Nelson Mandela;
İnsan Hakları, Özgürlük ve Demokrasi Markası
Ticari markalar günümüzde “dere yatağına yapılmış evler” görüntüsündeler. Hangi hammaddeyi kimden aldıkları ile başlıyor işler. O hammaddeyi üretenlerin insan hakları ve çevre duyarlılığı gibi konularda iyi performansının olmadığı gerçeği varsa Barbie’nin üreticisi Mattel’in başına gelenler benzer durumdaki üreticiler için ders olmalı.
Nelson Mandela’nın 27 yıllık hapis hayatında mahkûm gömleğinde taşıdığı numarası 46664 idi. Bu numara Mandela’yı özgürlüğüne kavuşturacak olan tepkilerin simgesi oldu. 46664 dünyanın dört bir tarafında Güney Afrika’daki ırkçı yönetim ve uygulamaları özgürlüğün, bağımsızlığın, ırk ayrımcılığına karşı tepkisel duruşun, barışın, adalet ve insan haklarının simgesi olmuş bir “Protest Brand” olarak tarihe geçti.
Her üç başkan adayı da tereddütsüz bunun için söz verdiler. Nitekim “Kara Şemsiye” hemen seçimler sonrası girilen sezonda etkisini göstermeye başladı. Yerel yöneticiler ve idari makamlar hukuk ve kurallara aykırı hareket etmekte olan işletmelerin kapısına dikilmeye başladılar. Kurallara aykırı hareket edenler tutulan tutanaklar ve cezalarla baş başa kaldılar, kalıyorlar.
Savaşlara karşıtlık “Protest Brand” lerin gövde gösterisi!
“Savaşma Seviş” sloganının simgesi olan görsele hepimizin dokunmuşluğu vardır. On yıllardır savaşa, silahlanmaya, şiddete karşı olanların buluşma ortamı olan bu slogan ve görsel de bir “Protest Brand”. Sloganı ve görselini kimin yaptığı ve geliştirdiği konusunda rivayetler muhtelif. En çok kabul gören; radikal aktivist olarak ün salmış Franklin Rosemont ve Tor Faegre’in Şikago’daki Solidarity kitapçısında üzerinde bu sloganın yazdığı arkası iğneli düğmelerden binlerce basıp 1965 yılındaki Anneler Gününde dağıttığı şeklindeki anlatımdır.
O yıllarda Vietnam savaşı karşıtlığının dayanışması olan slogan ve görselin yakın tarihimizde ABD’nin 2. Irak müdahalesi öncesinde kapı kapı dolaşıp kendine müttefik aradığı günlerde Avrupa başkentlerinin meydanlarını dolduranların ellerindeki pankartlarda görüyoruz. Bu “Protest Brand” in o günlerde hemen yanı başındaki arkadaşı bir başka “Protest
Brand” idi. Gökkuşağı renklerindeki bayraklar tam bir dayanışma içinde, savaşlara karşı hükümetlerinin ABD’nin yanında saf tutmamasını talep ediyorlardı. O günden sonra her ne kadar 1980’lerde LBGT topluluklarının simgesi olarak doğmuş olsa da gökkuşağı renklerindeki bayraklar savaş karşıtlığının, insan haklarının ve çevre duyarlılığı gibi sınırlar ötesi duyarlılıkların simgesi haline gelen bir Protest Brand oldu.
AİDS markalaşıyor!
Kırmızı kurdele! 1980’lerde kamuoyunun tanıştığı AİDS hastalığının simgesi olan kırmızı kurdele bu hastalığın pençesindeki insanların “öcü” olmadığını anlatıyor, tedavi imkanlarına destek verilmesini talep edenlerin sokakları, parkları doldurduğu simgesel bir anlatımı tüm dünya ile kucaklaşan bir yere taşıyordu.
Film yapımcısı Jerry Tartaglia 1991 yılında arkadaşlarıyla beraber AİDS için çalışan organizasyonlara destek olmak amacıyla kırmızı kurdeleyi geliştirdiler ve bu konuda duyarlı olanların dayanışma sembolü olarak yakalarına takabileceklerini duyurdular. Aynı yıl 11 yaşındaki oyuncu Daisy Eagan Secret Garden filmindeki rolü ile Tony ödülünü almak için sahneye çıktığında yakasında kırmızı kurdele vardı. Ve o andan itibaren AİDS’la dayanışmanın simgesi olan kırmızı kurdele “Protest Brand’ler” arasında yerini aldı.
Markalar gibi yönetilen “sosyal-tepki markaları”!
2009 yılı Eylül ayında Wall Street Borsasını basan insanlar topluluğunun sonradan simgeleştirdiği #occupywallstreet veya tanınmış kişilerin cinsel taciz suçlamaları karşısında sessizliğini bozanların hareketine destek verenlerin ortak dayanışma alanı olan #metoo hareketi gibi. #occupywallstreet birkaç yıl sonra yavruladı ve ortaya “%1- %99” Protest Brand’lerini çıkardı. Hala dünyanın çeşitli yerlerinde devam eden yürüyüşler, mitingler ve protesto eylemlerinde “Ben de %99’um” yazılı pankartları görebilirsiniz. Yani, dünyanın zenginlikleri, bu zenginlikleri yaratan %99’un değil, bunları kendi çıkarları için kullanan ve yoksul-zengin
arasındaki farkın açılmasına neden olan %1’in elinde. %99 sokaklarda, parklarda, yaşamın her alanında adaletsizliğin simgesi olarak marka özünü oluşturdu.
“Bu kadar para verip de aldığımız bu malları kim üretiyor?”
Bu durum bugünlere özgü bir durum değil. 1980’lerde başlayan ve tüketim toplumuna gözümüzü açtığımız yıllarda “bu kadar para verip de aldığımız bu malları kim üretiyor” sorusu beynimizi mıncıklamaya başladığında, duyarlılıklarımıza -her neyse o duyarlılıklar- ters hareketler yapan markaları o günün imkânları ile kamuoyuna şikayet etmeye başladık.
Günümüzde de internet ortamında marka ve boykot sözcüklerini yazarsanız tüketiciler tarafından onlarca markanın boykota maruz kaldıklarına tanık olabilirsiniz. Boykotlar markalar üzerine etkili olabiliyor mu? Bunun cevabı derinlemesine araştırmalar yapılmasını gerektiriyor. Ancak yüzeysel bir bakış ile ifade etmek gerekirse tepkilerini bir “Protest Brand” haline dönüştürmüş olanların daha can yakıcı olduğunu görmezden gelemeyiz.
Ticari markalar günümüzde “dere yatağına yapılmış evler” görüntüsündeler. Hangi hammaddeyi kimden aldıkları ile başlıyor işler. O hammaddeyi üretenlerin insan hakları ve çevre duyarlılığı gibi konularda iyi performansının olmadığı gerçeği varsa Barbie’nin üreticisi Mattel’in başına gelenler benzer durumdaki üreticiler için ders olmalı.
Mattel, Barbie bebekleri için Endonezyalı APP’den ambalaj malzemesi alıyordu. APP ise ormanları katlediyor ve uyarılara kulaklarını tıkıyordu. Mattel’in en yoğun iş yaptığı Noel öncesi başlatılan boykot satışların dibe vurmasına neden olduğu gibi, hisselerini de tepe taplak etti. Protest Brand “Barbie it is over” sloganı ile kamuoyuna yansımış, gazeteler, dergiler, televizyonlar ve sosyal medya bu sloganın eşlik ettiği görselleri haf
talar boyunca yayımlamıştı.
Çemkirme – kulak çekme – cimcikleme …
Protest Brand’lerin tepkileri önce “çemkirme” ile başlar. Bu başlangıç “ne oluyor” şeklinde bir farkındalık mesajıdır. Sonra bir “kulak çekme” faslı gelir ki burada artık kamu oyu şekillenmeye ve kamu yöneticilerini baskıaltına almaya başlamıştır. Hatta arka planda onlardan destek bile alabilir. Kulak çekmeyi umursamayanlar için “cimcikleme” sürecin devamındadır. Bu kısımda cezalar, yaptırımlar ve diğer hukuki kurallar devreye girmeye başlamıştır.
Bir sonrasında ise bu gidişat “can yakan” bir boyutta iken artık kamuoyu oluşmuştur. Çünkü basın, sosyal medya, sivil toplum kuruluşları, meslek kuruluşları, köşe yazarları konuya artık vakıf olmuşlardır. Olumsuzluklara neden olanların ne “abileri” kalmıştır ne de “müttefikleri”. Kısacası eylemler birer “Protest Brand” olmuştur!