Bir kentte ya da bir kitapta ormanda kaybolur gibi kaybolmak!
“Mutlu olmak, korku duymaksızın kendi kendinin farkına varabilmektir” der Walter Benjamin… Instagram’da bol bol ‘şehirlerin sokaklarında kayboluyoruz’, şimdi de “Avucumda Rüzgâr Var” ile insanlığımızın içinde, müziğin büyüsüyle kaybolmaya var mısınız?
Mayıs ayına bayram nedeniyle uzunca bir tatille başladık (Elbette biz gazeteciler ile birlikte sağlıkçılar, otobüs şoförleri, uçuş ekipleri, market çalışanları, kuryeler, güvenlik güçleri ve 7/24 çalışan fabrikaların emekçileri gibi çalışmak zorunda olanlar hariç). Bayram boyunca Instagram gönderilerinin çoğunda “bir şehrin sokaklarında kaybolan” arkadaşlarımız vardı! Aslında bu şehirde kaybolma durumunun yüz yıllık bir hikayesi var.
“Bin dokuz yüzlerin başında Berlin’de Çocukluk” eserinde Walter Benjamin “Bir kentte yolunu bulamamak çok da önemli değildir. Ama bir kentte bir ormanda kaybolur gibi kaybolmak için eğitimli olmak gerek. Sokak adlarının kaybolan kişiye çatırdayan kuru dalların diliyle hitap etmesi gerekir ve kent içindeki küçük sokaklar bu kişiye günün saatlerini bir dağdaki vadi kadar açık seçik biçimde yansıtmalıdır” der.
Her iletişim fakülteli gibi, yazdığımız pek çok yazıda Benjamin’den alıntı yapmak olmazsa olmazımızdı. En çok sevdiklerim; “Otobüs, tren ya da tramvay kullanımının yaygınlaştığı 19. yüzyıla kadar, insanlar hiçbir zaman, dakikalar hatta saatler boyu, tek kelime etmeksizin birbirlerine bakmak zorunda kalmamıştı” ve “Mutlu olmak, korku duymaksızın kendi kendinin farkına varabilmektir.” Bir diğeri de “Kitaplar sadece okumak için değil, birlikte yaşamak için de alınır.” Onun için kitapları evlerin salonlarında severim.
“kulak verdiğimiz sesler içinde artık susmuş olanların da yankısı yok mudur?”
Kitaplarında yaptığı alıntılardan en çok etkilendiğim isimlerden biri İsmail Güzelsoy. Hemen bayram öncesi Doğan Kitap’tan çıkan “Avucumda Rüzgâr Var”ı bir sabah yürüyüşü sırasında Tünel’den aldım. (Hatta kitapçıya girip kitabı isteyip kaçtım diyebiliriz. Eskisi gibi içerde uzun uzun vakit geçirmek bir dolu kitabı üst üste sıralayıp kasaya yürümek neredeyse hayal oldu. Hem artan kâğıt fiyatları hem enerji maliyetleri kitabevlerini, kitapçıları ve bizleri daha çok zorlayacak gibi gözüküyor. Başka bir tartışmanın konusu olan bu durumu, burada bırakıyor ve devam ediyorum.)
Benjamin, “Kulak verdiğimiz sesler içerisinde, artık susmuş olanların da yankısı yok mudur?” diye sorar, tüm İsmail Güzelsoy kitaplarında biraz bu sözün izlerini görüyorum. Yaşamla ölüm arasında, ama ısrarla sonsuz yaşamın peşinde... Bunu açmadan önce Güzelsoy ile nasıl tanıştığımı aktarayım! Türkiye’nin en güzel psikoloji ve sanat yayınlarından biri olan “Psikeart” sayesinde. Psikeart, her sayısında sadece bir duyguyu/ kavramı alıp işliyor. Aklıma gelenler başlıklarından birkaçı; korku, aşk, travma, tutku, vicdan, hayal kırıklığı, kıskançlık, mizah…
aras nehri’nin buzları altında iki yazar…
Dergi yazılarından sonra, İsmail Güzelsoy’un kitaplarını da okumaya başladım. 2015’te yine Doğan Kitap’tan çıkan “Fenni Sihirler/ Değmez”i aldığımda nelerin altını çizmişim diye bir bakayım istedim. Bir kargadan dinlediğimiz hikâyede Aras Nehri’nin buz tabakasının altında yatan yazar Faruk Ferzan’la karşılanıyoruz. Tıpkı son nefesini Aras’ta vermiş Samed Behrengi gibi… Altını çizdiğim satırlarda şunlar var:
“Biz ölüyorduk zaten. Günün birinde ölmek diye bir şey yoktu.”
“Yarım kalan her şey yaşamakta ısrar eder; biten her şey ölüdür artık.”
Bir de Güzelsoy’un alıntıları var: Shakespeare’den “Değmez bu yangın yeri/Avuç açmaya değmez.”
Hemen sonrasında “Fenni Sihirler/Gölge” yine aynı yayınevinden çıktı. Kitap şöyle başlar “Herkesin gizli bir şarkısı vardır, ömrünce içinde taşır, bazen öyle derine gömer ki zamanla kendisi de unutur onu. Ta ki aynı şarkıyla sarhoş olan biriyle rastlaşana kadar.”
Bir diğer kitabı “Fenni Sihirler/Hatırla”yla devam eder hikâye… Elbette üç romanın da hikâyesi farklı. Ancak güzel kesişmeler var.
ergüder yoldaş’ın anısına…
“Avucumda Rüzgâr Var” da aslında bir üçlemenin belki de sonuncusu. “Öksüz Ağaçların Çobanı”, “Kıpırdamıyoruz” ile birlikte okunabilir. Birbirine kardeş ama ayrı ayrı kitaplar… Güzelsoy’un Gölge’de belirttiği “şarkı” Avucumda Rüzgâr Var’da başka bir şekilde karşımıza çıkıyor: Platon’un kayıp bestesiyle… Kitap “Ergüder Yoldaş’ın anısına” ithaf edilmiş. Ozanların, abdalların, bu maddi dünyayla işi olmayanların çevrelerinde kimseyi istemeden kendi yolculuklarına çıkma hakları var. Ergüder Yoldaş da bu yolculardan biri… Benim de sizlerden ricam bu satırları okurken, Ergüder Yoldaş’tan orijinal plak kaydıyla ( Youtube’ta var) “Geçti Dost Kervanı”nı dinlemeniz. Elbette daha popüler olan “Sultan-ı Yegâh”ı da açabilirsiniz.
Dönelim Güzelsoy’a içinde müzikle yazdığı Avucumda Rüzgâr Var’a… Güzelsoy’la bir romanında karga olmak, diğerinde elektrotların bağlandığı bir beyin olmak çok anlaşılır, şimdi sırada bir ağaç olmak da var. Tıpkı Nâzım’ın Ceviz Ağacı gibi… Nubar, Neva, İsot, Perva, Firdevs, Zuhal ve Tahir…