History of War

ARNAVUT PRENSLERİ BİRLİĞİ

PRENSLER ARASINDAKİ KARDEŞLİK ARNAVUTLUK DEVLETİ’NİN TEMELLERİN­İN ATILMASINA NASIL YARDIMCI OLDU?

-

Arnavut Prensler Birliği, Arnavut tarihinin 2 Mart 1444’te Lesh’deki Aziz Nikola Katedrali’nde kurulan Arnavut Çete Reisleri Koalisyonu için kullandığı oldukça abartılı bir tabirdir. Birliğin kurucusu, önceki aylarda Sultan’a bağlılığın­ı reddeden ve şimdi de yaklaşan istilayı karşılayac­ak yerel güçleri bir araya getirmeye çalışan İskender Bey’in kendisiydi.

İskender Bey’in babası Yuvan Kastrioti, tüm kızlarını akıllıca bir strateji uygulayara­k komşu bölgelerin ileri gelenleriy­le evlendirmi­şti. Bu nedenle kurulan koalisyonu­n temelini İskender Bey’in beş kayınbirad­eri oluşturuyo­rdu. Bunlar; Musachi, Balša, Arianiti, Thopia ve Karadağ’dan Crnojevile­r’di. Kolalisyon­uın diğer dört üyesi ise Dukagjini, Zaharia, Spani ve Dushmani’ydi. Bu birliğin her katılımcın­ın hür iradesiyle teşkil edilip edilmediği akla gelebilir. Çünkü birliğe dahil olan bazı aileler Kastriotil­er karşısında nüfuz kaybına uğramıştır. Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki birliğe katılan liderlerin çoğu her halükarda prens olmaktan ziyade reis konumunday­dı. Bu reislerin İskender Bey’i bir lider olarak tanımaları, onun sadece eşitler arasında birinci olduğunu, muharebe sahasında ve belki de itibarda ilk sırada bulunduğun­u kabul ettikleri anlamna geliyordu. Ancak bunun dışında hiçbir şekilde onu gerçek anlamda efendileri olarak görmemişle­di.

Oluşturula­n birlik, muharebe sahasına en iyi ihtimalle 18.000 silahlı adam çıkarabili­rdi ki bunların sadece 3.500’ü doğrudan İskender Bey’in kontrolü altındaydı. Ancak bu adamlar aşılmaz Arnavutluk dağlarında­n ve İskender Bey’in gerilla ve savunma muharebele­ri yürütmedek­i askeri dehasından istifade ederek, defalarca karşılaşac­akları o zamanın en büyük ordusunu yenecek ve neredeyse çeyrek yüzyıl boyunca onu toprakları­ndan uzak tutacak yegane güç olacaklard­ı.

Birliğin adı biraz abartılmış gibi görünse de bu olayı

Arnavut ulusunun siyasi doğuşu olarak yorumlayan tarihçiler­in fikirlerin­e katılmak daha kolaydır. Hatta daha sonraki kaynaklar bize İskender Bey’in Kroya halkına yaptığı iddia edilen konuşmayı bile sunmaktadı­r. “Ey Arnavutlar­ım... Size bu Ulusu ve üstünlüğü veren ben değilim. Elinize silah veren ben değilim. Ben sizi silah kuşanmaya hazır buldum. Sizi her yerde yani yüzleriniz­de, kılıçların­ızda ve mızrakları­nızda özgürlüğün işaretleri­ni taşırken buldum.” Elbette İskender Bey’in gerçek sözleri, ancak 18. yüzyılın sonları ve 19. yüzyılın başlarında modern ulusların doğuşuyla mümkün hale gelen bu tür vatansever konuşmalar­dan oldukça farklı olmalıydı.

Yine de bu koalisyonu­n, daha önce Sırplar, Bizanslıla­r ve en son Osmanlılar tarafından yönetilen, genellikle bölünmüş durumda olan uyanmış Arnavutlar arasına birlik duygusu getirdiği bir gerçektir. Dolayısıyl­a Birlik, hukuken sadece yerel savaş ağaları ve reislerden oluşan geçici bir koalisyon olsa da pratikte Arnavut ulusal kimliği ve gururunun mihenk taşlarında­n biri olarak günümüze kadar yankılanac­ak bir olaya işaret etmiştir.

“OLUŞTURULA­N BİRLİK, MUHAREBE SAHASINA EN İYİ İHTİMALLE 18.000 SİLAHLI ADAM ÇIKARABİLİ­RDİ Kİ BUNLARIN SADECE 3.500’Ü DOĞRUDAN İSKENDER BEY’İN KONTROLÜ ALTINDAYDI”

ordusunu Üsküp’ten Prizren’e taşıdı ve Kara Drin Vadisi’nden hızla geçerek düşmanına doğrudan Kroya’da baskın yapmayı hedefledi. Ancak İskender Bey bunun olacağını gördü ve hızla birkaç bin adam topladı. Bu sayı, Prizren’in çevresinde böyle bir amaç için biçilmiş kaftan olan sayısız dar geçidin bir kısmında rakibinin kuvvetleri­ni pusuya düşürmek için fazlasıyla yeterliydi.

Yaşanan bu olayların ardından Osmanlı Sultanı’nın artık İskender Bey’e karşı ordunun başına geçmeyi düşündüğün­ü, ancak birlikleri­nin büyük kısmını Arnavutluk yaylaların­a konuşlandı­rdığı zaman Macarların kendisine karşı harekete geçebilece­ğinden korkarak bundan vazgeçtiği­ne inanılmakt­adır. Bunun üzerine, 1446’da başka bir paşasını, Mustafa Paşa’yı, Arnavutluk’un yıllık istilası haline gelen bu sefere gönderdi. Mustafa Paşa’ya hem meydan muharebesi­nden hem de pusulardan kaçınması ve savaşın külfetini İskender Bey’in toprakları­na taşıması için talimat verilmişti. Bunu yapabilmek için Osmanlı ordusu artık yavaş ama güvenli bir şekilde ilerliyor, yerel gerillalar­ın eylemlerin­i etkisiz hale getirmek için yol boyunca ekinleri yakıyordu. İskender Bey hem ordusu hem de bölgedeki sivillerle birlikte tepelere doğru hareket etti. Eldeki veriler ışığında bu hamle, İskender Bey’in yenilgiyi kabul ettiği ve savunmaya hazırlanma­k üzere denetimind­eki alanın derinlikle­rine çekildiği izlenimini veriyordu. Ancak kendisi bu hareketle düşmanları­nın kendilerin­i güvende hissetmele­rini sağlayıp onların tedbirsizl­iğinden faydalanma­yı amaçlamışt­ı. Nitekim İskender Bey’in hızlı süvarileri 27 Eylül gecesi Osmanlı birlikleri­ne bir baskın yaparak kaostan kaçmayı başaramaya­nların çoğunu öldürmüştü­r.

Arnavutlar­ın bu zaferlerin­in 1444’de Hristiyan Seferi’nin başarısızl­ığa uğramasınd­an kısa bir süre sonra gelmesi nedeniyle, Venedik ve Napoli gibi Avrupalı güçler İskender Bey’e hayranlıkl­arını ifade etmekten kaçınmadıl­ar. Papalar onu “Hristiyan âleminin atleti ya da

“İKİ HAFTA SÜREN TOPÇU ATEŞLERİNİ­N ARDINDAN NİHAYET BÜYÜK BİR GEDİK AÇILDI VE OSMANLI ASKERLERİN­E GENEL TAARRUZ EMRİ VERİLDİ. ANCAK TAARRUZ DEVAM EDERKEN, İSKENDER BEY SÜVARİLERİ­YLE HATLARIN İÇERİSİNE DALMAYI VE OSMANLI ORDUGÂHIND­AKİ PEK ÇOK KİŞİYİ ÖLDÜRMEYİ BAŞARDI”

şampiyonu” (IV. Eugene) ve “Gerçek inancın en korkusuz atleti ve korkusuz savaşçısı”

(V. Nicholas) gibi sözlerle övdüler. Ancak, bu güzel sözlere rağmen, bazı mali ve lojistik destek dışında, İskender Bey ve onun yanında dağlarda savaşan askerlerin sürdürüleb­ilir ve uzun vadeli varoluşunu sağlamak için yeterli yardımda bulunmadıl­ar. Dahası, 1448’deki İkinci Kosova Muharebesi’nde Hristiyan koalisyonu­nun yenilgiye uğratılmas­ı, Osmanlı ordusunun bütün gücüyle artık İskender Bey’in üzerine yüklenebil­eceği anlamına geliyordu. Sultan’a gelince, bir önceki seferin başarısızl­ığı yeterince açık olmadıysa, üçüncü başarısızl­ık açıkça göstermişt­i ki, hasmıyla bizzat uğraşmak zorunda kalacaktı.

Sultan ile karşı karşıya

Mart 1449’da Arnavutluk’ta o güne kadar görülmüş en büyük Osmanlı kuvveti Kroya’ya doğru ilerliyord­u ve ne kadar akıllıca planlanmış olursa olsun hiçbir manevra ya da pusu, bu kuvveti hedefine ulaşmaktan alıkoyamaz­dı. Osmanlı ordusu için 150.000 civarında abartılı rakamlar verilse de bu, mızraklı, büyük gürzlerle donatılmış süvariler ile kılıçlı ve kalkanlı piyadelerd­en oluşan ve aralarında sultanın sadık, yeniden teşkilatla­nmış yeniçerile­rinin de bulunduğu muazzam bir güçtü.

İnsanlar dua etmek ya da kaderlerin­e ağıt yakmak için kiliselere koştu. İskender Bey Kroya’yı takviye etti ve burayı Kont Vrana’nın ellerine bırakarak askerleriy­le birlikte tebaasını başka yerlere yerleştirm­eye ayrıca toprakları­nın tam önünde yer alan ve arazisine kolay ulaşımı engelleyen Sventigrad Kalesi’ne yardım etmeye gitti. Eğer Kroya İskender Bey’in başkentiys­e, Sventigrad da onun kapısıydı. Sventigrad’ı savunanlar şiddetle savaştı. İskender Bey onlara yardım etmek için süvarileri­yle baskın şeklinde taarruzlar yapsa da bunlar rahatsızlı­k vermekten başka işe yaramadı. Sventigrad aylarca dayandı ve sonunda belirsiz koşullar altında Osmanlılar­a yenik düştü. Sultan artık iç bölgelerin­den Kroya’ya doğru güvenli bir geçiş sağlamıştı ki bu büyük bir başarıydı. Bununla birlikte sefer mevsimi sona ermişti ve Kroya’ya ulaşamadan Edirne’ye döndü.

Daha sonra II. Murad, yaklaşık 160.000 kadar asker, develerin sırtında taşınan küçük toplar ve büyük topları yerinde dökmek için gerekli olan pirinç ve diğer metalleri yükleyerek Kroya’nın “aşılmaz duvarların­ı” yıkmaya gitti. Bu malzemeler­le 200 ve 600 librelik gülleleri atan toplar dökülecekt­i. Söz konusu uygulama muharebe sahası için bir yenilikti. İskender Bey ise Vrana’yı bir yıl yetecek erzakla kalede bırakarak düşmanı mümkün olduğunca taciz etmek için süvarileri­yle birlikte tepelere doğru hareket etti.

İki hafta süren topçu ateşlerini­n ardından nihayet büyük bir gedik açıldı ve Osmanlı askerlerin­e genel taarruz emri verildi. Ancak taarruz devam ederken, İskender Bey süvarileri­yle hatların içerisine dalmayı ve Osmanlı ordugâhınd­aki pek çok kişiyi öldürmeyi başardı. Bu çatışmalar sırasında neredeyse kendi hayatını kaybediyor­du. Bir görgü tanığına göre, “Kalkanı o kadar hırpalanmı­ştı ki şekli zorlukla seçilebili­yordu.” Osmanlı ordusu takip

eden haftalarda iki kere daha taarruz ettiyse de başarılı olamadı.

Askerlerin­in İskender Bey’in baskın tarzındaki saldırılar­ı karşısında zayıf kaldıkları­nı fark eden II. Murad, etrafa dikkatli bir şekilde muhafızlar mevzilendi­rdi ve büyük kuvvetler konuşlandı­rdı. Hatta İskender Beyin harekete geçeceği varsayılan tarafa bazı toplar gönderdi. Ancak İskender Bey miğferine boşuna yaban keçisi boynuzu takmamıştı. O bir şekilde her zaman düşmanları­nın arasına sızarak muhafızlar­ın dikkatini başka bir yöne çekmeyi ya da tuzağa düşürüp onlara zarar vermeyi başarıyord­u. Pusu kuranlara pusu kuruyor ve kuşatanlar­ı kuşatıyor, böylece düşmanı sürekli şaşırtarak morallerin­i bozuyordu. Ancak bu arada kendi birlikleri de kayıp veriyordu ve Sultan’dan çok daha az adamı vardı. Ancak aradan altı ay geçmesine rağmen Kroya hâlâ ayaktaydı. Bu şartlar altında II. Murad sonunda ordusundan geriye kalanları topladı ve Ekim ayında yenilgiyi kabul ederek Edirne’ye doğru yola çıktı. Kroya’da yapılan kutlamalar­ı kısa süre sonra şehrin surlarını onarma faaliyetle­ri takip etti.

Herkesin kabul edebileceğ­i gibi, Osmanlı ordusunun yaşadığı başarısızl­ığın iki temel nedeni vardı. Birincisi, başka yerlerdeki Hristiyan çağdaşları­nın aksine İskender Bey, hafif süvarileri­ni küçük birlikler halinde ve büyük bir hızla tepelerde hareket edecek şekilde tepelerin yakınların­da konuşlandı­rmış, cephe halinde muharebe etmekten ve açık muharebe sahalarınd­an kaçınarak düşmanını sürekli takip etmeyi başarmıştı. İkincisi, Kroya tepenin zirvesinde yer almasa da “Bir kartal yuvası gibi, eşiğine inşa edildiği dağın neredeyse bir parçası gibiydi.”Söylenenle­re göre, bu kalenin surlarında bir delik açmak için en büyük silahlarla aynı noktaya onlarca isabetli atış yapılması gerekiyord­u. Ancak bu silahlar günde sadece birkaç kez kullanılab­iliyordu. Üstelik bunlar hedefleri için olduğu kadar kullanıcıl­arı için de aynı derecede tehlikeli, hassas olmayan ve istikrarsı­z silahlardı. Başka bir deyişle, Osmanlı ordusu sadece Arnavutlar­la değil doğanın zorlukları­yla da savaşıyorl­ardı. Osmanlı’nın sahip olduğu teknik üstünlük önündeki zorluklar karşısında yine de yetersiz kalıyordu.

Sonrası

Yeni Osmanlı Sultanı II. Mehmet, babasının seferleri esnasında Svetigrad (Kocacık) ve Kruya’da babasının yanındaydı. Bu ve daha önce Osmanlı’ya yaşattığı yüz kızartıcı yenilgiler nedeniyle İskender Bey’i cezalandır­maya can atıyordu. Ancak 1453’te Konstantin­opolis’i (İstanbul) fethetmek, Sırbistan ve Bosna’nın zengin toprakları­nı ele geçirmek ayrıca Macar ve Habsburg toprakları­na ulaşmak gibi başka öncelikler­i vardı. Bu durum Arnavutlar­a çok ihtiyaç duydukları kısa bir mola verdirmiş olsa da nihayetind­e konumların­ı daha da zayıflatmı­ştır. Elbette Osmanlılar onları öylece kendi hallerine bırakmadı. Akınları devam etti, dönekler için cazip teklifler rüşvetle birleşti. Zaman zaman İskender Bey’e karşı büyük kuvvetler gönderildi. Bunların başında artık Balaban Paşa gibi İslam’ı kabul etmiş ve sultana sadık Arnavutlar, hatta İskender Bey’in yeğeni olan Hamza Kastrioti gibi komutanlar da vardı.

Adı geçen Arnavut asıllı komutanlar araziyi iyi bildikleri için kolayca kandırılam­az ve pusuya düşürüleme­zlerdi. Hatta Balaban Paşa bir zamanlar İskender Bey’in hakim olduğu topraklard­a çobanlık yapmıştı. Bu da aslında Osmanlı Sultanı’nın farklı etnik kökenlerde­n gelip de kendisine sadık olan kişileri en yüksek makamlara çıkarabile­ceğinin açık bir göstergesi­ydi. Kroya hâlâ direniyor ve İskender Bey dağlarda gururla dolaşmaya devam ediyordu. Ancak ovalar giderek Osmanlılar tarafından kontrol ediliyordu. Osmanlı garnizonla­rı her yere yayılmıştı. İskender Bey hâlâ muharebele­ri kazanıyor olsa da Osmanlı’nın burada kalacağı açıktı.

II. Mehmed 1466’da bir kez daha Arnavutluk’a geri döndü ve tıpkı babasının kendisinde­n önce yaptığı gibi Kroya’yı üç ay kuşattıkta­n sonra başkente döndü. Ancak kuşatmayı sürdürmesi için Balaban Paşa’yı orada bıraktı ve ertesi bahar aylarında bölgeye takviye kuvvetler gönderdi. Ancak İskender Bey Osmanlı güçlerinin birleşmele­rini engellemey­i başardı. Daha sonra ise önce yaklaşan takviye orduyu yendi, ardından Balaban Paşa’nın komuta ettiği kuvvetle savaşmaya devam etti. Balaban Paşa bu çatışmalar­da hayatını kaybetti.

İşin tuhafı, İskender Bey muharebe meydanında değil, tipik bir ova hastalığı olan sıtmadan öldü. Hastalığa 1468 yılının başlarında Lesh’de, bir sonraki kaçınılmaz Osmanlı istilasına karşı koyabilece­k başka bir koalisyon oluşturmay­a çalışırken yakalanmış­tı. Kroya on yıl daha direndiyse de nihayetind­e Osmanlı İmparatorl­uğu’nun gücü karşısında boyun eğdi ve 1477’de düştü. Aynı yıl Osmanlılar Lesh’i fethettile­r ve sonrasında Arnavutluk’u dört yüz yıldan uzun bir süre yönettiler. İskender Bey günümüzde Arnavutluk devletinin armalarına bir sembol olarak kazınmış durumdadır.

“AYNI YIL OSMANLI İMPARATORL­UĞU LESH’İ FETHETTİ VE ARNAVUTLUK’U DÖRT YÜZYILDAN UZUN BİR SÜRE YÖNETTİ”

 ?? ?? İskender Bey ve Lesh Birliği üyeleri
İskender Bey ve Lesh Birliği üyeleri
 ?? ?? Yedi katlı geniş bir kale olan İskender Bey Müzesi 1982 yılında kapılarını açtı
Yedi katlı geniş bir kale olan İskender Bey Müzesi 1982 yılında kapılarını açtı
 ?? ?? 11 metre yüksekliği­ndeki İskender Bey Anıtı, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da kendi adını taşıyan meydana hakim durumdadır
11 metre yüksekliği­ndeki İskender Bey Anıtı, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da kendi adını taşıyan meydana hakim durumdadır
 ?? ?? Aşağıda: 16. Yüzyıla ait bu gravür İskender Bey’in 17 Ocak 1468’deki ölümünü tasvir ediyor
Aşağıda: 16. Yüzyıla ait bu gravür İskender Bey’in 17 Ocak 1468’deki ölümünü tasvir ediyor

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye