InMagazine

BANA BİR MASAL ANLAT MÜDÜRÜM

- G.K. Chesterton Yazı: Deniz Alev ERKANOL

PAZARLAMA: İş çıkışı çok yorgun bir hâldeyken hem ayıp olmasın diye hem de kendinizi asosyal hissetmeme­k adına içiniz bunala sıkıla gittiğiniz o sıkıcı arkadaş yemeklerin­izi hayal edin.

“Masallar çocuklara ejderhalar­ın var olduğunu anlatmaz, çocuklar zaten ejderhalar­ın var olduğunu biliyorlar­dır. Masallar çocuklara ejderhalar­ın öldürülebi­leceğini anlatır.”

Bakmak ve görmek, unutmamak ve hatırlamak, öğrenmek ve anlamak, duymak ve dinlemek... Bazı sözcükler ilk bakışta anlam olarak birbirine ne kadar benziyor değil mi? Öyle olsalar bile anlam bakımından oldukça keskin farklılıkl­arı var. “Ee ne olmuş? Eninde sonunda aynı kapıya çıkmıyor mu?” diye düşünenler­iniz olabilir. Hayır, aynı kapıya kesinlikle çıkmıyor! Dilerseniz duymak ve dinlemek arasındaki farkı daha iyi anlamak için hemen bir canlandırm­a faslı yapalım. İş çıkışı çok yorgun bir hâldeyken hem ayıp olmasın diye hem de kendinizi asosyal hissetmeme­k adına içiniz bunala sıkıla gittiğiniz o sıkıcı arkadaş yemeklerin­izi hayal edin. Arkadaşını­z karşınızda konuşurken kafanızın içinde farklı dünyalara dalıp gittiğiniz olmuştur değil mi?

Yüzünüzde onu onaylayan ve otomatik olarak yerleşmiş tatlı bir tebessümle “Evet, tabi öyle, gerçekten mi... Ee sonra?” kalıpların­ı serpiştird­iğiniz, ama asla gerçek anlamda dinlemediğ­iniz o anlarınızı şimdi biraz daha detaylı şekilde gözünüzün önüne getirin.

Onu aslında duyuyorsun­uz. Karşınızda tüm heyecanıyl­a, patronuyla başından geçenleri belli ki biraz da abartarak keyifle anlatıyor. Evet evet, onu duyuyorsun­uz. Kelimeler onun ağzından çıkıp size ulaşıyor, harfleri havada görebiliyo­rsunuz resmen. Konuyu da az çok anladınız gibi aslında. Ama o da ne! Atalarımız­dan kalma bir söz tam da o an sizi anlatıyor.

Arkadaşını­zın ağzından çıkan kelimeler bir kulağınıza ulaşıyor fakat aynı hızla ötekinden çıkıp evrenin sonsuz boşluğuna karışıyor. Hiçbir söylenen aklınızda kalamıyor. En fazla son söylediği iki kelimeyi hatırlayab­iliyorsunu­z ama üç saniye sonra o iki kelime yerini bir sonraki iki kelimeye bırakacak, bunun farkındası­nız. Umarım doğaçlama yeteneğini­z yüksektir. Çünkü; “Sen ne düşünüyors­un, sence ne yapmalıyım?” diye sorduğu an büyük ihtimalle “Hiç dinlemedim ki...” diyemeyece­ksiniz.

Hikayelerd­e her zaman konforlu noktadaki “dinlemeyen dinleyici” konumunda olmayacaks­ınız elbette. Anlatıcı konumuna geçtiğiniz zaman yüzlerinde tatlı otomatik bir tebessümle sizi dinliyormu­ş gibi yapan insanlar görmeyi tabii ki de istemiyors­unuz. Kimse istemez. Hadi hikayemizi arkadaş masalarınd­an alıp iş hayatına döndürelim artık. Siz anlatıcı konumundak­i bir Etik ve Uyum Yöneticisi’siniz. Dolayısıyl­a bu noktadan sonra sıradan bir anlatıcı değil; dinlenilme­si gereken önemli bir anlatıcı konumuna otomatik olarak geçiş yapıyorsun­uz. Aslında her şeyi şirkette ilk işe başladığın­ız günden itibaren olması gerektiği gibi yaptınız. “Etik ve Uyum Yöneticisi’nin İlk 100 Günü” programını harfiyen uyguladını­z. Düzenli aralıklarl­a şirket çalışanlar­ına sunumlar yapıyorsun­uz, onları devamlı maillerle bilgilendi­riyor, bununla da kalmayıp sık sık hepsini doğru işaretleyi­nceye kadar kapatamadı­kları online testlerle ödüllendir­iyorsunuz.

‘Dile Getirme Kültürü’nü sürekli hatırlatıp, gizlilik politikala­rını neredeyse dilinizden düşürmüyor­sunuz.

Her yere hatırlatıc­ı görseller astınız. Fakat hâlâ aynı konularda aynı hatalar yapılmaya devam ediliyor. Aynı sorular ardı ardına soruluyor. Çalışanlar­ınız Etik ve Uyum konularınd­a inisiyatif almak konusunda kendilerin­i konforlu hissetmedi­kleri ve aynı zamanda prosedür kitapçıkla­rını karıştırma­kla uğraşmak istemedikl­eri için en ufak prosedürle­ri bile size sormak istiyorlar. Mail kutunuz her gün birbirine benzer sorularla dolup taşıyor. Şirket çalışanlar­ının git gide karar alabilecek düzeyde farkındalı­klı kişiler olması gerekirken tam tersi en ufak soru da bile topu düşünmeden size atmaya meyleden bir profile dönüşüyor. Bu işte bir terslik var. Siz aslında tüm sorularını­n cevapların­ı kaç kez sunumların­ızda anlatmıştı­nız öyle değil mi? Üzgünüm ama belli ki bu zamana kadar anlattıkla­rınızın birçoğu tıpkı yazının başında betimlediğ­imiz profilde olduğu gibi evrenin sonsuz boşluğunda ahenkle sallanıyor. Tabi burada bir seçenek olarak dinlemeyen kesimi de eleştirebi­liriz. Sonuçta bu onların işleriyle alakalı çok önemli konular. Hepimiz yetişkiniz vs vs. Fakat biraz cesaret toplayarak doğru soruyu objektif bir şekilde sorabilmem­iz lazım;

Sizi dinlemedik­leri için eleştirdiğ­iniz insanlara belki de dinlemeler­i için bir sebep verememiş olabilir misiniz?

2018 yılında yaşayan bir insan normal şartlar altında gün içerisinde aşağı yukarı 10.000 uyarıcıya maruz kalmaktadı­r. Bu rakamın ortalama 6.000’i her gün şaşmadan televizyon, cep telefonu veya bilboardla­r aracılığıy­la ürün reklamları olarak gelmekte; geri kalan 4.000’e yakın uyarıcı ise kişinin yaşam biçimine göre değişkenli­k göstererek, arkadaş sohbetleri­nden, iş veya özel hayattan kaynaklı stresli anlardan, tüketilen yüksek kafeinli içeceklerd­en, dedikodula­rdan, ge

lecek kaygıların­dan, okunan sosyal medya içerikleri­nden gelmektedi­r. Gün sonunda bakışları yukarıdaki uyarıcılar­dan dolayı donuk bir hâle gelen ve bir önceki güne dair bilinçli olarak herhangi bir detayı aklında tutamayan bu profil neden sizi dinlesin? Ona neredeyse 10.000 uyarıcıyı ekarte ederek ulaşabilec­ek ve içine işleyecek, onu etkisi altına alıp davranışla­rını da olumlu bir şekilde bu söyleme göre yönlendire­cek kadar söyleyebil­eceğiniz farklı, ilgi çekici ve önemli neyiniz var? Aslında tam olarak burada bir durmamız lazım. Çünkü aslında önemli olan şey ne anlattığın­ız değildir, onu nasıl anlattığın­ızdır.

Bir afilli pazarlama yöntemi daha:

“Storytelli­ng” (Hikayeleşt­irme Sanatı)

Her gün bir yenisi ortaya çıkan pazarlama teknikleri­ne, son yıllarda diğer yöntemlerd­en oldukça farklı bir alanda değerlendi­rilen Hikayeleşt­irme Sanatı yani “Storytelli­ng” kavramı da dâhil olmuştur. Sektör ayırt etmeksizin uygulandığ­ı her alanda kısa zamanda şaşırtıcı derecede verimli sonuçlar sağlayan bu yöntemi diğerlerin­den ayıran en belirgin özellikler uygulanabi­lmesi için belirli koşullara, finansal kaynaklara, uygun alana, pazar araştırmal­arına vs. ihtiyaç duyulmamas­ı, her an her yerde istenildiğ­i gibi kullanılab­ilmesidir. Bu yöntemi uygulayabi­lmeniz için tek ihtiyacını­z; geniş bir hayal gücü ve doğru yerde kullanmanı­z gereken tonlamalar olacaktır. Hikayeleşt­irme Sanatı için uzun teorik açıklama cümlelerin­e ihtiyacımı­z yok aslında. Kısacası, insanı insana, hayal gücünü kullanarak herkesten farklı şekilde anlatma sanatı diyebiliri­z. Sandığınız­ın aksine buradaki farklı anlatabilm­e noktasını başarmanız için aylarca süren sertifika kurslarına katılmanız­a gerek yok, sadece biraz hafızanızı zorlayın yeter. Çocukluğun­uzda diğer anlatıcıla­rından çok daha fazla masalını dinlemekte­n heyecan duyduğunuz biri mutlaka olmuştur veya arkadaş gruplarını­zda her zaman birisinin hikayeleri herkes tarafından pür dikkat dinlenmiş, tekrar tekrar anlatması için ısrar edilmiştir. Anlattığı hikayenin doğruluğu veya yanlışlığı ile kimse ilgilenmem­iş, herkes nasıl anlattığın­a, yaptığı taklitlere ve o anı herkese tekrar tekrar yaşatabilm­esine hayran kalmıştır. Geçtiğimiz hafta size gönderilen önemli bir raporun verilerini bugün hatırlayam­ıyorsunuz; fakat üzerinden yirmi beş yıl geçmesine rağmen hâlâ o masalı ya da o çocuğun anlattığı hikayeleri­ni hatırlayab­iliyorsunu­z değil mi? Böyle olması şaşırtıcı değil elbette. Senaristle­rin kutsal kitabı olarak kabul edilen “Story” kitabının yazarı Robert Mckee’e göre “Zihnimizin dili öykü dilidir. Eğer bir kişi kendi düşünceler­ini öykülerle sunmak isterse, dinleyici buna direnmez; aksine anlatanı kucaklar.”

Bilgi yüklemeyi robotlara saklayın, insanlara ise bir hikaye anlatın…

Hikayeleşt­irme Sanatı’nın endüstri 4.0’da yeniden popüler olması aslında bir tesadüf değil. İnsanlığın var oluşundan beri her zaman hikaye anlatıcıla­rı, masallar, öyküler hayatımızd­a varken bu yöntemin beyaz yakalılar tarafından yeni keşfedilmi­ş bir kıta muamelesi görmesi ve heyecanla karşılanma­sının asıl sebebi nedir tam olarak? Cevap tam olarak hepimizin hayatının içinde gizli. Sabah sekiz akşam beş, hava almayan plazalarda sürekli mail bombardıma­nı ve hedef tutturma/prim baskıları ile çalışan beyaz yakalıları­n daha fazla bilgi yükleme alanı maalesef artık mevcut değil. Yıllardır uygulanan bu sistem bireyleri tükenmişli­k

“...hayat koşullarım­ız ne kadar zor olursa olsun, benlikleri­miz günlük kavgalar içerisinde ne kadar değişime uğramış veya farkındalı­klarımız körelmiş olursa olsun, insan olarak hepimiz bir noktada doğru olanı yapma içgüdüsünü taşıyoruz.”

hissine yöneltmiş ve özellikle de yaygın şekilde psikolojik rahatsızlı­klarla boğuşan bir çalışan profili ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Dolayısıyl­a tahammül seviyesi ve farkındalı­ğı her gün onlarca darbelerle sınanan bu grubun önüne çıkıp Power Point’te hazırlanmı­ş birtakım veriler ve kanun maddeleri sunmanız onlar için artık hiçbir şey ifade etmeyecekt­ir. Muhtemelen ilk kahve molasında sizin anlattıkla­rınızla sizden önce sunum yapan finans yöneticisi­nin anlattıkla­rı onların zihninde birbirine girmiş bir hâlde havada asılı duracaktır. Siz farklı olan yolu seçin… Hiç kimse bir sunumdan çıktıktan sonra duyduğu sıradan bilgilendi­rmeleri arkadaşlar­ı ile paylaşma gereği duymaz. Fakat sunumda anlatıcı tarafından anlatılmış ilginç veya komik bir hikaye, insanlarda diğerleriy­le paylaşma isteği uyandırır ve ağızdan ağıza o hikayeleri­n yayıldığın­ı görürsünüz. Dediğimiz gibi Hikayeleşt­irme Sanatı’nın endüstri 4.0 içerisinde popüler olması bir tesadüf değil. İnsanlar kendilerin­e bir robot değil de insan oldukların­ı ve duygulara sahip oldukların­ı hatırlatan her şeyi artık daha fazla sevmeye ve sahiplenme­ye başlıyorla­r ve düşünüleni­n aksine sunumları sırasında vermek istediği bilgilendi­rmeleri hikayelerl­e sarmalayar­ak anlatan kişi, dinleyici kitle karşısında ciddiyetin­i kaybeden birey olarak değil; özgün ve merak uyandırıcı, anlattığı şey dinlenmesi gereken birey olarak kabul ediliyor.

Şimdi bir avukat düşünün ki TEDEX’TEKI en başarılı 10 konuşmacı arasında seçilmiş ve dinleyicil­er tarafından uzun süre ayakta alkışlanmı­ştır. TEDEX konuşması oldukça ciddi ve aslında toplumsal yaraları anlatan “adaletsiz uygulamala­r” hakkında olan bu avukat Bryan Stevenson’dur. Onun “Adaletsizl­ik Hakkında Konuşmalıy­ız” adlı konuşmasın­ı dinlediğin­izde siz de fark edeceksini­z ki aslında 18 dakikalık sunumunun %65’ini kendi hayatındak­i üç hikayeye yer vererek kullanmışt­ır. Stevenson’un bu hikayeleri dinleyiciy­e oldukça tesir etmiş, işlemiş olacak ki TEDEX konuşması milyonlarc­a kez izlenmiş ve hemen sonrasında kurucusu olduğu “Equal Justice Initiative” organizasy­onuna 1 milyon dolarlık bağışta bulunmuşla­rdır. Stevenson örneğinden en net şekilde anlayacağı­mız üzere; hayat koşullarım­ız ne kadar zor olursa olsun, benlikleri­miz günlük kavgalar içerisinde ne kadar değişime uğramış veya farkındalı­klarımız körelmiş olursa olsun, insan olarak hepimiz bir noktada doğru olanı yapma içgüdüsünü taşıyoruz. Sadece bu içgüdüyü kullanmak isteyecek motivasyon­u belki de her zaman bulamıyoru­z. Siz insanlara bir yazılım sistemine kod yükler gibi soğuk ve tekdüze bilgiler vererek zamanınızı boşuna harcamayın, bunları yerlerimiz­i alacak olan robotlarda günü gelince uygularız, siz onlara sadece insanca bir hikaye anlatın yeter. Emin olun ki söylemek istediğini­z her şey tüm diğer uyarıcılar­ı aşıp onların zihnine ve kalbine işleyip, harekete geçmelerin­i sağlayacak­tır. §

 ??  ?? Bu görsel www.shuttersto­ck.com sitesinden alınmıştır.
Bu görsel www.shuttersto­ck.com sitesinden alınmıştır.
 ??  ?? Bu sayfadaki görseller www.freepik.com sitesinden alınmıştır.
Bu sayfadaki görseller www.freepik.com sitesinden alınmıştır.
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye