Dorsayların harika dünyası
Atillâ Dorsay ve Leman Dorsay kitapları nedeniyle beraber birçok imza günü yaptılar, ama birlikte hiç röportaj vermediler. Uzun yıllardır anı biriktiren çok sevdiğim değerli iki dostumla geçtiğimiz günlerde bir araya geldik ve keyifli bir söyleşi gerçekle
ATILLÂ Dorsay, “yazmayı şehvetle seviyorum” demişti TÜYAP Kitap Fuarı Onur Yazarı olduğu 2014’te onun için hazırladığım kitap (Renkli Sinemaskop Bir Hayat) nedeniyle yaptığımız söyleşilerden birinde. Yayınlanan ilk yazısı 1966 tarihi taşıyor. Yani 58 yıl önce… Ben, Atilla Dorsay’ı 70’li yılların sonlarında tanıdım. Demek ki yarım asrı bulmuş. Seneler birbirini kovaladı, Atillâ Dorsay’ın sinema dünyamıza verdiği büyük emek, yarım asra onun yaşı 70’e ulaştığında düzenlediğim “Ustalara Saygı” toplantıları kapsamında “Sinemanın Ağır İşçisine Saygı” başlıklı bir etkinlik gerçekleştirdim. Aralarında Türkân Şoray’ın da bulunduğu arklı kesimlerden konuşmacıların olduğu etkinlikte salon, tıklım tıklım doluydu.
Dorsay, mimarlık eğitimi almasına rağmen yazarlığı kendisine meslek seçen, sinemanın yanı sıra yemek, şehircilik, müzik ve yaşam kültürü üzerine kaleme aldığı yazılar; yayınladığı kitaplar, yaptığı televizyon–radyo programları ve yer aldığı uluslararası-ulusal yarışma jürileriyle hep kültür dünyamızın tam ortasında oldu. Peşpeşe yayınladığı kitapların sayısı 65’i buldu. Son kitabı “Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar” adını taşıyor. Yarım asrı aşkın evli olduğu Leman Dorsay’ın da birkaç yıl önce Puslu Yayıncılık’tan “Bu da Benim Hayatım” adını verdiği bir kitabı çıktı. Kitapları nedeniyle beraber birçok imza günü yaptılar, ama birlikte hiç röportaj vermediler. Uzun yıllardır anı biriktiren çok sevdiğim değerli iki dostumla geçtiğimiz günlerde bir araya geldik ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Tabii ki ilk söz “lady”nindi:
“Yeni kitabımı yazmaya başladım. Bu kez yaşanmışlıklarım değil insanların yaşadıkları ile, hayatta kadın olmakla ilgili… Kadın erkek ilişkileri de var işin içinde.”
İlk kitaba dönecek olursak “Bu da Benim Hayatım”da tanıklıkları, biriktirdiğiniz anıları anlatıyorsunuz:
“Ne çok anı biriktirmişiz. Yazarken daha iyi anladım. Kariyer sahibi bir babanın kızı, tanınmış bir yazarın eşi olmak öyle kolay değilmiş. Aslında beni uyandıran ameliyatım oldu, biliyorsun çok büyük bir ameliyat geçirdim. Bu sene 10. yılını kutlayacağım. O operasyon duygularımı, düşüncelerimi değiştirdi. Mademki yaşıyorsun, yapmak istediklerini de yapmalısın dedim ve bu nedenle kitap ve sonrasında fotoğraf sergileri geldi.”
Sizi yıllardır hep birlikte görüyorum; davetler, yemekler, seyahatler… Aslında özenilecek bir yaşam. Darısı bütün sevenlerin başına… Bu arada, babanızdan ve onun çevresinden de biraz söz edelim mi?
“BENİM, ailem nedeniyle birtakım yakınlıklarım oldu. Babam profesördü; Prof. Fikret Karaca. Uludağ Üniversitesi’ni o kurdu. Halit Ziya Konuralp, Bülent Tarcan gibi isimler amcalarım kadar yakındılar. Böyle bir camianın içinde büyüdüm ben.” Sözü Atilla Dorsay alıyor: “Yazmak bulaşıcı bir şey. Aynı evde oturuyoruz, evliliğimiz 50 yılı çoktan aştı, benim kitap sayım 65’i buldu. Bunun Leman’a bulaşmaması düşünülemezdi. Sonunda o da bir kitap yazdı, yenisini de hazırlıyor. Söylediği gibi kadın-erkek ilişkileri, Atilla Dorsay’ın eşi olmanın, anneliğin, büyükanneliğin deneyimleri de var. Üç torun sahibi olduk bunları anlatmaya çalışıyor…”
Puslu Yayıncılık’tan çıkan yeni kitabını konuşalım mı Atillâ?
“ÇOK sevdiğim bir kitap oldu. Orada yayıncım olan Murat Bulut önerdi, ben de hayır diyemedim. Bu kitap benim için son derece ilginç; çünkü, bir zamanlar söyleşi yaptığım 30 kişiyle (aslında 31 kişi birinde hem Fatma Girik hem Memduh Ün’le konuşuyorum) bazıları hiç yayınlanmamış, bazıları kitaplara girmiş, ama bir kısmı tümüyle unutulmuş konuşmalarım. Bunların arasında Cahide Sonku, Müzeyyen Senar, Günseli Başar, Vitali Hakko, Vehbi Koç, Şakir Eczacıbaşı, Hülya Avşar, Yılmaz Büyükerşen ile
yaptıklarım da bulunuyor. Onlar, Türkiye’nin geçmişine farklı alanlarda çok şeyler katmış insanlar. Emin olun hepsiyle itinalı, ayrıntılı biçimde yaptığım konuşmalar bunlar…”
Bundan sonraki kitaplarınız yine Remzi Kitabevi’nden yayınlanmaya devam edecek değil mi?
“EVET, Remzi’de devam edecek. Sırada benim sevgili altı silahşorum var. 1990’lardan itibaren yaptıkları filmlerle Türk sinemasını ve dünya sinemasını yenileyen ve sinemamızda devrem yapan bir nesil geldi. Başka iyi yönetmenler de var onlar arasında ama bu altısı benim ‘ büyüklerim’ diye saydığım insanlar oldu.”
Kimler onlar?
“NURİ Bilge Ceylan, Reha Erdem, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Semih Kaplanoğlu. Bu altı isim çok önemli. Onların bütün filmlerini içeren ama bugünden de bir bakış sunan bir kitap hazırlıyorum. Sanıyorum yaza doğru teslim ederim…”
Kitaplarınız da “renkli sinemaskop” farklı farklı alanlarda:
“BENİM tuhaflığım, çok fazla şeye büyük ilgi duymam. Evet, bir sinema hastasıyım, ama Leman bilir, aynı zamanda müzik tutkunuyum. Evdeki yüzlerce, binlerce DVD’nin yanı sıra belki daha fazla sayıda CD vardır. Şimdi DVD mi seyrediliyor, CD mi dinleniyor bu beni ilgilendirmiyor. Kurumlarla temas halindeyim onları kendi adımı taşıyan bir müzede toplayacağım. Bu kayıt koruma yöntemlerinin tümüyle öldüğüne inanmıyorum.
Söylediğim gibi ilgi alanlarım çok geniş, önce mimar oldum, birkaç yıl da çalıştım. Ama sinema tutkusu onu yendi. Tercüman rehberlik yaptım, Leman da aynı işi yapıyordu öyle tanıştık. 1990 yılına kadar sürdürdüm. 40 yaşına bastığımda bıraktım. Yani bir hamlede kestim bu işi. Cumhuriyet gazetesinde Ağız Tadı’yla adlı seriyi başlattım. O yıllarda Anadolu’yu dolaşıyor ve değişik yemekler yiyorduk, yanı sıra dünyadan da davetler alıyordum. Türkiye’de düzenli bir biçimde bunu yapan ilk gazeteci oldum, o da bir kitaba dönüştü. Dolayısıyla kitaplarım da tek bir konuda değil:
Sinema üzerine kitaplarım, özellikle Türkân Şoray ve Yılmaz Güney üzerine toparlanmış biyografilerim var. İstanbul üzerine kitaplarım var; Quo Vadis İstanbul bunlardan en görkemli olanıdır. Yolculuk anılarım var dünyadaki seyahatlerimi
anlatan. Fotoğraflı kitaplarım, albüm kitaplarım da yayınlandı. Bir hikâye bir şiir kitabım bulunuyor naçizane. Şiirde hiç iddialı değilim ama hikâye kitabım bir hayli sevildi ve yeni baskılar yapıyor. Her şeyi denemişim biraz, ben de kendime bakınca utanıyorum!”
Niye şiir ve öyküye devam etmediniz?
“EDEMEDİM, senaryo yazmam için dünyanın tekliflerini aldım bir dönemde hatta Yıldız Kenter’e bir tiyatro oyunu yazmak için söz verdim. Ama ne Yıldız Kenter’e bir oyun ne de senaryo yazabildim. İlgi alanım çok, hep bu böyle oldu ve beni besledi. Bugün 85 yaşındayım ama sanıyorum ki yaşıma kıyasla bayağı dincim, öyle hissediyorum kendimi ve hâlâ yeni projeler peşindeyim. Bu kadar çok hobim olması ve bunların önemli bir bölümünün çok ciddi bir yaratı alanı haline dönüşmesi hem bu kadar çok kitabı getirdi, hem beni hayata bağladı. Hayata bağlanmak çok önemli.” Burada söze Leman Hanım giriyor: “Kesinlikle önemli. Atillâ’nın söylediği o geniş yelpaze içinde kitabımı okuyanlar da görecekler bütün o yaşadıklarımızın bir toparlanması. Hayata bağlı iki insan. Onun yaşamına ben de isteyerek katılıyorum. Birçok ortak beğenimiz var meselâ sinema, daha Atillâ’yı tanımazken dersten kaçar, Beyoğlu Emek’te film seyrederdik. Müzik, iyi bir dinleyiciyim, ancak ben daha çok klasik müzik ve country severim. Dolayısıyla bir bütünleşme oldu aramızda, onun sevdikleriyle benim sevdiklerim paraleldi. Ve kitabım da bütün bunların özeti gibi.” Atillâ müdahale ediyor: “Bilinmeyenleri de yazdı, canıma okudu bazı bölümleri biliyor musun? Beni irkilten bazı yazıları da var, kendime sakladığım bazı şeyleri de yazdı. Ama zaten kadınla erkeğin tümüyle olaylara aynı şekilde bakması düşünülemez. Kitabı yayınlanmadan önce okudum, ama hiçbir şeyi değiştirmedim. Evde karıma özgürlük tanımazsam ben hangi duruma düşerim, olacak şey mi?!”
Leman Hanım fotoğrafa merakınızı biliyor, sergilerinizi izliyorum. Onlardan da söz edelim mi?
“FOTOĞRAF çekmeye babamın aldığı makine ile 15 yaşımda başlamıştım. Sonra yaşam, çocuk, aile, rehberlik, üniversite falan fazla üzerinde durmadım. Cep telefonlarıyla bu işler farklılaştı. Eskiden makineyi yanında taşıman gerekiyordu, özellikle onun için çıkacaksın çekeceksin. Halbuki şimdi bir şey gördüğünüzde o açı hoşunuza giderse anında çekiyor ve çektiğinizi görebiliyorsunuz.
Ben, daha çok doğa fotoğrafları çekiyorum. Atillâ ‘çiçek, böcek, bulut çekiyorsun’ diyor. Üç sergim oldu, sonbahara bulutlarla ilgili bir sergi düşünüyorum. Atillâ, ‘çiçekleri de katarsın!’ diyor. O, daha çok insanları çekmeyi seviyor. Kulvarlarımız farklı.”
İnsan fotoğraflarından, sinemaya emek vermiş oyuncu ve yönetmenlerin fotoğraflarına yer verdiğini ve “Türkân Sultan’a Armağan Fotoğraf Sergisi”ni hatırlıyorum epey konuşulmuştu. Tabii başka sergiler de var. Peki, sevgili Atillâ sizi günlük yazılı basında yeniden ne zaman göreceğiz?
“KABUL etmek lâzım ki yazılı basın eski gücüne sahip değil. Ancak, bir ölçüde varım, çünkü Milliyet Sanat’a her ay geçmişten gelen bir klasik film yazıyorum. Onlar da 50 yazı olunca bir kitapçık haline geliyor.”
Sohbetimizi ortak imza günlerinizle bitirelim mi? Leman hanım ilk kitabınız, ilk imza günleriniz? Atillâ gibi çok sayıda kitabı olan bir isimle aynı masada kitap imzalamak nasıl bir duygu?
“MESELÂ geliyorlar benim kitabımı alıyorlar, onunkileri es geçiyorlar o vakit mutlu oluyorum! Tabii ki o daha çok kitap imzalıyor, benim şu an için sadece bir kitabım var.
Şunu da söylemek isterim kitabım gerçekten çok ses getirdi. Okuyucular öyle güzel şeyler yazdılar ki… Onlara farklı duygular hissettirebilmek beni çok mutlu etti. Zaten ikinci kitabımı yazmaya da okuyuculardan gelen bu yöndeki istekler, teşvik nedeniyle başladım.”
Sevgili Dorsaylar size yeni kitaplarınızı birlikte imzalamaya devam edeceğiniz sağlıklı, mutlu nice güzel seneler diliyorum. İyi ki dostlarım arasındasınız sizi seviyorum…