NAZİLER İKTİDARA GELMESEYDİ NE OLURDU?
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki yıllarda Almanya birçok krizle karşı karşıya kaldı ama her şeye rağmen Hitler’in yükselişi garanti değildi.
ERIC WEUTZ İLE RÖPORTAJ
The City College of New York’ta görev yapan Ordinaryüs Profesör Tarihçi Eric Weitz, Weimar Germany: Promise and Tragedy ve Creating German Communism, 1890-1990: From Popular Protests to Socialist State kitaplarının yazarıdır.
Kayzer II. Wilhelm devrildikten sonra Almanya nasıl yönetildi?
Birinci Dünya Savaşı’nın son haftalarında Kiel limanında denizcilerle başlayan halk devrimi önce sanayi kentlerine, ardından tüm ülkeye yayıldı. 1918 kışında Almanya’da bir devrim yaşandı. Tüm devrimler gibi bu da çok tartışmalı bir devrimdi. Radikal uçta işçiler vardı. Fabrikalarda “sovyet” denilen işçi konseyleri kurmuşlardı ve bu konseyler tüm ülkeye yayıldı.
Bir tür radikal demokrasi talep ediyorlardı. Bolşevik komünizmi değil ama işçilerin en azından ekonomi üzerinde etkiye sahip olacağı bir sistem istiyorlardı. Ancak “Bolşevik kaosundan” ölesiye korkan daha ılımlı sosyalistler, parlamenter demokrasiyi kurmak için hızla harekete geçtiler.
Bugün Almanya’da hâlâ var olan Sosyal Demokrat Parti, liberallerle (Alman Demokrat Partisi) ve Katolik Merkez Partisi ile ittifak yaparak Weimar Koalisyonu’nu kurdu. Bu koalisyon Ocak 1919 seçimlerinde galip çıktı. Koalisyonun topladığı anayasa kongresinde bir komite atandı. Ancak Berlin’de şiddetlenen iç savaş nedeniyle komite Berlin’de değil de Weimar’da toplanabildi. Komite, 1919 yazında bir anayasa taslağı hazırladı. Weimar Cumhuriyeti işte bu taslağı temel alarak kuruldu. Bu dönem, Hitler’in şansölye olacağı 30 Ocak 1933’e kadar devam etti.
1920’lerin Berlin’inde hayat nasıldı?
Hem çalkantılı ve krizlerle dolu bir dönemdi hem de 20. yüzyılın en yaratıcı dönemlerinden biriydi. Hatta kanıtlamak mümkün olmasa da bu ikisi arasında bir ilişki olduğu söylenebilir. Bence siyasi düzenin hassaslığı, bugün hâlâ bizimle olan sanatsal kavramların gelişmesine katkıda bulundu. Özellikle Berlin merkez olmak üzere şehirlerde son derece önemli sanat deneyleri yapılıyordu.
Sanatsal modernizm, resim ve tiyatroda dışavurumculuk, 1920’lerin yeni popüler mecrası olan film ve radyo bu dönemde güçlendi. Martin Heidegger’ın Varlık ve Zaman’ı, Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ı, Bertolt Brecht ile Kurt Weill’ın Üç Kuruşluk Opera’sı… Tüm bu yenilikçi ve yaratıcı eserler Weimar Cumhuriyeti’nde yazıldı.
Kabareler de revaçtaydı ve şehir sokaklarında çok canlı bir kamusal yaşam vardı. Cinsellik hakkında çok açık tartışmalar yapılıyordu.
Amerikalılar cinselliğin açıkça konuşulmaya başlanmasının çok yeni bir şey olduğunu söyleyince gülüyorum. Almanlar bunu 1920’lerde yapıyordu.
Yani sosyal açıdan ilerici bir ortam mıydı?
Hem de nasıl! Eşcinsellik konuşuluyor, Almanya’nın son derece kısıtlayıcı kürtaj
yasasında reform yapılması tartışılıyordu. Ayrıca seks danışmanlığı sunan halk sağlığı klinikleri kurdular. Weimar Anayasası muhtemelen 1920’lerde dünyanın en demokratik anayasasıydı. Siyasette nispi temsil sistemi, Amerika’daki “kazanan hepsini alır” sisteminden çok daha demokratikti ama sonunda siyasi sistemin kilitlenmesine de yol açtı. Güvenlik güçleri bazı gösteri yürüyüşlerine aşırı tepki gösteriyordu ama genel olarak toplanma özgürlüğü vardı ve basın da özgürdü.
Bu dönemde Yahudi yaşamının gelişmesi de bir diğer özgürlük işareti. Yahudilere karşı hâlâ önyargılar vardı ve ordudaki bazı görevlere kabul edilmiyorlardı ama üniversitede profesör olmaları mümkündü.
Nazi Partisi gibi sağcı örgütler nasıl ön plana çıktı?
1920’lerin başlarında yüzlerce aşırı sağcı örgüt vardı. Çoğu küçük ve yerel örgütlerdi ama yine de baş belasıydılar. Bu gruplar büyük ölçüde, ateşkes koşulları ve Versay Barış Antlaşması uyarınca terhis edilen askerlerden oluşuyordu.
Sosyalistlerin ve komünistlerin kamusal alanlarda ve devlet yönetiminde, Yahudilerin de üst düzey pozisyonlarda yer alması bu askerleri rahatsız ediyordu. 1919’da Yahudi bir sosyal demokrat olan Bavyera Şansölyesi Kurt Eisner’a suikast düzenlediler. 1922’de Yahudi bankacı ve Dışişleri Bakanı Walter Rathenau’yu öldürdüler. Bu küçük gruplar birçok sağcı terör eylemine imza atıyordu. Naziler sonunda bu grupları Nazi Partisi altında birleştirdi. Bu, Nazilerin ilk başarılarından biriydi. 1923’te hiperenflasyon ekonomik ve sosyal hayatı altüst edince sağcı gruplar daha da büyüdü ve Naziler iktidarı ele geçirmek için ilk kez
girişimde bulundular (Münih Birahane Darbesi), ancak başarısız oldular.
Yani 1923’teki hiperenflasyondan sonra Nazi Partisi’nin yükselişi kaçınılmaz mıydı?
Aslında Weimar Cumhuriyeti’nin “altın yılları” denilen 1924-1929 arasında merkez siyasete bir dönüş yaşandı. 1928 seçimlerinde hem aşırı sağın hem de aşırı solun önemli ölçüde destek kaybettiğini görüyoruz. Naziler 1928’de küçük bir partiydi. Polisin canını sıkan bir sorundular ama gerçek bir siyasi tehdit değildiler. Hitler’in birçok Alman eyaletinde konuşması yasaklanmıştı. Büyük Buhran’ın patlak verdiği 1929’a kadar Naziler önemsizdi ama Büyük Buhran, Nazilerin yelkenlerini bir anda şişirdi. Bun rağmen 1930 seçimlerinde sadece %18 oy alabilirdiler. Bu Naziler için büyük bir şoktu. Ciddi bir seçimde yakaladıkları en yüksek oy oranı, Temmuz 1932’de alabildikleri %37,4’tü. Bu elbette yüksek bir orandı ama çoğunluğu sağlamaya yetmiyordu. Naziler Üçüncü Reich’tan önce hiçbir zaman çoğunluğa sahip olamadılar ve halkın büyük kısmının desteğini alamadılar.
Nazilerin oyları bu kadar kötüyse Hitler 1933’te nasıl Almanya Şansölyesi oldu?
Hitler’i Alman halkının iktidara getirdiğine dair yaygın bir inanış var ama bu kesinlikle yanlış. 1932’de ekonomi çökmeye devam ederken siyasi sistem de paramparça olmuştu. 1932’de üç büyük seçim yapıldı: iki parlamento seçimi ve bir cumhurbaşkanlığı seçimi. Nazi Partisi’nin aldığı en yüksek oy oranı %37,4 oldu. Kasım 1932’de seçimi yine kaybettiler ve bu kez oyları %32’ye düştü. Parti içinde Hitler’in liderliği konusunda ciddi bir hoşnutsuzluk vardı ve bence partinin dağılma ihtimali bile vardı.
Ancak sonunda Ocak 1933’te aralarında Franz von Papen, Kurt von Schleicher ve Cumhurbaşkanı’nın oğlu Oskar von Hindenburg’un da bulunduğu bir grup nüfuzlu siyasetçi, bankacı, ordu mensubu ve kamu görevlisi, Hindenburg’u ikna ederek şansölyeliğe Hitler’i atamasını sağladılar. Yani sonuçta Nazilerin iktidara gelmesinden sorumlu olanlar Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki bir grup güçlü adamdır.
Bu isimler neden Hitler’i destekliyordu?
Amaçları cumhuriyeti yıkıp yerine muhafazakâr ve otoriter bir sistem getirmek, Versay Barış Antlaşması’nı çöpe atarak Almanya’yı yeniden büyük bir güç haline getirmekti. Geleneksel muhafazakârlarla Naziler arasında bir çıkar birliği olduğunu söyleyebiliriz. Her iki taraf da diğerini kullanıyordu ama muhafazakârlar bir süre sonra Nazileri kontrol altına alamadıklarını fark ettiler.
Naziler dağılsaydı ya da Hindenburg Hitler’e karşı muhalefetini sürdürseydi Weimar Cumhuriyeti ayakta kalabilir miydi?
İyimser bir bakış açısıyla, Weimar’ın koalisyon partileri giderek daha fazla destek kazanabilir, insanlar merkez siyasi görüşlere geri dönebilir ve Almanya’da işlevsel bir sosyal demokrat parlamenter hükümet kurulabilirdi. 1930’larda aynı dönemde İsveç’te bunlar yaşandı.
Ancak Büyük Buhran Almanya’yı çok hızlı ve diğer ülkelerden daha fazla etkiledi. O sırada sosyal demokratlar tükenmiş, siyasi sistem parçalanmış ve çalışamaz hale gelmişti. Naziler iktidara gelmeden önce
Cumhurbaşkanı, deflasyonist politikasını sürdürmek için art arda acil durum emirleri imzalıyordu ama bunlar ekonomiyi daha da kötüleştirmekten başka bir işe yaramadı.
Hitler olmasaydı bile her iki senaryoda da İkinci Dünya Savaşı kaçınılmaz mıydı?
Bence Naziler iktidara geldikten sonra İkinci Dünya Savaşı kaçınılmazdı ama muhafazakârlar iktidarda olsaydı savaşın kaçınılmaz olacağını sanmıyorum. Muhtemelen yine kötü şeylerin yaşandığı bir askeri diktatörlük olurdu ama çok daha temkinli davranırlardı. Bunu nereden mi biliyoruz? Muhafazakârlar Hitler’in 1936’da Rhineland’a ve 1938’de Çekoslovakya’ya yaptığı hamleleri fazlasıyla radikal buluyordu ve bu önlemleri desteklemiyorlardı.