Insan geleceğini “kasaba kültürüyle” kuramaz
İlber Ortaylı Hoca’nın “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar?” adlı söyleşi kitabındaki uyarılarını şöyle anlamalıyız: İnsan geleceğini kasaba kültürüyle kuramaz!
“Kasaba kültürü” kavramını ilk kez Eskişehirli iş insanı Orhan Aydın’dan duydum. Bir dosya açarak sözlüklerden, kitaplardan, erişebildiğim diğer kaynaklardan derlediğim bilgilerle kavramın içeriğindeki bileşenleri kavramaya çalıştım.
İlber Ortaylı, kasaba kültürünün toplumun dirlik ve düzeni, refah ve zenginliğini engelleyici etkilerini sistemli biçimde gündeme taşıdı. Ortaylı’nın “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar?” adlı söyleşi kitabının birkaç yerinde “kasaba kültürünün” toplumsal yaşamı nasıl etkilediği değerlendiriliyor:
•
•
•
•
Hak etmeden erişilen bazı varlıkları “nasibim” diye meşrulaştıran zihniyeti sorguluyor.
“Kritik edilmekten ve hatayla yüzleşmekten” kaçınma eğiliminin etkilerini irdeliyor.
“Karşıt düşüncelerle” olan iletişim ve etkileşimimizin olumsuz yönlerini anlatıyor.
Başkalarıyla “ilişki kurma ve ilişkiyi yayma korkusunun” oluşturduğu tuzaklara değiniyor.
Ortaylı, Türkiye’de “kötü akılları” besleyen sorunun 30 yıldır var olduğunu, 1980’den sonra iyice yayıldığını söylüyor. Bu eğilimi, “İnsanların akılsızca başkalarının hakkını yemeyi bile kendi nasibi olarak görmeleri” genellemesiyle açıklıyor. Başkalarının hakkının apaçık, ayan beyan yendiği ortada olsa bile “bu benim nasibimdir” diyebilen zihniyet, sınav kazanmak için torpil bulmaktan kamu arsalarına el koymaya, imar yasalarını ve yönetmeliklerini delmeye kadar toplumsal düzeni bozan bütün alanlara yayılıyor.
Ülkemizde kasaba kültüründen beslenen bir başka eğilim “kritik edilmekten” kaçınmanın yaygınlığı. Ortaylı söyleşisinde akademide de sanatta da kritik edilmekten hoşlanmayan kasaba kültürünün yaygınlaştığını belirtiyor:
“Bizde genelde ciddi eleştiri ve değerlendirme olmaz. Kritik yapılsa da büyük ölçüde art niyetlidir veya ilgili kişiyi methetmekten ibarettir. Övgülerin de hepsi hakkaniyet içinde yapılmaz; hatır için yapılır; konuyu anlamadan yapılır. Bunun başka türlü yapıldığını ben maalesef çok az gördüm. Onun için Türk tefekkür hayatı da sanat hayatı da pek ileri gitmez, sosyal bilimlerde bu yüzden çok ilerleme görülmez.”
Ortaylı’nın söyleşisinde toplumumuzda kritik edilmenin gelişmemesinin bazı nedenleri de sıralanıyor:
Birincisi, belki de en önemlisi, “Türkler halen kasaba zihniyeti ve itiyatındadır” anlatımında saklı. İkincisi, “Kimsenin tavuğuna kişt demeyeyim sırça köşke oturuyorum, el aleme taş atmayayım” deniyor. Üçüncüsü, “Efrada ve etrafa pek bulaşılmaz, ‘niye şimdi sert eleştireyim? Bakarsın işim düşer’ anlayışı hakimdir.” Dördüncüsü, “Karşındakiler de mevkiine göre göre seni eleştirmez; geçinir gidersiniz”. Beşincisi, bütün bunların sonucu, “O zaman da toplum ilerlemez.”
Ülkemizde kasaba kültürünü besleyen ve kasaba kültürünün de yeniden ürettiği bir başka tutuma daha değiniyor Ortaylı: “Karşıt düşünceyi öğrenmenin önemine…” Bizde önemli eksiklerden birinin de karşıt düşünceyi öğrenmeme olduğunu söylüyor.
Yaşam sürecini izlediğimizde görüyoruz ki, “Düşmanını öğretmen yapmasını bilen bireyler, topluluklar ve toplumlar daha hızlı gelişebiliyor.” Bir arada bulunduğumuz insanların hepsi aynı düşünceyi, aynı kuramı, aynı modeli, aynı metodu benimsiyorsa orada gelişmeden söz edilebilir mi?
Karşıt düşüncenin yarattığı zenginlikten kaçınmak tam anlamıyla “yaratıcı yüzleşme özgüveni” eksikliği.
Bir başka kasaba kültürü göstergesinin de “Başkaları ile tanışma ve ilişki kurmaktan kaçınma” olduğunu belirtiyor İlber Ortaylı:
“Başkalarıyla ilişki kurmaktan korkuyorlar, evet; bu da kasaba toplumu olmamızdan ileri geliyor. Çünkü metropollerde insanlar sadece kendi grupları içinde var olmaya çalışsalar bile aslında başka gruplarla temas etmemeleri söz konusu değildir. Başkalarını gözlememeleri, onların farkında olmamaları düşünülemez. Modern metropolün özelliği budur. Biz o tip toplum olamadık. Hâlâ çok kasabalıyız.”
İlber Ortaylı yorumlarından esinlendiğimiz bir başka kasaba kültürü göstergesi “kimlik” tanımlamalarımız. Kasaba toplumlarında kimlikler, doğulan topraklara, mensubu olduğu ırk ve inanca, aşirete, cemaate, siyasi partiye ve benzeri diğer aidiyetlere göre tanımlanır. Oysa geliştirici kimlik, insanların kim olduğuna göre değil, ne yaptığına bakarak inşa edilir. Kasaba kültürünün kimlik tanımlaması ülkemizde ilçeler, iller, bölgeler arasında ayrıştırıcı söylemin de kaynağıdır. Her şeyin kendi köyü, ilçesi ve il’i için olması talep edilir. Oysa gelişmiş toplumlar, uygun havzaları dikkate alarak ihtiyaç tanımlaması, yatırım planlaması ve uygulamalar yaparak daha etkin kaynak kullanır.
Kimlik, kendimize biçtiğimiz değerler bütünüdür. Kimlik değerlerimiz “kim olduğumuzla” ilgiliyse “ne yaptığımız” anlamsız hale gelir.
Kimliğimizi “ne yaptığımız” ölçüsüne göre belirleme, üretim-odaklı düşünebilmeyi gerektirir. Birey, topluluk ya da toplum ölçeğinde yaptıklarımızın “sonuç ölçmeleri” ile “süreç ölçmeleri” ancak üretim-odaklı işlerde mümkündür. Ölçme “hamasetten” beslenen ve popülist tutumları besleyen ve kaynak israfına yol açan uygulamaları açığa çıkarır. Kasaba kültürü “ölçme ve entegre analizlerden” hoşlanmaz. Hoşlanmaz çünkü ölçme ve değerlendirme yeterliliğin, yetkinliğin ve liyakatın düz aynasıdır; kasabalı o aynalarda yansımalarını görmek sakınır.
Sözün özü, İlber Hoca’nın uyarılarını şöyle anlamalıyız: İnsan geleceğini kasaba kültürüyle kuramaz!
İNSAN GELECEĞİNİ NASIL KURAR, İLBER ORTAYLI, SÖYLEŞİ: YENAL BİLGİCİ, KRONİK KİTAP, 222 S.