Sanatın içinden gelmenin avantajlarını yaşıyorum
Hakan Ateş, müfettişlik göreviyle başladığı bankacılık mesleğinde 40’ıncı yılını dolduruyor. 25 yıldır ise kaptan köşkünde DenizBank’a liderlik ediyor; bu konuda dünya çapında bir rekoru da bulunuyor. Mesleğin duayenlerinden Ateş, hayata çok küçük yaşlarda, sanatçı olarak adım atmış; ilk cep harçlığını seslendirme sayesinde kazanmış. Sanatla iç içe bir ailede büyüyen, çok küçük yaşlarda sahne tozunu yutan Ateş, ilk gününden itibaren DenizBank’ta da “sanata evet” demekten bir an vazgeçmiyor. Ardından gelen nesillere kültürün ve sanatın her türlüsünün, ülkenin dört köşesinde icra edildiği bir gelecek bırakmak vizyonu ile kurum olarak bu topraklarda iz bırakabilecekleri işleri, gönlünü ve varlığını koyarak sahipleniyor.
Üniversite yıllarınızın sonuna kadar 11 yıl seslendirme yaptığınızı biliyoruz. Tiyatro da yaşamınızın bir parçası oluyor. Seslendirme ve tiyatro ile geçen dönemi kısaca anlatmanızı rica edebilir miyiz?
TRT Ankara Radyosu Çocuk Saati’ne girişim hayatımda en önemli kilometre taşlarından biri. 4’üncü sınıfta ilkokul öğretmenimizin yazdığı operette başrolü almam ve beni sahnede izleyen Ankara Radyosu Çocuk Kulübü yöneticisi Oya Fişek’in çağrısı ve önderliğiyle girdiğim sınavı kazanmam bana TRT Çocuk Saati’nin yolunu açtı. Rahmetli Yalın Tolga, Ejder Akışık, Semih Sergen ve Ergin Orbey gibi çok kıymetli hocalarımız sayesinde önemli bir mikrofon tekniğine sahip oldum. Zuhal Olcay, Derya Baykal, Selçuk Yöntem, Çetin Tekindor, Cihan Ünal, Tülay Bursa, Köksal Engür, Rüştü Asyalı gibi sanatçılarla çalıştık. Bunun arkasından TRT’de de diziler ithal edilmeye başlandı ve seslendirme ihtiyacı doğdu. Birçok yayında görev aldım.
Hangi programlarda seslendirme yaptınız?
Bir kuşağın unutamadığı ve ülkemizde basketbolun sevilmesine önemli katkısı olduğunu düşündüğüm Beyaz Gölge’de, Hayward karakterini seslendirdim. İsviçreli Robinsonlar ve Şeker Kız Candy gibi yapımların seslendirmesinde uzun süreli olarak yer aldım. İş Bankası Teftiş Kurulu’na girdikten sonra beş yıl süreyle her yıl altı ay
Anadolu vazifesine çıkmam ve bankanın kurallarının da gereği bu işi yapmama olanak kalmadı.
Çocukluk yıllarından itibaren seslendirme yapmasının, yayın dünyasının, sinemanın, tiyatronun içinde olmanız yaşamınıza neler kattı?
Sanatın içinden gelmenin avantajlarını hem sosyal hem iş hayatında fazlasıyla yaşıyorum. Bir kere, bugün DenizBank’ta kurumsal yönetişim ilkeleri tabir ettiğimiz saydamlık, hesap verebilirlik, sorumluluk ve adalet kavramlarının ne anlama geldiğini, henüz boyumun mikrofona yetişmediği dönemde bizzat tecrübe etmiş oldum. Çalışıp emeğinizin karşılığı para kazanmanın ve adil olmanın, kimsenin hakkının yememenin kıymetini öğrendim. Baktığınızda hayat da bir sahne. İzleyici yerine karşınızda her kim varsa; “ben açığım, sana hesap verebilirim ve bu bir ekip işi; senin katkına ihtiyacım var” hissini o topluluğun önüne koymak çok kıymetli. Aksi takdirde güven oluşturamazsınız.
En iyi sanatçının, oynamayan sanatçı olduğu kanaatindeyim. 40 yıllık meslek hayatımda daima kendim oldum; tüm zorlu dönemleri oldukları gibi, tüm gerçekliğiyle yaşayıp göğüslemeye çalıştım. Yukarıda da belirttiğim gibi, hayatı hep bir sahne olarak gördüm ve o sahnede oynayacağım rolün provasını bile, sergileyeceğim temsilin gerçekliğiyle yapmanın önemine inandım.
Müziğe olan ilginizi de biliyoruz. Çocukluk yıllarının bu uğraşları ve hayatınızın her döneminde olan müziğin, iş yaşamına etkilerini nasıl yorumlarsınız?
Müziğe olan ilgimin iş yaşantısına en somut katkısı, tıpkı seslendirmede olduğu gibi, takım oyunu kurmak ve yönetmek konusundaki kaslarımı kuvvetlendirmesi oldu. Bu, her ne kadar basit görünse de, farklı disiplinlerde tecrübe ettikçe içselleştirdiğiniz, yıllar içinde özümsediğiniz bir beceri. Yöneticiler olarak orkestra şefinin, elindeki çubukla, tek söz söylemeden onlarca farklı enstrümandan harmoni yaratmasına son derece benzer benzer bir sorumluluk üstleniyoruz. Tüm o farklılık ve çeşitlilikten ortak bir akıl yaratıyoruz. Burada önemli olan, herkesin aynı notaları okuduğundan emin olmak; güvenebileceğin ve sana güvenen ekibi kurmak. Bir şef, nasıl orkestradaki enstrümanların hepsini çalamıyorsa; liderin de tüm iş birimlerinin görevlerini A’dan Z‘ye bilmesi gerekmiyor. Eğer takımım, benden daha fazla biliyorsa, doğru insanları, doğru yerde bir araya getirmek ve yönetmek konusunda iyi iş çıkarıyorum demektir. Mutlu, üretken ve başarılı ekiplerin arkasında da, karşılıklı güven ilişkisinin durduğuna inanıyorum.