Görsel Lisan
New York’tan İstanbul’a dönen, çağdaş sanatın önemli isimlerinden Haluk Akakçe ile birlikteyiz. Sözlerin bittiği yerde sanatına başvuran, bu alanda kendini çok daha özgür hisseden ve kendine has görsel lisanıyla düşüncelerini paylaşan sanatçı ile renkli d
Haluk Akakçe, Bilkent’te iç mimarlık ve çevre tasarımı okuduktan sonra burslu olarak Art Institute of Chicago’da güzel sanatlar yüksek lisansı yapmış. Video ve performans sanatı okuduktan sonra, New York’ta staj için girdiği Skidmore, Owings & Merrill LLP (SOM)’den iş teklifi almış ve orada kalmış. Ancak, gönlünde mimarlık değil, sanatçılık olduğu için dürtülerinin önüne geçemeyerek çizmeye devam etmiş. Ünü gittikçe yayılan ve dünya sanat piyasasının aranan bir isim olan Akakçe’ye merak ettiklerimizi sorduk.
Gerek sanatınız gerek giyiminiz gerekse de insan ilişkilerinizle fark yaratan birisiniz Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ankara’da doğup büyüdüm. Sanat eğitimi için Amerika’ya gittim ve orada kaldım. Aileme yakın olmak için geri döndüm. Kendimin tanımlanamaz ve taklit edilemez olduğuna inanıyorum. Sanatımla varolmayı, kendimi göstermeyi ve hayvanları çok seviyorum. Sessiz, sakin, duygusal, utangaç, sabırlı ve meraklıyım. Ama aynı zamanda cüretkarım. Aslan burcunun özelliklerini taşıyorum. Pek insanlara bozulmam, küsmem, kıskanmam. Bir şey beni rahatsız ederse hemen söylerim. Arkadaş severim. Çok farklı arkadaş gruplarım var. Aileme ve köpeklerime düşkünüm. Üç köpeğim, yirmiye yakın kuşum ve içinde deniz atları, madagaskarlar, deniz kestaneleri ve mercanların olduğu bir akvaryumum var.
Hayat görüşünüzü merak ediyoruz
Kimsenin hayatı beni ilgilendirmediği gibi benim hayatım da kimseyi ilgilendirmez. Savaşınız sadece kendinizle olmalı. Yaptığınız işi iyi yapmalısınız. Hayata bir kere geliyoruz gibi görünse de reenkarnasyona inanıyorum. Bu yaşamın sadece bir eğitim olduğunu düşünüyorum ve dünyaya sadece birşeyler öğrenmeye, kurtulmaya, hafiflemeye geldiğimizi hissediyorum.
Hayatı nasıl yaşamayı seviyorsunuz?
Bağlanmak bana göre değil. Hiçbir şeye ya da insana bağlı olmak istemiyorum. Kimseye bir taahhütüm yok. İnzivaya çekilmeyi tercih ediyorum çünkü kırılmak istemiyorum. Kesinlikle çevreme ördüğüm bir sürü duvarlarım var. Kendi kendime yeten biriyim. Çalışmak, resim yapmak, sanatla uğraşmak benim hayat biçimim...
Geriye dönersek 1eZ Haklısınız, rekabet büyük. Sanat galerinin belli bir çevresi var. Herkes herkesi tanıyor, güçlü bir dünya içine giriyorsunuz ve kabul edilmeyecekmişsiniz gibi hissediyorsunuz. O yüzden ilk başta başarmam çok zor dedim. Ama ben çok hırslı bir insanım, sakin mizacımın yanı sıra. Asıl gönlümdeki sanatçılığı hiçbir zaman bir kenara itmedim. Mimarlık ofisinde çalışırken bile sürekli bir şeyler çizerdim. Bir gün Los Angeles’tan Getty Müzesi’nde görev yapan, yeni bir proje müdürü geldi. O dönem biz de New York JFK havaalanını tasarlıyorduk. Yanımda rapido ile yaptığım çizimlerim vardı. Söz konusu proje müdürü onları gördü. ‘Sanatçı mısın?’ diye sorduğunda, “Hayır çünkü henüz hakettiğime inanmıyorum ama olmayı çok isterim,” dedim. O da çizimlerimi Chelsea’de önemli bir galeri açan, öncü arkadaşı Matthew Marks’a göstermek istediğini söyledi. Hatta, “Drawing Center kabul ederse, Selections’a katılmalısın!’ dedi. Drawing Center, bu işin en başı ve her sanatçı adayının ilk adım attığı yerdir. Oraya gittim ama Selections denen karma serginin o yılki başvurularını kaçırdığımı farkettim ve bana bir sene sonraki sergi için başvurmamı söylediler. Aynı dönem artık stajım bitiyordu ve çalıştığım mimarlık firması bana iş teklifinde buldu. Kabul ettim. Çalışma vizemi beklerken de firma masraflarımı bile karşıladı ki normalde hiçbir firma masrafları karşılamaz. Şans bir şekilde benden yana ilerliyordu. Vizemi beklerken çok boş zamanım oldu ve o sırada çok çizim yaptım. Bir gün evde kendi kendime çizim yaparken üst kat komşum aradı ve bir ricada bulundu. Bir misafiri gelmişti ve kendisinin bir işi çıktığı için geçikmişti. Benden misafirini içeri alıp oyalamamı rica etti. Ben de Türk misafirperverliğinde kabul edip gelen kişiyi evime aldım. Sohbet ederken laf lafı açtı ve konu sanata geldi, çizimlerimi gösterdim. Meğer gelen misafir, Drawing Center’ın küratörlerinden biriymiş. İsmi Bushra Gill’di ve bana “Normalde her sene Selections’a yedi kişi alıyoruz ama galiba bu sene sekiz kişiyle bu sergiyi yapacağız!” dedi. Bu, inanılacak gibi bir şey değildi. Şans yine bana gülmüş, hatta ayağıma gelmişti. Evimde karşımda duran kişi, hayatıma yön verecek kişiydi. Böylece New York sanat piyasasına girdim ve uluslararası bir platforma doğru ilerledim. Hayatın güzel süprizleri sizi genç yaşta yakalamış 1e mutlu éşlerinizi yaparken neler hissediyorsunuz? Ben yaptığım işi çok iyi yapmak isterim. Mükemmelliyetçiyim. Resimlerimdeki karakterlerle birlikte düşünmeyi, hissetmeyi seviyorum. Her bir eser bittiği zaman bana yoğun duygular yaşatıyor ve yeni yapacağım işlere ilham veriyor. Bazen bir resmi çok sevdiğim oluyor ve onu vermek istemiyorum. Kendimi ondan ayrılmaya hazır hissetmiyorum. Hissederek yaptığınız her iş, bakanlara da o hissi yaşatıyor. Ben buna inanıyorum. O yüzden yaptığım her işin arkasındayım. Yani, çizdiğim ya da olduğum karakteri yansıtmaya çalışıyorum. Kendimi, hayatımı, yalnızlığımı ve çevremdeki kalabaklığımı yaşıyorum… Bu güzel bir duygu! $ranızda duygusal bir bağ oluyor belli ki Hakkında çok konuşulan işleri talep gören ve bugün koleksiyonerlerin olmazsa olmaz listesinde yer alan bir sanatçı olarak sanatınız hakkında ne söylebilirsiniz? Sanatımda öyle bir özgürlüğe ulaştım ki hiçbir şey umrumda olmuyor artık. İstediğin her şeyi söyleyebilmek gibi bir şey bu. Kelimelerin bittiği yerde kendi kelimelerini üretmeye başlıyor insan. Kendine ait görsel bir kelime haznen oluyor. Kendi dilini yaratmış oluyorsun ve kelimelerin bittiği yerde sanat başlıyor. Benimki de böyle bir şey… Sanat öyle bir şey ki hiçbir zaman sizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Hayal kurduğunuz sürece üretebiliyorsunuz. Hayal kurmayı hiç bırakmadım. Artık ticari beklentilerden serbest kalmış bir ben var ve hiç korkmuyorum. Ben kendi işlerimi çok değerli buluyorum. Beğenilsin ya da beğenilmesinler fark etmez. İşimin hiçbiri diğer bir işime benzemez. Kendi kendimi bile taklit edemiyorum. Ben güzel ve dürüst bir şeyler yaptığıma inanıyorum. Dediğim gibi bu size hitap edebilir ya da etmeyebilir. Benim sanatımla ilgili içim rahat. Her işimin kendine has bir hissi, bir düşüncesi ve bir mesajı var… İnsanların ilgi duymadığı şeylere ilgi duyarak… Onların gözlerinden kaçan şeyler bana ilginç geliyor. İnsanların sakladığı gerçekler ve kaale almadığı şeylerde çok şeyin gizli olduğuna inanıyorum. En büyük ilham kaynağım, hayal kurmak ve onu sanatımla gerçeğe dönüştürmek. Çok okuyorum, çok izliyorum ve çok müzik dinliyorum. 7ürkiye’de sanat ortamını nasıl buluyorsunuz? Çok ticari ve sanatçılara zararlı buluyorum. Tamamıyla değeri, metrekareye bağlı bir durum var burada. Bu böyle olmamalı… Yurt dışında devlet, sanat okullarına çok destek oluyor. Örneğin; New York’ta sanatçının yaşamı önemlidir. Çünkü önemli olan bu yaşama farklı bakış açısını kimin getirdiğidir ve bunun cevabı ‘sanatçı’dır. O yüzden sanatçıların yaşamı da önemlidir. Burada sanatçının yaşamı çok önemli değil, maalesef. Bu konuda ne yapmak lazım sizce? İnsanların eğitimiyle değişir. Bir resmin ne kadar büyük olduğu değil; o resmin neyi ifade ettiği, ne biçim bir yenilik, bir bakış açısı getirdiği önemlidir. Türkiye’de bunu anlamıyorlar. Kırmızısı bol ya da ebadı büyük olunca sanıyorlar ki o resim daha değerli. Halbuki öyle değil. Bizdeki bu bakış açısı nasıl ve ne zaman değişir, inanın hiç bilmiyorum. Bazen ümitsizliğe de kapıldığım oluyor. .eşke böyle olmasa Bize sanatın tanımını yapar mısınız? İnsanların birbirine seslendiği, tam değişime inanan, insanı tek bir yapıya veya kalıba sokmayan bir bakış açısına sahip bir olgu. Kelimelerin bittiği yerde sanat başlıyor. Kelimelerin bittiği yerde sanatçı olarak sen kendi kelimelerini üretmeye başlıyorsun. Kendine ait görsel bir kelime haznen oluyor. Yani, kendi dilini yaratmış oluyorsun. Sanatın iyi yanı, kendine izin vermeni sağlıyor ve belli şeyleri yapma cesareti kazanıyorsun. Ben görsel lisanla bir düşünceyi vermeye çalışıyorum… Sanatçı kimliğiniz yanında aktif olarak yapmasanız da bir iç mimarsınız Bu ikisi birbirini nasıl besliyor? İyi ki okumuşum dediğim bir branş. Bana her zaman güç verdi. Vizyonumun gelişmesine destek oldu. Dekorasyona ve antikalara meraklıyım. Antika nasıl belli bir şeyi yansıtıyorsa, onların yaşanmışlığı ve gizemiyle de ilgileniyorum. İçlerinde tuttukları hikayeleri merak ediyorum. Benim sevdiğim stiller Art Nouveau ve Art Deco’lar. Hatta Retro ve 70’ler de hoşuma gidiyor. Yaşadığım evler ya da çalıştığım atölyeler olsun, her zaman dekorasyonuna önem vermişimdir. Ama meslek olarak yapmak, hiçbir zaman önceliğim olmadı. Sanat her zaman ağır bastı. Başarılı olma kriteriniz nedir? Bu her insana göre değişir elbette. Duygu ve akıl arasında kaldığınız zamanlar olabilir. Başınıza gelen en kötü şey, aslında başınıza gelen en iyi şey olabilir. Benim en başarılı olduğum dönemler, en dibe vurduğum dönemlerin hemen arkasından gelen dönemlerdir. Kendinize inanıp ümitsizliğe kapılmadan negatifi pozitife döndürebiliyorsanız, başarılısınızdır. 1e güzel söylediniz Gündemdeki projelerden biraz ipuçları verir misiniz? Koronavirüs salgını yüzünden tüm projeler askıya alındı. Ancak, Akaretler’deki atölyemde yoğun bir şekilde çalışıyorum. Burası aynı zamanda benim evim. Resim yapmaya hiç ara vermeden geçen günler söz konusu. Bazen yemek yemeği bırakın, uyumayı da unuttuğum oluyor. Tüm dünya olarak zor bir dönemden geçiyoruz. Büyük bir değişim içindeyiz. Hepimiz malum, evlerimizdeyiz. Yeni dünya neler getirecek hep birlikte göreceğiz. O yüzden hayal kurmaya, proje üretmeye ve sanata devam…