YOLSUZLUKLA BİTMEYEN KAVGA
HUKUK: Yolsuzlukla mücadelenin en etkin yollarından biri, buradan elde edilen gelirlerin gözetim altına alınmasıdır. Bu açıdan 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Önlenmesi Hakkında Kanunu temel kaynak niteliğindedir.
OECD çatısı altında yürütülen kurumsal çalışmalar ile üye ülkelerin konuyu iç hukuklarına nasıl iktisap ettikleri ve ne şekilde uyguladıkları düzenli olarak gözetim ve denetim altında tutulmaktadır. Keza OECD tarafından üye ülkelere bir takım tavsiyeler verilmekte, bu tavsiyelerin ne şekilde ele alındığı da ayrıca gözetim ve denetim altında tutulmaktadır.
Ülkemizde yolsuzlukla mücadele konusunda çerçeve bir yasal düzenleme bulunmayıp bu konudaki regülasyonu oluşturacak ayrı bir idari otorite de bulunmamaktadır. Hal böyle olunca, gerekli kurumsal mekanizmaları tesis etmiş olan az sayıda firma hariç olmak üzere ülkemizde faaliyet göstermekte olan çoğu firma açısından yolsuzluk, hâlâ yeterince ilgi çekici değildir. Bir önceki yazımızda yolsuzluk ve uyum ile ilgili dünya uygulaması ile kurumların uyum programlarını oluştururken dikkate almaları gereken temel prensiplerden bahsetmiştik. Bu yazımızda ise yolsuzlukla mücadele bağlamında temel hukuki düzenlemeleri paylaşacağız.
Dünyadaki Düzenleme ve Uygulamalar
Ülkemizin de tarafı olduğu temel olduğu milletlerarası sözleşmeler (iç hukukuna iktisabı sırasıyla) şunlardır:
2000: OECD Konseyi - Uluslararası Ticari İşlemlerde Yabancı Kamu Görevlilerine Verilen Rüşvetin Önlenmesi Sözleşme (4815 s.k - RG:23956)
2003: Avrupa Konseyi – Yolsuzluğa Karşı Özel Hukuk Sözleşmesi (4852 s.k – RG: 25088)
Birleşmiş Milletler – Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Sözleşme UNTOC (4800 s.k – RG: 25014)
2004: Avrupa Konseyi – Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesi (5065 s.k – RG: 25352)
Avrupa Konseyi – Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması, Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konmasına İlişkin Sözleşme (5191 s.k – RG:25500)
2006: BM - Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi UNCAC (5506 s.k – RG:26177)
OECD çatısı altında yürütülen kurumsal çalışmalar ile üye ülkelerin konuyu iç hukuklarına nasıl iktisap ettikleri ve ne şekilde uyguladıkları düzenli olarak gözetim ve denetim altında tutulmaktadır. Keza OECD tarafından üye ülkelere bir takım tavsiyeler verilmekte, bu tavsiyelerin ne şekilde ele alındığı da ayrıca gözetim ve denetim altında tutulmaktadır.
Bu kuralların şirketlere yansıması ise ICC (Milletlerarası Ticaret Odası) eliyle sağlanmaktadır. Kurumun yayımlamış olduğu tavsiye kuralları işletmelere, geçerli ulusal mevzuat ve başlıca uluslararası yasal belgeleri temel alarak, bir kendi kendini düzenleme yöntemi sunmak üzere tasarlanmıştır[1]. Bu çerçevenin en temel kaynağı ise kuşkusuz yukarıda belirtilen milletlerarası sözleşmeler sistemi ile örülen hukuki altyapıdır. Kurum tarafından 2011 yılında yayımlanmış ve halen geçerli olan Yolsuzluk Mücadele Kuralları kapsamında şirketler açısından uygun davranış kurallarını, bu kurallara uyumlu olarak faaliyetlerini sürdürmek amacıyla kabul etmeleri gereken temel politikaları ve etik programlarının olması gereken temel unsurlarını düzenlemektedir.
Bu hukuki çerçeve içerisinde, yolsuzluk siyasi ve sosyal boyutlarına ilaveten, serbest piyasadaki adil rekabetin önünde bir engel olarak görülmektedir.
Ülkemizdeki Bazı Önemli Yasal Düzenlemeler:
Yolsuzluğun, farklı şekillerde görülebilen, birçok neden ve sonucu olan karışık ve çok yönlü bir olgu olması dolayısıyla [2] farklı kanunlarda değişik şekillerde düzenlenmektedir.
TCK kapsamında yolsuzluğa ilişkin temel suç tiplerinin rüşvet (m.252), zimmet (m.257), irtikap (m.250) ve güveni kötüye kullanma (m.155) olduğu söylenebilir. Bununla birlikte anılan suç tiplerinin korudukları hukuki menfaatin yukarıda izah edildiği üzere ekonomik gelişme kapsamında ele alınmadığı çok açıktır. Zira rüşvet, zimmet ve irtikap suçları “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlığı altında; güveni kötüye kullanma suçu ise “Malvarlığına Karşı Suçlar” başlığı altında düzenlenmektedir. Bu temelin günümüzde yolsuzlukla mücadele felsefesiyle yeteri kadar bağdaşmadığı ve ihtiyaçları tam olarak karşılamadığı açıktır.
TCK’da yer alan yolsuzluk ile ilgili diğer suç tipleri (dolandırıcılık m.157, hileli iflas m.161, muhtelif sahtecilik suçları m.197 vd. hükümler, ihaleye fesat karıştırma m.235, nüfuz ticareti m.255, görevi kötüye kullanma m.257, kamu görevlisinin ticareti m.259, kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma m.266, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama m.282) açısından da aynı değerlendirme yapılabilir.
TCK’ya ek olarak bazı özel kanunlar ile bir takım özel düzenlemeler getirilmiştir. Örneğin 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu hisseleri borsada işlem gören şirketler açısından temel düzenlemeleri içermektedir. İlgili kanun yolsuzlukla mücadele anlamında bir takım cezai müeyyideleri (bilgi suistimali m.106, piyasa dolandırıcılığı m.107, nitelikli güveni kötüye kullanma ve sahtecilik m.110, bilgi vermeme ve denetimin engellenmesi m.111, yasal defter, muhasebe kayıtları ve raporlarda usulsüzlük m.112) düzenlemiştir. Keza 5411 sayılı Bankacılık Kanunu kapsamında getirilen cezai müeyyideler (yemin ve mal beyanı m.27, işlemlerin kayıt dışı bırakılması ve gerçeğe aykırı muhasebeselleştirme m.156, sistemi engelleme, bozma, verileri değiştirme m.157, özel zimmet m.160) de yolsuzlukla mücade açısından ülkemizdeki temellerdendir.
Yolsuzlukla mücadelenin en etkin yollarından biri, buradan elde edilen gelirlerin gözetim altına alınmasıdır. Bu açıdan 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Önlenmesi Hakkında Kanunu temel kaynak niteliğindedir. Kanun, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı bir idari birim olan MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı) üzerinden bu alanda yoğun bir regülasyona gitmektedir. Suç Gelirlerinin Aklanmasının ve Terörün Finansmanının Önlenmesine İlişkin Yükümlülüklere Uyum Programı Hakkında Yönetmelik (mülga 16.09.2008 tarih
Yolsuzlukla mücadelenin en etkin yollarından biri, buradan elde edilen gelirlerin gözetim altına alınmasıdır. Bu açıdan 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Önlenmesi Hakkında Kanunu temel kaynak niteliğindedir. Kanun, Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı bir idari birim olan MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı) üzerinden bu alanda yoğun bir regülasyona gitmektedir.
26999 sayılı Resmî Gazete 11.06.2014 tarih 29027 Sayılı Resmî Gazete) ile 5549 sayılı Kanuna tabi olan yükümlülerin (kanunun 2. maddesinin d bendinde düzenlendiği üzere bankacılık, sigortacılık, bireysel emeklilik, sermaye piyasaları, ödünç para verme ve diğer finansal hizmetler ile posta ve taşımacılık, talih ve bahis oyunları alanında faaliyet gösterenler; döviz, taşınmaz, değerli taş ve maden, mücevher, nakil vasıtası, iş makinesi, tarihi eser, sanat eseri ve antika ticareti ile iştigal edenler veya bu faaliyetlere aracılık edenler ile noterler, spor kulüpleri ve Cumhurbaşkanınca belirlenen diğer alanlarda faaliyet gösterenler) nasıl bir uyum programına sahip olması gerektiği çok detaylı bir şekilde düzenlenmiştir.
3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu da temel düzenlemelerdendir. Kanunda kamu görevlileri tarafından işlenen belirli suç tipleri açısından özel bir soruşturma usulü kurgulanmış; cezaların ertelenemeyeceği ve paraya çevrilemeyeceği düzenlenmiştir. Kanunun 4. maddesinde haksız mal edinme suçu düzenlenmiştir. Buna göre, kanuna veya genel ahlaka uygun olarak edinildiği ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek ölçüdeki harcamalar haksız mal edinme sayılmaktadır.
Burada dikkati çeken husus ispat külfetinin haksız mal edindiği suçlaması ile karşı karşıya kalan kişiye yüklenmesidir. Şirketler açısından önemli olan ise bu suça iştirak noktasında gündeme gelmektedir. Kanunun 13. maddesinin 2.fıkrasında malı kaçıran veya gizleyene de aynı cezanın verileceği düzenlenmiştir. Uygulamada kamu görevlisinin bu
Kanunda kamu görevlileri tarafından işlenen belirli suç tipleri açısından özel bir soruşturma usulü kurgulanmış; cezaların ertelenemeyeceği ve paraya çevrilemeyeceği düzenlenmiştir. Kanunun 4. maddesinde haksız mal edinme suçu düzenlenmiştir. Buna göre, kanuna veya genel ahlaka uygun olarak edinildiği ispat edilmeyen mallar veya ilgilinin sosyal yaşantısı bakımından geliriyle uygun olduğu kabul edilemeyecek ölçüdeki harcamalar haksız mal edinme sayılmaktadır.
eylemleri usulsüz ortaklık ilişkileri çerçevesinde gerçekleştirebildiği göz önüne alındığında, şirketlerin ertelenemeyecek şekilde düzenlenmiş bir takım ağır hapis ve para cezaları ile karşı karşıya gelebileceği göz ardı edilmemelidir. Üstelik bu türden eylemlerin mütemadi (devam eden) suçlardan olduğu Yargıtay tarafından kabul edildiğinden [3] TCK 68. maddesinin 1. fıkrasının e bendi uyarınca şirketler açısından 10 yıllık uzun bir zamanaşımı süresi söz konusu olacaktır.
Uluslararası araştırmalar ışığında özel sektör nezdinde ülkemizde yolsuzluğun önemli bir sorun olduğu konusunda kanaatimizce artık bir tartışma bulunmamaktadır[4]. Yukarıda ortaya koymaya çalıştığımız temel hukuki çerçeve kapsamında şirket temsilcilerinin şahsi olarak etkilenecekleri kuşkusuzdur. Bu itibarla özel sektör temsilcilerinin basiretli iş adamları olarak bu konuda kendi kendilerine inisiyatif alarak peşinen bir takım düzenlemelere gitmek durumunda oldukları; aksi halinde şirketlerin sürdürülebilirlik hedeflerini gerçekleştiremeyecekleri de açıktır.