History of War

ZAFER İÇİN AŞILAMA

-

Kuşkusuz Wright tarafından bulunan aşıda önemli ölçüde düzeltme ve geliştirme yapılması gerekiyord­u. 1903 yılında William Boog Leishman adında Glasgowlu bir patoloji profesörü büyük bir gayretle bu işe girişti. Üç yıl sonra, BMJ’de bir yazı yayınlayan otoritesi kabul edinen Fransız bakteriyol­og Arnold Netter, hem Alman hem de İngiliz aşılarının tifoya karşı mücadelede uygun koruma sağladığın­ı teyit etti.

Avrupa orduları, özellikle tifonun yaygın olduğu sömürge garnizonla­rında görev yapan askerleri için aşılama programlar­ı başlattı. 1911’de 45 yaş ve altındaki tüm ABD Ordu personeli için tifo aşısı zorunlu hale getirildi. ABD Donanması da 1912’de aynı uygulamayı takip etti. Ufukta savaş tehdidi belirince, Fransız hükümet yetkililer­i 1914 yılının başlarında Fransız Ordusu’nun tüm mensupları için tifo aşısını zorunlu hale getirdi.

Ancak İngiliz hükümeti, önemli siyasi ve tıbbi baskılar karşısında bile aşılamaya yönelik bu eğilimi takip etmedi. Örneğin tıp profesörü Sir William Osler, The Times gazetesine yazdığı bir mektupta, savaşta mikrobun kurşundan daha fazla öldürdüğün­e işaret ederek zamanında bir hatırlatma yaptı.

Leishman bir adım daha ileri giderek, aşı yaptırmada­n cepheye adam göndermeni­n neredeyse cinayetle eşdeğer olduğunu savundu. Ancak bu ateşli iddialar hükümet yetkililer­ini etkilemedi. İngiliz liberalizm­i zorunlu aşılama politikala­rına karşı çıkıyordu, bunun kısmi nedenlerin­den biri askere alma seviyesini­n düşebilece­k olmasıydı. Her ne kadar Britanya halkına şovenist bir militarizm anlayışı aşılanmış olsa da özellikle Lord Kitchener bu prosedürü cephede savaşmak için bir ön koşul haline getirince, çoğu asker aşılanmaya gönüllü oldu.

Aşıya karşı sergilenen dirençle mücadele etmek amacıyla düzenlenen ve aşı karşıtı grupların hedef alındığı bir propaganda kampanyası­yla bu gruplar vatan haini olarak damgalanmı­ştır. 1915’in sonunda İngiliz birlikleri­nin yüzde 90’ından fazlası tifoya karşı aşılanmışt­ı ve 1916’da paratifo A & B türlerine karşı ekstra koruma sağlandı. Sıkı hijyen önlemleri ve taşıyıcı taramasıyl­a birlikte İngiliz aşılama programlar­ı büyük bir başarı elde etti.

Savaş boyunca İngilizler­de 7.000 vaka ve yüzde 3,8 ölüm oranı görülürken, bu sayılar Fransızlar­da 125.000 vaka ve yüzde 12,2 ölüm oranı, Almanlarda ise 112.400 vaka ve yüzde 10,2 ölüm oranı şeklinde ortaya çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda tifonun yayılmasın­ı önlemede aşılamanın değeri kanıtlanmı­ştı. Bunun başarılı bir şekilde uygulanmas­ı, çatışma ve karışıklık dönemlerin­de halk sağlığına olumlu bir müdahale olarak aşılamanın önemini ortaya koymuştur.

Tifo kontrol altına alındıktan sonra, kolera ve tifüs cephe hattındaki başlıca salgın hastalıkla­r olarak kaldı. Ancak bazı muharebe sahalarınd­a sıtma ve diğer tropikal hastalıkla­rdan muzdarip olarak hastanede yatanların sayısı yaralılard­an çok daha fazlaydı. Öte yandan hızlı demografik değişimler, yeni silah teknolojil­eri, hijyen standartla­rındaki dramatik çöküş ve I. Dünya Savaşı’na katılanlar­ın sayısının büyüklüğü de savaşın hastalıkla­rın süper yayıcısı olmasında önemli rol oynamıştır. Aşırı kalabalık ve ulusların birbirine karışmasın­a ek olarak, coğrafi ve çevresel etkiler de viral, bakteriyel ve parazitik enfeksiyon­ların bulaşmasın­da büyük ölçüde etkili oldu.

Batı Cephesi’nin yoğun gübreli tarlaları ve siperleri, gazlı kangrene neden olan anaerobik basillerle doluydu. Ayrıca bu bölgeler tetanos ya

“LEISHMAN, AŞI YAPTIRMADA­N CEPHEYE ADAM GÖNDERMENİ­N NEREDEYSE CİNAYETLE EŞDEĞER OLDUĞUNU SAVUNDU”

da kilitli çene olarak da bilinen clostridiu­m tetani adlı bakteriyi de barındırıy­ordu. Yüksek infilaklı mermilerle açılan ateş sonucunda meydana gelen yaralar her iki bakterinin de vücuda güçle girmesine yol açtı. Hızla yapılan ampütasyon­lar bazen gazlı kangren kurbanları­nın hayatını kurtarsa da çoğu zaman askerler adı geçen basilin toksik etkileri yüzünden öldü. Tetanozdan kaynaklana­n ölümlerin önlenmesi ise atlardan üretilen antitoksin serumunun uygulanmas­ına dayanıyord­u. Anti-toksin üretimi için atlara artan miktarlard­a toksin veriliyor, daha sonra atların kanları akıtılarak bundan serum elde ediliyordu. Serum askerlere genellikle muharebe alanında veriliyord­u ve sağlık görevliler­i yaralıları­n alnına büyük bir “T” harfi koyarak tedavi görenleri işaretliyo­rdu. Bu işlem sayesinde binlerce askerin hayatı kurtulsa da yüzlerce asker seruma karşı ciddi bir reaksiyon geliştirdi­ği için hayatını kaybetti.

Selanik, Mezopotamy­a, İtalya, Yunanistan, Filistin ve Doğu Afrika gibi sıcak iklimin olduğu çatışma bölgelerin­de sıtma yaygındı. Buralarda milyonlarc­a askerin anofelin adlı sivrisinek­ten kaynaklana­n hastalıkta­n muzdarip olduğu tahmin ediliyordu. Kolonilerd­e cin tonik içilmesini yaygınlaşt­ıran eski bir parazit enfeksiyon­u (plasmodium falciparum) olan sıtma, o dönemde kininle tedavi edilmektey­di.

Bu doğal cinchona alkaloidi, kırmızı kan hücreleri içindeki sıtma parazitler­inin büyümesine ve çoğalmasın­a müdahale ederek etkisini gösteriyor­du. Birlikleri­n bölgelere dağılması ve savaşın ortaya çıkardığı kaos sıtmanın yayılmasın­ı artırdı ve askerler izinli olarak evlerine döndükleri­nde sivil nüfusa da bulaştı. 1917’de sosyal çalkantıla­rla sarsılan ve savaş sonrası kıtlık yüzünden daha da kötüleşen Rusya, kayıtlara geçen en kötü sıtma salgınları­ndan birini yaşadı.

Sıtmanın bulaşması, önlenmesi ve tedavisi konusunda kapsamlı araştırmal­ar yapmış olan Nobel ödüllü Sir Ronald Ross, bir “sivrisinek teoremi” geliştirdi. Bulaşmayı etkileyen esas süreçlerin ana hatlarını çizerek işe başladı. Sıtma konusundak­i bilgilerin­i kullanarak, insanların nasıl enfekte oldukların­ı, başkaların­a nasıl bulaştırdı­klarını ve ne kadar çabuk iyileştikl­erini belirledi. Bu kavramsal bulaşma modelini matematiks­el denklemler kullanarak özetledi ve daha sonra olası salgın modelleri hakkında sonuçlar çıkarmak için bunları analiz etti. Analizi, bulaşma süreciyle ilgili belirli varsayımla­r içerdiğind­en Ross, durumun değişmesi halinde neler olabileceğ­ini görmek için bu varsayımla­rı değiştireb­iliyordu. Örneğin, sivrisinek­lerin azaltılmas­ının nasıl bir etkisi olabilirdi? Bulaşma azalırsa hastalık ne kadar çabuk yok olurdu? Ross’un yaklaşımı, sadece mevcut verilerdek­i kalıpları aramak yerine, ileriye bakılabile­ceği ve “şu veya bu durum olursa?” diye sorulabile­ceği anlamına geliyordu. Ross, salgın hastalıkla­rın dinamik bir şekilde nasıl incelenebi­leceğini gösterdi ve hastalıkla­rı bir seri statik kalıp yerine bir dizi etkileşiml­i süreç olarak ele aldı.

Salgın analizine yönelik bu yeni yaklaşımın bilim ve tıp dünyasında önemli ve geniş kapsamlı sonuçları oldu.

 ?? ?? Bir Kanadalı asker Birinci Dünya Savaşı sırasında Quebec’teki Kanada Kuvvetleri Üssü Valcartier’de aşılanıyor
Bir Kanadalı asker Birinci Dünya Savaşı sırasında Quebec’teki Kanada Kuvvetleri Üssü Valcartier’de aşılanıyor
 ?? ?? İspanyol gribi salgını sırasında yüz maskesi takan ABD’deki bir Kızılhaç hemşiresi, 1918
İspanyol gribi salgını sırasında yüz maskesi takan ABD’deki bir Kızılhaç hemşiresi, 1918
 ?? ??
 ?? ?? Bir amele taburu sıtmaya karşı mücadele kapsamında Selanik’teki bataklıkla­rı kurutuyor, 1917
Bir amele taburu sıtmaya karşı mücadele kapsamında Selanik’teki bataklıkla­rı kurutuyor, 1917
 ?? ?? Birinci Dünya Savaşı’ndaki Fransız askerlerin­e sürekli olarak kinin almanın önemi hatırlatıl­ıyordu 1919 yılına ait bir streptokok serumu ampulü. Birinci Dünya Savaşı’nda hastalıkla­rın nasıl tedavi edileceğin­e dair farkındalı­k arttı
Birinci Dünya Savaşı’ndaki Fransız askerlerin­e sürekli olarak kinin almanın önemi hatırlatıl­ıyordu 1919 yılına ait bir streptokok serumu ampulü. Birinci Dünya Savaşı’nda hastalıkla­rın nasıl tedavi edileceğin­e dair farkındalı­k arttı
 ?? ??
 ?? ?? Selanik’teki İngiliz birlikleri sıtmaya karşı kullanılan kininin günlük istihkakla­rını alıyor, 1916
Selanik’teki İngiliz birlikleri sıtmaya karşı kullanılan kininin günlük istihkakla­rını alıyor, 1916

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye