“londra’da türk izleri”
LONDRA’DA TÜRK İZLERİ, EMRE ARACI, OĞLAK YAYINLARI, 320 S. 1987 yılından beri Birleşik Krallık’ta yaşayan besteci ve müzik tarihçisi Dr. Emre Aracı, Manş Denizi kıyısında oturduğu tarihî Grand Otel’in kapısından çıkıp gezdiği Londra sokaklarında görüp duyduklarını deneme yazılarında anlatıyor.
Namık Kemal’den Halide Edip’e varıncaya dek birçok edebiyatçımız Londra’yı mesken tutmuşlar. Acaba onları başka bir şehre değil de Londra’ya çeken neydi? Bu yazarlarımızın Londra’yı bilhassa mesken tutmuş olmalarının bilinçli bir seçimden ziyade hayat şartlarından ötürü olduğunu düşünüyorum. Çoğu zaten Avrupa’da değişik şehirleri görüp seyahat etmiş insanlar; oradaki yazar çevreleriyle de irtibat kurmuşlar. Londra’da Hürriyet gazetesini çıkaran Namık Kemal, örneğin, politik sebeplerden ötürü ilk olarak Paris’e gitmiş ve sonradan Londra’ya geçmiş. Öte yandan Şair-i Âzam Abdülhak Hamid, Londra’daki Osmanlı Büyükelçiliği’nde müsteşar olarak görev yaptığı için 20 yılını bu şehirde geçirmiş ve etkileri yapıtlarına, şiirlerine yansımış. Halide Edib, Isabel Fry ile dostluk kurmuş; bir süre Hampstead’de oturmuş. 1926’da Murray Yayınevi anılarını Memoirs of Halidé Edib adı altında basmış. Yani Mor Salkımlı Ev ilk olarak İngilizce Londra’da basılmış. Lord Byron’ın da eserlerini basan Murray Yayınevi’nin İngiliz yayın tarihinde çok önemli bir yeri var. 1953’te günlüğüne, “Dün sabah erkenden Hyde Park’a gittim. Kuğuların uçuşunu seyrettim. Hiçbir rüya bu kadar güzel olamazdı” diye yazan Tanpınar’ı, bu duygulara hassas Türk okurları, ola ki bir gün Hyde Park’a yolları düşerse, burada hatırlasınlar istedim. Zaten bu kitaptaki amacım Londra’yı edebiyatımızdan, kültürümüzden ve tarihimizden böylesine az bilinen bağlantılarla anlatmak oldu.
Sadece edebiyatçılar da değil, diğer sanatçıları da düşünürsek, acaba eserlerinde Londra’nın ve İngiliz kültürünün etkileri oldu mu?
Kitabımda 1946’da Londra’yı bir hafta kadar ziyaret eden Ahmed Adnan Saygun’un günlüğünden de alıntılar var. Saygun’un eserlerinde bu kısa ziyaretten ötürü herhangi bir İngiliz kültürü etkisi olduğunu söylemek elbette mümkün olamaz. Ancak Londra günlüğünün, buradaki tecrübelerinin, onun iç dünyasına ışık tutması açısından ayrı bir önemi var. Nitekim o ziyaretinde Saygun, Cornhill’deki St. Michael’s Kilisesi’nde Harold Darke’ın bir org resitalini dinlemiş ve günlüğüne şöyle yazmıştı: “Güzel bir org, iyi bir organist. Fakat buradaki hava hepsinden güzel. Öğle yemeğinden sonra işlerine gitmeden önce org konserini dinlemek üzere sessizce gelip bir kenara ilişenler ve zamanı gelince gene sessizce kalkıp gidenler. Ses yok, alkış yok, çıt yok. Sanki buraya herkes, ruhunu yıkamaya gelmiş.” Ben de kitabımı kaleme alırken, duvarında Harold Darke için bir anı plaketi bulunan, aynı kilisede bir öğlen saati verilen bir org resitaline gittim. Çünkü o Pazartesi öğlen resitalleri aynen 1946’daki gibi hâlâ devam ediyor. Kitabımın sayfalarında okurlarımı Londra’da biraz da böylesine bir ortamın havasını solumaya davet etmek istedim diyebilirim.
Kitabın en ilginç bölümlerinden biri I. George’un maiyetindeki iki Türk. Acaba siyasi bir etkileri oldu mu İngiltere tarihinde?
Doğrusu ben de Kensington Sarayı’nın görkemli giriş merdivenlerini çevreleyen o duvar resimlerinde bu iki Türk’ün betimlenmiş olduğunu görüp de hikâyelerini okuyunca oldukça şaşırmıştım. “Mahomet” ve “Mustapha”; yani Mehmet ve Mustafa adındaki bu iki Türk, hizmet ettikleri Kral I. George’un himayesinde, Londra’ya Hanover’den gelmişler ve Kral’a yakın olmalarından dolayı İngiltere sarayında nüfuzlu bir mertebeye ulaşmışlardı. Hatta Mehmet 1727’de anılarını İngilizce olarak kalme almış ve ünlü portre ressamı Sir Godfrey Kneller tarafından resmedilmişti. Siyasi anlamda bir etkilerinin olup olmadığını doğrusu bilemiyorum, ama 18. yüzyıl İngiltere sarayından hiç beklenmedik simalar olarak karşımıza çıktıklarının ve hatıralarının Londra’nın kalbindeki bu kraliyet sarayında hâlâ yaşamaya devam ettiğini söyleyebilirim.
İstanbul’da da böylesine ilginç İngiliz izleri bulabilir miyiz?
Elbette; İstanbul’dan da gelip geçmiş, burada bir süre yaşamış İngiliz yazarlar, seyyahlar, ressam ve diplomatlar çok var. Hatta bunların bazılarına ben Londra’da Türk İzleri kitabımda da yer verdim. Çünkü onların Londra’da yaşadıkları adresleri buldum; Virginia Woolf, Vita Sackville-West, Harold Nicolson, Sir Edward Elgar, James Elroy Flecker gibi. Eski Waterloo Köprüsü’nden bakarken “Bazen Westminster’daki apartman daireleri, kiliseler ve oteller İstanbul’un sisler içindeki siluetini andırır” diye yazmış Virginia Woolf 1915’te yayımlanan The Voyage Out romanında. Bunu görebilmek için elbette Woolf ’un hayal gücüne sahip olmak gerekli. Ne de olsa Woolf 1906 ve 1910’da geldiği İstanbul’un sislerinden bir hayli etkilenmişti ve ben de kitabımda hep böyle ortak noktalardan yola çıkarak iki şehir arasındaki beklenmedik edebi bağlantılara işaret etmek istedim. Bu arada Florence Nightingale ve Kırım Savaşı’nın izleri de her iki şehirde yaşamaya devam eder; hatta Haydarpaşa’daki İngiliz Mezarlığı’na, bazen gemiyle buradan geçerken uzaktan baktığınızda, Kraliçe Viktorya’nın yolladığı anıt dikilitaşın tepesini ağaçlar arasından seçer gibi olursunuz. Beyoğlu’ndaki Kırım Kilisesi de bu savaşın anısına inşa edilmiştir.
Kitabınızdan öğrendiğimize göre İngilizler için Osmanlı ve özellikle de İstanbul epey merak konusu. Bunda Oryantalizm’in etkisi var mı?
Şüphesiz ki Oryantalizm gibi akımların etkisi büyük olmakla birlikte ben kitabımda geçmiş devrin karşılıklı etkileşimlerini katı bir akademik perspektiften ziyade o devrin gündelik hayatını eski gazetelerin sayfalarını çevirerek ve Londra sokaklarını yürüyerek anlatmaya gayret ettim. Zaman yolculuğuna çıkmış bir flanör gibi dolaştım durdum. Hâlâ da dolaşıyorum. Bu arada 17. yüzyılda Londra’ya kahve kültürünün Türk topraklarından gelişinin ilginç hikâyesi ve Pall Mall’ın centilmen kulüplerine kadar uzanan hiç beklenmedik etkileri de ayrı bir bölüm başlığı kitabımda.