpertici olayların ayrıntıları da yer almaktadır.
Bu raporlardan biri, 42 yaşındaki bir nehir limanı işçisi ve oğlunun eylemine ilişkindir. Söz konusu rapora göre; işçi ve oğlu, iki ev arkadaşını (raporda sadece baş harfleri M ve I olarak geçmiştir.) öldürmüş, parçalara ayırıp yedikten sonra insan etlerini at etiymiş gibi göstererek şarap ve sigara karşılığında takas etmek üzere dağıtmıştır. Raporlarda yer alan başka bir olayda ise Kızıl Ordu’da görev yapan bir askerin karısı 13 yaşındaki bir kızı odasına çekmiş ve yaşları 8 ila 11 arasında değişen iki çocuğuna yedirmek için kızı baltayla öldürmüştür.
Çaresiz içinde ve açlıktan ölmek üzere olan insanların ceset yediğine dair o kadar çok rapor hazırlanmıştır ki NKVD yamyamlık eylemlerini en aza indirmeye yönelik olarak polis ve psikiyatristlerden oluşan özel bir birim kurmuştur.
Yaşanan bu trajedilere ve hayatta kalmak için işlenen suçlara rağmen, birçok vatandaş hâlâ insanlığa tutunarak; çektikleri acıların kendilerini kaybetmek anlamına gelmeyeceği yönünde irade sergilemişlerdir. Ilk yıkıcı kıştan sonra, 1942 yazında, insanlar hâlâ iyimser kalmanın yollarını bulmuşlardı. O dönemde günlük tutan kişilerden biri olan Klavdiya Naumovna şunları yazmıştı: “Insanlar temiz, güzel elbiseler giymeye başladılar. Tramvay çalışıyor, dükkânlar yavaş yavaş açılıyor. Parfüm dükkânlarında kuyruklar var. Leningrad’a parfüm sevkiyatı yapıldı. Çok mutlu oldum. Parfümü çok seviyorum! Kendime biraz sürüyorum ve sanki aç değilmişim, bir konserden ya da restorandan yeni dönmüşüm gibi hissediyorum.”
Kuşatmanın sona ermesinin ardından hükümet şehir sakinlerine lahana ve havuç tohumları dağıttı. Leningrad halkı mevcut her toprak parçasına bu sebzeleri sebze ekti ve insanlar zaferlerini sokaklarda kutladı.
Yeni ekilen küçük sebzeleri farelerden korumak için şehre tekrar kediler getirildi. Insanlar şehri yeniden inşa etmeye başlamak için bir araya geldi. Aileler, şehir kuşatıldığında ablukanın dışında kalan yakınlarıyla tekrar buluştu. Undan yapılan gerçek ekmek pazara geri döndü ve hayatta kalanların tenlerine sağlıklı bir parlaklık geri geldi. Hayat Leningrad’a geri dönmüştü. Günlükler ve NKVD raporları ise Demir Perde’nin arkasındaki arşivlerde, 21. yüzyıla kadar çoğunlukla okunmadan çürüyecekti.
gıdasızlıktan bayıldığında, kendisi ve çocukları için çorba yapmak üzere kocasının bacağının bir kısmını kestiğini söyledi. Bir diğeri ise sokakta yatan bir cesedin bir parçasını kestiğini söylemişti.” Bu kadınlar yetkililer tarafından yakalanarak idam edildi. Çeteler kuruldu ve bunlar geceleri yalnız yürüyen insanları avladılar. Ebeveynler çocuklarını yediler ve hayatta kalanlardan birinin söylediği gibi çocuklar ebeveynlerinin ölmesini beklediler: “Annemin ve babamın ölümünü izledim. Açlıktan öldüklerini çok iyi biliyordum ama onların ekmek istihkaklarını hayatta kalmalarından daha çok istiyordum.” Bunlar, Leningrad’da yaşanan olayların insanlığı getirdiği en düşük seviyeydi.
Bununla birlikte, Sovyet yetkililer de şehirde yaşanan sefaletten kısmen sorumluydu. 1941’in Aralık ayının başında Ladoga Gölü donmuştu ve Sovyetler gölün karşısına geçecek şekilde buzun üzerine ‘Yaşam Yolu’ olarak adlandırılan bir yol inşa etti. Luftwaffe tarafından yapılan bombardımanlara ve bu geçişin tehlikeli olmasına rağmen, yılsonuna kadar 4.000’den fazla kamyon şehre her gün 700 ton gıda ve malzeme taşıdı. Ayrıca bu yol şehirde yaşayan vatandaşların tahliyesi için de kullanılabilirdi. Söz konusu yol kullanılarak taşınan günlük yük miktarı 10 Şubat’a kadar 3.000 tona ulaştı. Böylelikle yetkililerin fabrika işçileri için ekmek istihkakını Eylül ayındaki 500 gramlık seviyeye çıkarmasına olanak sağlanmıştı. Ancak gerçekte çoğu vatandaş bu istihkakın hiçbirini alamıyordu çünkü yolsuzluk bölgesel bir salgın haline gelmiş, Parti yetkilileri konvoyları kendi çıkarları için yağmalamıştı. Stalin ve yerel Parti yöneticileri de şehri savunma iradeleri konusunda yanlış mesaj vereceği düşüncesiyle sivillerin tahliyesini geciktirdi. Bu karar binlerce insanın hayatına mal oldu.
Ardından bir dizanteri salgını baş gösterdi ve zaten yetersiz beslenme nedeniyle ciddi şekilde zayıf düşmüş olan halk büyük gruplar halinde bu hastalığa yenik düştü. Nadia Makarova yaşadığı dehşeti kız kardeşine yazdığı bir mektupta şöyle anlatmıştı: “İki hafta süren hastalık ve ishalden sonra sevgili annemiz öldü. Annemin ölümünden üç gün önce de küçük Mişa ve Fedya’yı kaybettim. Artık sadece iki çocuğum kaldı.” Bahar yaklaşırken bile günlük ölü sayısı 20.000 ila 25.000 arasında kalmaya devam etti. Olga Freidenberg’in dediği gibi “Bu kimsenin baş edemeyeceği bir ölüm seliydi.”
Ardından, Sovyetlerin geleneksel olarak kutladıkları 8 Mart Kadınlar Günü’nde yetkililer kentte yaşayan kadınların kar, moloz ve çöpleri temizlemek üzere sokaklara çıkmaları için emir verdi. Aradan bir hafta geçtikten sonra 100.000 kadın günde birkaç saat temizlik yapıyordu. Elena Martilla’nın da belirttiği gibi, bu kolektif çaba dikkat çekici bir şekilde işe yaramaya başlamıştı: “Hitler’in şehrimizin yeryüzünden silinmesi için verdiği zalim emre meydan okuyor ve Leningradlılar olarak anılmaktan gurur duyuyorduk.” Sonunda 15 Nisan Çarşamba günü bir hastanede çalışan hemşire Vera Pavlova şunları söyleyecekti: “Hepimiz bir tramvay çanının çınlama sesini duyduk. Şaşkınlıktan nefesimiz kesildi. Çünkü bu bir zafer işaretiydi!” Diğer tarafta ise Alman siper hatlarında bulunan Gefreiter Falkenhorst aynı olay için “Leningrad sokaklarında tramvay seslerini duyduğumda Hitler’e olan inancımı kaybetmeye başladım.” diyecekti.
Kuşatma bir milyon Leningradlının hayatına mal olacak ve ancak 27 Ocak 1944’te kaldırılacaktı. Ama yaşanan o ilk korkunç kış sona ermişti. Şair Olga Berggolts kuşatma sürecine baştan sona katlandı kendi kocasının gömülü olduğu uçsuz bucaksız Piskaryov Anıt Mezarlığı’ndaki bir taşta kazılı halde duran bir şiir yazdı: “Bu taşlara bakan sizler bilin ki hiçbiri ve hiçbir şey unutulmadı.”
“HİTLER’İN ŞEHRİMİZİN YERYÜZÜNDEN SİLİNMESİ İÇİN VERDİĞİ ZALİM EMRE MEYDAN OKUYORDUK”