Bu dünyadan bir “iyi ve güzel insan”, nâmı-ı diğer çiçek arif geçti!...
Arif Keskiner “İyi ve Güzel İnsan” kavramının içini dolduran bir insandı. Kime dokunduysa kiminle ahbaplık ettiyse kiminle dostluk ettiyse herkese iyilik bulaştırdı. O güzel ve iyi bir hayat yaşadı ve arkasında birçok seveni bırakarak gitti. Ben de onu beraber söylediğimiz bir türkünün son mısrasıyla onu uğurlamıştım; “Ölüm Var Ayrılık Yok Arif Ağabey.” Evet, güle güle Çiçek Arif Ağabey ölüm var ayrılık yok… KENAN KOCATÜRK
ARİF Keskiner, nâm-ı diğer Çiçek Arif ağabeyimiz, daha çok sinemacılığı, daha sonra da işletmesini yaptığı Çiçek Bar’la (Sinema Sevenler Derneği) tanınır ve anılır. Gerek kitaplarından gerekse dostluğumuzdaki sohbetlerinden öğrendiğim kadarıyla tek başına okumak için geldiği İstanbul’da ambar kâtipliğiyle başlayan meslek hayatında, bulaşıkçılık, barmenlik, muhasebecilik, işletme müdürlüğü, kitapçılık, yayıncılık, spor yazarlığı, sonrası tesadüfler… Yılmaz Güney’in arkadaşı olması hasebiyle önce figüran olarak bulaştığı sinema dünyasında önemli yer tutacak filmlere imza atacağını kim bilebilirdi?
Aslına bakarsanız Osmaniyeli nalbant bir babanın oğlu olarak nalbant yamaklığıyla başladığı hayatı hep bir mücadele hep bir bu hayata tutunma gayreti ve hep yeni bir şey yapma isteği yaşamöyküsünün kısa bir özeti bence. Ama okuma isteğiyle beraber başlayan, Osmaniye’den önce Adana’ya daha sonra İstanbul’a kadar uzanan, ardından İsveç macerasıyla bir dönem Ankara’da süren hayatının çok büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirmişti.
Arif Ağabey, -kendisi de böyle söylerdi- şanslı bir insandı, çok güzel insanlar tanıdı, çok hoş edebiyat, sanat ve kültür dünyasının önemli insanlarıyla dolu dolu keyifli zamanlar geçirdi. Bugün onun hayatına baktığımızda kaçımız böyle bir hayatı yaşamak istemez ki... İstanbul’a geliyorsun Ergin Günçe, Demirtaş Ceyhun, Şükran Kurdakul, Cahit Irgat, Edip Cansever’lerle tanışıp şiirlerini okuma fırsatı yakalıyor ve onların masalarına konuk olarak oturuyorsun. Sonra Çukurovalı efsaneler Yaşar Kemal ve Orhan Kemal’le tanışıyor onların has kardeşi,
manevi evladı oluyorsun, yanlarında yamaçlarında bir hayat sürdürüyorsun. Bir gün nişanlanacaksın nişan yüzüğü alacak paran yok yüzüğünü Yaşar Kemal alacak ve nikâh şahidin olacak. Kültür ve sanatın bir zamanlar merkezi olan Beyoğlu’nda Baylan, Markiz pastaneleri, Bacı, Kulis, Lefterin Meyhanesi’nde edebiyat ve sanatın konuşulduğu ortamların içinde olup Attilâ İlhan, Cahit Irgat, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney, Demirtaş Ceyhun, Şükran Kurdakul ve adını burada sayamadığımız insanlarla dostluk edeceksin. Açtığın Çiçek Bar’da bir dönemin kültür sanat hayatının bir kesitinin yaratılmasına öncülük edeceksin, çok insana dokunacaksın, çok insanla dost olacaksın, çok insan tarafından sevilip sayılacaksın, kime nasip olur ki böyle bir şey hani fani dünya dedikleri bu dünyada…
Gençliğinde Türkiye İşçi Partisi’ne üye olarak siyasal mücadeleye de atılan Arif Keskiner, yakın arkadaşı Yüksel Çengel’in taktığı “Komünist Arif” adını her zaman gururla taşıdığını söylerdi. Sinema dünyasında ham film karaborsacılığını son veren kooperatif örgütlenmesi, sinema yasasının çıkarılması için çalışmalara öncülük etmesi belki de eski örgütçülüğünden gelen bir durumdu. Sinema dünyasının sorunlarıyla da her zaman ilgili olan Arif Keskiner’in başta Selvi Boylum Al Yazmalım olmak üzere Kapıcılar Kralı, Maden, Piano Piano Bacaksız gibi filmlerin yapımcılığının yanı sıra belgeselciliğini de unutmamak gerek.
Ben, 1980’lerin başında tanıdığım Arif Ağabey’le dostluğumuzun geliştiği 2010 yılından aramızda ayrıldığı güne kadar çok anı biriktirdim. Birlikte bulunduğumuz sohbetlerde yeni birçok insan tanıdım, onun masasında yeni birçok insanla dost oldum.
ADANA KITAP FUARI’NDA
BİR Adana Kitap Fuarı zamanında onunla Yaşar Kemal’in Demirciler Çarşısı Cinayeti romanındaki Derviş Beyin torunları olan yeğenlerinin kullandığı araçla Hümeyra Erdoğan, Semih Poroy, Turhan Günay’la birlikte önce Kastabala’ya sonra Yaşar Kemal’in köyü Hemite’ye gitmiştik. Orada Metin Deniz’in dağlardan zor bela indirdikleri bir kayadan yontarak yaptığı İnce Memed heykelinin önünde fotoğraf çektirip Yaşar Kemal Müzesi’ni ziyaret etmiştik. Bir sonraki sene sanırım 2015 yılıydı yine aynı ekiple önce Düziçi Köy Enstitüsü’nün bugün müze haline getirilmiş halini ziyaret ederek hayranlıkla sınıfları, laboratuvarları gezip akşamı da Arif Ağabey’in Osmaniye’deki baba evinde kardeşi Münir Keskiner ve eşiyle yeğenlerinin kurduğu zengin sofrada yiyip içip güzel türküler söylemiştik.
Bizim türkü repertuvarımıza şaşıran Arif Ağabey’in yeğenlerinin kendi hazırladıkları şarkıları bırakıp biz eşlik ettikleri güzel bir gece geçirmiştik.
O gece, Arif Ağabey’in müzik öğretmeni olan aynı zamanda müzik aletleri satan yeğenin hediye ettiği Arif Ağabey’in adı soyadı yazılı sazla Adana’ya mutlu mesut dönmüştük. Ertesi akşam bir Adana Kitap Fuarı klasiğimiz olan Koço’da hatırlayabildiğim kadarıyla Deniz Kavukçuoğlu, Uğur Dündar, Deniz Gezmiş’in artık aramızda olmayan kardeşi Hamdi Gezmiş, Yekta Kopan, bizim tayfa Semih Poroy, Turhan Günay, Hümeyra Erdoğan ve Arif Ağabey’e hediye edilen o sazla - ki sonra onunla çok türküler söyledikArif Ağabey’den Osmaniye’nin en güze uzun havası olan “Ceren”i âdeta nefes almadan ilk defa dinlemiştim. Bir uzun hava bu kadar mı güzel okunurdu…
O gece Semih Poroy’un çaldığı, anneciğimin en sevdiği türkülerden olan “Kiremitte Buz musun” adlı Uşak türküsünü benimle birlikte büyük bir şevkle katılarak söylemişti ( Youtube’dan dilerseniz bulup dinleyebilirsiniz). Daha sonraları İbo Sultan’ın Türkülü Meyhanesi’nde çeşitli zamanlarda Sevgili Nida Ateş, Cengiz Özkan, Göktuğ Çelik, Mazlum Çimen, Celal Bakar, Murat Toraman, Vahit Uysal, Turhan Günay, Semih Poroy’la çok güzel meşk ve sohbet akşamlarımız olmuştu.
Arif Ağabey bütün türkülere katılır ama kendisi Ceren, Beymayıl
başta olmak üzere Çukurova türkülerini çok güzel söylerdi. Orhan Kemal’in de çok sevdiğini söylediği “Mezar arasında harman olur mu?” türküsünün “Merdivenden indim yan basa basa/Ciğerim kurudu kan kusa kusa/Beni de vuran p..t arabacı Musa” bölümünü gözleri dolarak âdeta bağrından koparcasına söylerdi. Ruhi Su hayranlığıyla söylediği türküler de vardı ama özellikle Semih Poroy’un çalıp söylediği Elazığ türküleri olan “Çayın Öte Yüzünde” ve “Vardım Baktım Demir Kapı Sürgülü” türkülerini söylerken gözleri yaşlarla dolardı. Arif Ağabey hikâyesi olan türküler söylenirken, hüzünlü bir hikâye anlatırken ya da dinlerken ağlardı, kimse onun gibi güzel ağlayamaz sanırdım ben. Arif Ağabey kadar Nâzım’ın “Şeyh Bedrettin Destanı” ve Attilâ İlhan’ın “Cinayet Saati” şiirlerini güzel okuyanına ben şahit olmadım. Adanalı ismini bilmediği bir şairin şiirinin yanı sıra Apollinaire’den Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’ndan da güzel şiirleri âdeta yaşayarak okurdu.
Nâzım Hikmet hayranıydı, onun için elinden gelen her şeyi yapardı. Nâzım Hikmet Kültür Vakfı’na katkıları olurdu. Nâzım’la ilgili Melih Güneş’le yayınladıkları iki kitaba ne kadar titizlikle çalıştıklarına şahidim. Nâzım’ın yaşadığı memleket hasreti Arif Ağabey’i derinden yaralamıştı. Sevgili dostumuz Baran Seyhan’ın yaptığı Arif Keskiner Belgesel Filmi’nde de konu olan
Nâzım’ın Vera’nın uyuduğunu düşünerek Abidin Dino’yu aradığında olabildiğince sessizce “Abidin, Vera yanımda uyuyor ben konuşmayacağım o uyanmasın, nolur sen Türkçe konuş bana anlat, Türkçeyi o kadar çok özledim ki” dediği ânı Vera’dan dinlemişti. Anlatırken kendini tutamayarak ağlardı.
Arif Ağabey’le uzun seyahatler yaptık; kitap fuarlarına, söyleşilere gittik. Nilüfer Belediyesi’nin Deniz, Hüseyin, Yusuf için yaptırdığı “Üç Fidan” heykelinin açılışına gittik. Bursa’da Turgay Erdem, Zeynep Terzioğlu Erdem, Kayıhan ve Şafak Pala çiftleriyle birlikte Turhan Günay, Semih Poroy ve Nida Ateş’le türkülü, şiirli sohbeti bol bir gece geçirdiğimiz hâlâ hatırımdadır.
Zeynep Terzioğlu Erdem bizi Nâzım’ın Bursa Cezaevi’nde yatarken izinli çıktığı Hüsn-ü Güzel’e götürdüğünde Arif Ağabey, Nâzım’ın ayak izlerinin peşine düşmüştü. Bir İzmir Kitap Fuarı zamanı artık aramızda olmayan Fevzi Palut ağabeyimizin o enfes bas bariton sesinden Elazığ ’ın güzel türkülerini ve uzun havaları dinlerken, sevgili dostumuz Tuncay Kemertaş’ın evinden kalkıp gelerek bizlere güzel türküler çalıp söylerken Arif Ağabey’in keyfine diyecek olmamıştı.
CUMA MASASI
ELBETTE onun da masada olduğu Çiçek Pasajı Seviç’teki efsane “Cuma Masası” sohbetlerini de unutmamak
gerekir. Benim gitmeye başladığım zaman Cevap Çapan, Arif Keskiner, Bilge Zobu, Hakan Savlı, Besim Dalgıç, Turgay Fişekçi, Bener Dortunç, Turhan Günay, Naci Çelik Berksoy, Metin Fındıkçı, Ari Çokona, Lale Kalpakçıoğlu, Semih Poroy, Aydın Boysan masanın müdavimleriydi. O masada da kültür sanat konuşulurdu. Bazen masaya gelenler arasında benim karşılaştığım şair Adonis, Şener Şen, İsa Çelik, Metin Deniz, Neşe Cehiz gibi isimler vardı.
Onun Hümeyra Erdoğan’la yazdığı son kitabı “Akşam Çiçekleri”ni ve daha önce yayınlanmış “Çiçek Gibi, Yine mi Çiçek, Elbette Çiçek, Yaşar Kemal’li Anılar” kitaplarının genişletilmiş tekrar baskılarını iyi ki yayınlamışım. Yayınlanmayı bekleyen yarım kalmış bir başka çalışmasını da umarım basabiliriz.
Arif Ağabey için ben bir konuşmamda “İyi ve Güzel İnsandı” dedim. Evet bu dünyada iyi insan olmak kolay değil, iyi ve güzel insan olmak hiç kolay değil. Arif Keskiner “İyi ve Güzel İnsan” kavramının içini dolduran bir insandı. Kime dokunduysa kiminle ahbaplık ettiyse kiminle dostluk ettiyse herkese iyilik bulaştırdı. O güzel ve iyi bir hayat yaşadı ve arkasında birçok seveni bırakarak gitti. Ben de onu beraber söylediğimiz bir türkünün son mısraıyla onu uğurlamıştım; “Ölüm Var Ayrılık Yok Arif Ağabey.” Evet, güle güle Çiçek Arif Ağabey ölüm var ayrılık yok…