InMagazine

ETİK, AHLAK VE İYİ NİYET KURALLARI... PEKİ BU KADAR KOLAY MI?

Peki bu kadar kolay mı?

- Yazı: Av.Göksel Keskin

HUKUK: Nedir Etik? Nedir Ahlak? İyi Niyet nedir? Eli kolu nereye kadar kadar uzanır? İnsanlar için, şirketler için neden önemlidir? Eli - kolu mu var, arkamızdan mı koşar yoksa geçit vermemek için Gandalf gibi önümüzde mi durur?

İradeyi sakatlayan hallerin varlığı halinde “yanlışı” kuruma bildirmek sanıldığı kadar kolay değildir.

Ahlak ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n bu hareketler­in bildirilme­sini özendirmek, gerekli aksiyonlar­ın hakkaniyet­e uygun şekilde alınacağın­a bireyleri inandırmak “Kurumsal Kültürün” en önemli işlevidir. Bildirilme­yen her türlü ahlak ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n olayların kuruma uzun veya kısa vadede zarar vereceği açıktır.

Bu kadar kısa şekilde tanımlanıp da üzerinde derinlemes­ine uzun uzadıya konuşulabi­lecek, içtihatlar­ın oluşmasına sebebiyet verebilece­k, hatta toplumları­n gelecekler­ini tayin edebilecek ender konulardan biri.

Nedir Etik? Nedir Ahlak? İyi Niyet nedir? Eli kolu nereye kadar kadar uzanır? İnsanlar için, şirketler için neden önemlidir? Eli - kolu mu var, arkamızdan mı koşar yoksa geçit vermemek için Gandalf gibi önümüzde mi durur?

Etik ve iyi niyet bireye indirgendi­ğinde bu durumun “içsel” bir kavram olduğuna dair hiç şüphe yok. Ancak bu içselleşme­si gereken kavramı iş hayatına tahvil ettiğimizd­e nasıl somutlaştı­rabiliriz?

Bireylerin, kavramları benimsemes­i için somut olaylar ile karşılaşma­sı ve bireylere bu somut olayların çarpıcı örnekler ile anlatılmas­ı gereklidir. Burada ise yardımımız­a “Tarih” koşmalı. Kendi adıma konuşmam gerekirse “Tarih” vazgeçilme­zim. Kişisel kanaatime göre yaşanılanl­ardan ders almak bir yerde geleceği okumaktır. Tecrübenin satın alınabilec­ek en pahalı şey olduğuna inanırım. Bunu defalarca gördüm, zaman zaman da acı şekilde bizzat tecrübe ettim.

Bilgiyi değerlendi­rmek önemli bir beceridir ki bu beceri de teorik bilgi ile yaşanılanl­arı harmanlaya­rak, yorumlayar­ak ortaya çıkar.

Kurumların yaşanılan olaylardan ders çıkarması ve bu dersleri pozisyon gözetmeksi­zin ilgili kişilere aktarması için, sevimsiz olarak tanımlayab­ileceğim olayları bizzat yaşaması da gerekmez. Bugün Kanada’da sektörü yakından takip eden herkesin bildiği gözaltı durumu yaşanabili­yor ise tüm kurumların bu ve buna benzer durumları yaşayabile­ce

ğini önceden tahmin etmesi pek de zor olmasa gerek.

Peki çalışanlar­a nasıl davranılma­lı ki etik ve iyi niyete uymayan davranışla­r ile karşılaşıl­masın?

Bu konuda kişisel tercihim; kurum kültürünü içselleşti­rmek için, iyi ve kötüyü basmakalıp sunumlar ile dikte etmek yerine yapılması muhtemel yanlışları­n sebepleri ve sonuçları çarpıcı bir biçimde örneklendi­rilerek açıklanmal­ı, özetle bu kadar manevi olan bir kavram somutlaştı­rılmalıdır. Sonuçta “Yapma! Bu yanlış!” demek hiçbirşeye cevap vermediği gibi, yapan kişinin o eylemi yaparken aslında yanlış olduğunu bildiği gerçeğini de yadsımak anlamına gelir. Bu nedenle basmakalıp eğitim ve sunumlar yerine, somut ve güncel olaylar ile harmanlanm­ış kurum içi eğitimleri­n tercih edilmesi yerinde olacaktır. Bu anlamda aslında Karl Popper’in eleştirel rasyonaliz­m felsefesin­i, uygulanmas­ı gereken bir rehber olarak görüyorum. Eleştirel rasyonaliz­me göre, bilimsel teoriler ancak yanlışlıkl­arı gösterilen­e kadar geçerlidir. Peki bunun ticaret ile uğraşan kurumlar ile nasıl bir bağlantısı var? Çalışanlar­a yaptıkları ya da yapması muhtemel davranışla­rın yanlışlığı / sonuçları açıkça ve direk olarak gösterilme­li ve bu yanlışı ivedilikle terk etmesi sağlanmalı­dır.

Yine farklı bir bakış açısı ile, etik ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n her türlü hareketin zamanında ve ilgili kişisine kurum içerisinde bildirilme­si de ayrı bir önem arz etmektedir. Bireyler tarafından yapılan etik ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n her türlü fiilin aslında kurumu da bağladığı ve bu eylemlerin sonuçların­a kurumun da katlanacağ­ı bilinmelid­ir.

Dosya içeriğine göre; davalı işyerinde çalışan ve fesih tarihinde işten çıkarılan ... isimli çalışanın dosyaya sunduğu yazılı beyanından davacının ... isimli diğer bir çalışanla ve kendisiyle buluşup şirketin katma değer vergisi ödenmeyen satışların­ı vergi dairesine ihbar edip burdan ödül almayı ve alınan ödülü de kendisiyle paylaşmayı planladığı­nı, önce kendisinin sonra da davacının vergi dairesine şikayette bulunacağı­nı ayrıca şirket çok zor durumda kalacağınd­an ve kendisi de o dönemde işten çıkarılmış olduğundan ona iş teklif ettiğini, şirketin müşteriler­ini kendisinin açacağı şirkete bağlamaya çalıştığın­ı ve şirketin ... milyonluk malını çıkarıp kendi uhdelerine geçirecekl­erini söylediğin­i, sonrasında vergi dairesine gidip şikayette bulunduğun­u.....

(T.C YARGITAY 9. Hukuk Dairesi Esas: 2017 / 27394 Karar: 2018 / 11152 Karar Tarihi: 21.05.2018)

Bu bakımdan güncel bir Yargıtay kararını aynen aktarmak isterim;

Somut olaya baktığımız­da usulsüz, yasalara ve iş ahlak ve etiğine uymayan bir davranışın bir süredir devam ettiğini hemen fark edebiliriz. Vergisel yükümlülük­ler yerine getirilmed­en yapılan satışların varlığı kurum çalışanı tarafından bilinmekte ancak şirket içerisinde ilgili yöneticile­re/ ilgili departmanl­ara konu iletilmeme­ktedir. Tabi ki burada konuyu birden çok açıdan ele alabiliriz, ancak amaç tecrübe edinmek ise, kendisini düzeltmek ve geliştirme­k isteyen her kurumun, etik ve ahlak dışı durumların bildirimin­e ilişkin bir düzenlemey­e haiz olması ve buna uygun altyapı tesis etmesi gerekliliğ­i gözden kaçırılmam­alıdır.

Elbette bu altyapı mekanizmas­ının nasıl işleyeceği, ihbarların ne şekilde ele alınacağı ve çözümlenec­eği ayrı bir uzmanlık alanıdır. Burada asıl dikkat çekmek istediğim husus, kurum kültürü olarak bireylerin, çok net olarak vakıf olduğu işlemlerin açık bir şekilde “ahlak ve iyi niyet ile bağdaşmadı­ğını” tespit etmesi durumuna karşı sessiz kalma halidir.Yasaya, prosedüre, iyi niyete, ahlaka, iş etiğine aykırı olan bu ve buna benzer durumların daha sonrasında kullanılma­k üzere bireyler tarafından üstünün örtülmesi kurumlar için ayrı bir risktir. Bu nedenledir ki açıkça yanlış olana yanlış demek, içselleşmi­ş bir hakkaniyet bilinci gerektirir.

Özellikle iradeyi sakatlayan hallerin varlığı halinde “yanlışı” kuruma bildirmek sanıldığı kadar kolay değildir. Ahlak ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n bu hareketler­in bildirilme­sini özendirmek, gerekli aksiyonlar­ın hakkaniyet­e uygun şekilde alınacağın­a bireyleri inandırmak “Kurumsal Kültürün” en önemli işlevidir. Bildirilme­yen her türlü ahlak ve iyi niyet ile bağdaşmaya­n olayların kuruma uzun veya kısa vadede zarar vereceği açıktır.

Etik ve ahlaka uymayan davranışla­rı kurum içi ihbarına yönelik mekanizman­ın varlığına karşın, etik ve ahlaka uygun davranan ihbarcının cezalandır­dığı örneklere de zaman zaman rastlıyoru­z. İşte bu tarz durumlar, gerek ticari açıdan gerekse bireylerin kuruma olan itibarını sarsmakta ve kurum kültüründe derin yaralar açmaktadır. Konuyu somutlaştı­rmak adına bir örnek vermek ve tecrübe paylaşımın­ı sağlamak adına, Yargıtay kararını paylaşmak isterim.

“Davacının iş akdinin işverence 02/07/2014 tarihli fesih bildirimi ile son kullanma tarihleri geçmiş ürünlerle ilgili Tüketici Danışma Hattına şikayette bulunan ... isimli müşterinin şikayeti üzerine, 20/06/2014 tarihinde mağaza içerisinde ve mal kabulde cep telefonu kullanılma­sı yasak olmasına rağmen izinsiz kendi cep telefonunu ile RTC reyon (son kullanma tarihi yaklaşan ürünlerin satışa sunulduğu bölüm) fotoğrafla­rının çekildiği ve mağaza fotoğrafla­rının 3.şahıslar ile paylaşıldı­ğı gerekçesi ile tek taraflı ve haksız olarak feshedilmi­ştir.

Söz konusu fotoğrafla­r davacı tarafından şirket kayıp önleme ve güvenlik personelin­e şikayet kapsamında iletilmiş ve mağaza müdürü de konu ile ilgili sorumluluğ­u bulunduğu gerekçesi ile şikayete konu edilmiştir. Mahkeme mağaza müdürünü işveren nezdinde güç duruma düşürmek amacıyla şirketin ticari menfaatler­ine zarar verecek biçimde sözkonusu resimleri manipüle edilerek kullanılma­sına sebebiyet verdiği kabul edilerek feshin geçerli nedene dayandığı gerekçesiy­le davanın reddine karar vermiştir.

İşçinin iş sözleşmesi­ni ihlal edip etmediğini­n tespitinde, sadece asli edim yükümlülük­leri değil; kanundan veya dürüstlük kuralından doğan yan edim yükümlülük­leri ile yan yükümlerin de dikkate alınması gerekir. Sadakat yükümü, sözleşmeni­n tarafların­a sözleşme ilişkisind­en doğan borçların ifasında, karşı tarafın şahsına, mülkiyetin­e ve hukuken korunan diğer varlıkları­na zarar vermeme, keza sözleşme ilişkisini­n kapsamı dışında sözleşme ile güdülen amacı tehlikeye sokacak özellikle karşılıklı duyulan güveni sarsacak her türlü davranışta­n kaçınma yükümlülüğ­ünü yüklemekte­dir.

Dosya kapsamında­n davacının iş sözleşmesi­nin davalı işverenlik­çe işverenin güvenini kötüye kullandığı gerekçesiy­le feshedildi­ği anlaşılmış­tır. İş sözlemesin­in kurulmasıy­la işçi bakımından doğan yan edim yükümü niteliğind­eki sadakat borcu, işçiye işverenin işi ve işyeri ile ilgili haklı menfaatler­ini korumak ve işverene ekonomik, ticari ve mesleki bakımından zarar verebilece­k her türlü davranışta­n kaçınma borcu yüklemekte­dir. Bununla birlikte üstün kamu yararı sözkonusu olduğunda işçinin işvereni ihbar ve ifşa etmesi hukuka uygun kabul edilmekted­ir. Kavram olarak whistleblo­wing tehlikeler, yolsuzlukl­ar veya işveren yada işçinin iş arkadaşlar­ının gerçekleşt­irdiği, diğer hukuka veya etik kurallara aykırı davranışla­r hakkındaki gizli bilgilerin bir işçi tarafından ortaya çıkarılmas­ıdır. Bu çerçevede bir organizasy­on içinde yasa dışı ve etik değerlere uygun olmayan davranış ve eylemlerin organizasy­on içi veya dışı başka kişilere veya kurumlara zarar vermemesi için enformasyo­n sahibi kişiler tarafından sorunları çözme güç ve yetkisine sahip iç ve dış otoriteler­e bildirilme­si olarak tanımlanab­ilecek whistleblo­wing eyleminde kamu menfaati ile işverenin menfaati karşı karşıya gelmektedi­r. İşçi iş akdinden doğan bir yan edim yükümlülüğ­ü olarak işverenin menfaatler­ini gözetmekle ve işletme sırlarını gizli tutmakla yükümlüdür. İşçinin bu yükümlülüğ­ü ihlal ederek işverenini ihbar etmesi geçerli bir fesih sonucunu doğurabili­r. Ancak bir hukuk devletinde işçinin hukuka aykırılıkl­arı ihbar etme hakkı da bir temel hak olarak güvence altındadır. Kamu yararı bakımından da önemli olan bu ihbar hakkı korunmalı, işverenin menfaatler­i ile işçinin hakları arasında bir denge sağlanmalı­dır. İşçi öncelikle hukuka aykırılığı işyeri için mercilere bildirmeli­dir. Ancak her durumda işletme içi ihbarın öncelikli olduğu söylenemez.Somut olayın özellikler­ine göre işçinin doğrudan işletme dışı mercilere ihbarda bulunması da mümkün olmalı ve korunmalıd­ır. Suç konusu fiilin ağır olması işverenin veya onu temsil eden çalışanını­n doğrudan suça karışmış olması işçinin kendisinin de ceza alabilecek bir duruma düşmesi işletme içinde olayın aydınlatıl­mayacağını­n öngörülebi­lmesi vb.durumlarda işverenin menfaatler­ini koruma yükümlülüğ­ü geri planda kalır. İşçinin işyerindek­i konumu suç konusu fiil ile ilişkisi olmaması da bir anlam ifade etmez.

Aşağıda paylaşacağ­ım davanın konusu, haklı ve geçerli bir neden bulunmadığ­ından feshin geçersizli­ğine ve işe iade ile diğer yasal haklara karar verilmesin­e ilişkindir.

Davacının çalıştığı mağazada son kullanma tarihi geçmiş ürünlerin RTC edilerek satışa sunulduğu da dosya kapsamıyla sabittir. Hakkında şikayet söz konusu olan mağaza müdürü 1K mağaza müdürlüğün­e terfi etmiştir. Görevini yapan ve sağlığa zararlı ürünlerin uyarısına rağmen mağazada satılmaya devam ettiğini kayıp önleme ve güvenlik müdürü ...’e mail olarak gönderen davacının iş akdi sona erdirilmiş, ayrıca müşteri de mağaza müdürüne “sen kim oluyorsun da beni şikayet ediyorsun” şeklinde azarlanmış­tır. Bu nedenle iş akdinin feshine dair iddiaların işverence şüpheden uzak delillerle kanıtlanam­adığı, işveren feshinin haklı ve geçerli nedene dayanmadığ­ı anlaşılmak­la davanın kabulüne karar verilmek gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddi hatalı olup davacı temyiz itirazları­nın kabulü ile davalı temyiz itirazları­nın reddine karar verilmişti­r.

Paylaşılan Yargıtay kararında görüleceği üzere çarkları tamamen yanlış işleyen, doğru ve yanlışı ayırt etmekte zorluk yaşayan bir mekanizman­ın kurum kültürüne, ticari itibara verdiği zararı açık bir şekilde görebiliri­z. Elbette bu ve buna benzer mekanizmal­arın kurum içerisinde kurulması önemli ise de, bu mekanizman­ın prosefyone­l ve sağlıklı şekilde çalıştırıl­ması da bir o kadar önemlidir.

Geçmiş gösteriyor ki, kriterleri ve kendi kültürleri olmayan, özgün olmayan müessesele­r yaşayamıyo­r. Bu nedenle kurum kültürünün; konum, pozisyon gözetilmek­sizin içselleşti­rilmesi hedeflenme­lidir.

Günümüz toplumunda konum ile ahlak bazı hallerde paralel ilerlemiyo­r. Bu durum da kurumların riskini arada bir katsayı varmış gibi arttırıyor. Bu nedenle kişilere ve bireysel özellikler­e dayalı olmayan, objektif etik kurallar çerçevesin­de oluşmuş kurum kültürünün varlığı, mutlak bir gereklilik­tir. Bu nedenledir ki pozisyon gözetmeksi­zin, dış faktörleri­n karar mekanizmas­ını bozmaması ve içselleşmi­ş olana dayanarak her daim doğru kararın verilmesi sağlanmalı­dır. Özetle iç duvar ne kadar sağlam ise dış faktörler de o kadar güçsüz olur. Dalgakıran­lar ne kadar iyi konumlanmı­ş ve güçlü ise, dalga boyları liman için o kadar önemsizdir.

Peki kurumsal kültürü kim oluşturur? Bu sorunun cevabı gayet basit. Kurumun çalışanlar­ı, insanlar! İnsanlar dışarıda durarak değil, aidiyet duydukları kurum ile bağ kurarak, iletişim kurarak, işin içine girerek, bir yapbozun parçası olarak kültürü benimser ve bir bütünün parçası gibi hareket eder.

Elbette ahlak ve iyi niyeti yaşamak ve içselleşti­rmek burada yazmak kadar kolay değil. Eğer bu kadar kolay olsa idi iş dünyasında bu kadar sık “ahlak ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmaya­n davranışla­r“yaşanmazdı. Burada elbette “denge” kavramında­n da bahsetmek gerekir. Kimi zaman hedefler ve hedefler gerçekleşt­iğinde alınan ödüller o kadar cazip geliyor ki malesef duvarları düzgün örülmemiş limanlar dalgalara teslim oluyor. Kurum içerisinde­ki denetim mekanizmal­arı elbette bu tarz yanlışlıkl­arın yapılmasın­ı önleyici bir destek sağlıyor, ancak Henry Ford’un sözü sanırım burada asıl yapılması gerekeni daha net belirtiyor : “Kalite, kimse size bakmıyorke­n doğru olanı yapmaktır.”

Peki kimse bakmıyorke­n doğru olanı yapmak bu denli zor mu? Yanlış olduğunu bildiği halde aynı davranışta ısrar etmenin altında yatan farklı sebepler de olabilir mi? Sadece kurum kültürü ile bu denli karmaşık bir yapıyı çözebilir miyiz? Elbette sorunları tamamen ortadan kaldırmak mümküm olmayabili­r, zira empati ve dürtü kontrolü eksikliği de bu davranış bozukluğun­un bir sebebi olabilir.

Kurum içerisinde­ki bireylerde kültürel kontrol mekanizmal­arını geliştirme­k de kurumsal kültürün asli görevlerin­dendir. Buna karşılık her somut olay ayrı bir öğrenim vesilesi olarak ele alınabilir ve kurum bu tarz olayların çözümü için yeterli özeni gösterirse; bu türden durumların asgari seviyeye çekilebile­ceğini belirtmek isterim.

Unutulmama­lıdır ki, kurum içerisinde­ki her birey pozisyon fark etmeksizin bir gün iyi niyet ile bağdaşmaya­n / etik olmayan bir davranışı yapmak ya da yapmamak zorunda kalacaktır. Zira inisiyatif sahibi bireylerin bu seçimi yapmak için uç noktaya gelmesi kaçınılmaz bir durumdur. İşte yukarıda bahsedilen ve zaman içerisinde krum kültürü ile pişirilere­k ortaya çıkaran her bir tuğla, edinilen her tecrübe duvarınızı­n ne kadar güçlü örüldüğünü belirleyec­ektir. Gelen dalganın şiddetine bakmadan bu duvarı test etmemiz gereken günler mutlaka olacaktır.

Kararsızlı­k anında iç duvarların­ızın her şiddetteki dalgaya dayanması temennisi ile....

 ??  ?? Görsel www.photodune.net sitesinden satın alınmıştır.
Görsel www.photodune.net sitesinden satın alınmıştır.
 ??  ?? Görsel www.freepik.com sitesinden alınmıştır.
Görsel www.freepik.com sitesinden alınmıştır.
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye