Kültürel Kodlara Övgü
Beyhan Bağış bir süredir yaşadığı Prag’da sanatla beslenmeye devam ediyor. Farklılığını kültürden alan markası ve üretimleri üzerine bir yolculuğa çıktık.
Anatoli Markası ile tasarıma odaklanan Beyhan Bağış bir süredir Prag’da yeni bir yaşam sürüyor. Anatoli markasının dünyaca ünlü tasarımcı Michael Aram ile yaptığı iş birliğini, yeni hayatının sanat rotasını konuştuk.
Dünyaca ünlü heykeltıraş ve endüstriyel tasarımcı Michael Aram’la iş birliği yapma fikri nasıl ortaya çıktı?
Michael Aram hem çok özel ve yetenekli bir heykeltıraş hem de çok başarılı bir endüstriyel tasarımcı. Maison Objet Tasarım ve Dekorasyon Fuarı’nda dokuz yıl önce tanışınca paylaştığımız bu coğrafyanın ortak kültürü ve benzer anlayışlarını bir kez daha fark ettik. İş yapma prensiplerimizin de örtüştüğünü fark edince iş birliği yapmaya karar verdik.
Kültürel mirasımızdan yola çıkarak bir marka yaratma fikri nasıl doğdu?
Yıllar önce Amerika’ya okumaya gittiğimde orada ailemden ve ülkemden uzakta kalmak bende kendi kültürümüzü doğru şekilde tanıtma isteği uyandırdı. Ben de New York’da Miracle Gift Store isimli bir mağaza açtım. Bu mağazada kendi kültürel değerlerimizle ilgili bazı ürünleri satışa sunuyorduk ve bu sayede de sektördeki eksikliklerle ilgili tecrübe ve bilgi de edinmeyi başarmış oldum. 2011 yılında da Anatoli’yi kurdum.
Anatoli’yi bir de sizden dinlesek, bu kültürel mirası nasıl yaşatıyor?
Anatoli her şeyden önce bir tasarım markası. Ancak bizi en farklı kılan özelliğimiz her ürünümüzün bir hikayesi olması. Sunduğumuz her ürünün arkasında gerçek bir tarih ve hikaye barınıyor. Anatoli isminden de anlaşılabileceği gibi Anadolu’dan geliyor. Tarih boyunca Anadolu topraklarının ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin izleri, Anadolu’nun eşsiz ruhu ile harmanlanarak Anatoli’yi oluşturuyor.
Yöresel zanaatkarlarla nasıl bir çalışma içindesiniz?
Anadolu geleneklerini günümüze adapte ederek hatırlatmak ve hayatta tutmak bizim için önemli. Bu anlamda birçok yerli isim ile iş birlikteliklerimiz bulunuyor. Yıllardır çok yakinen çalıştığımız seramik sanatçısı Atilla Çakır, ebru sanatçısı Hikmet Barutçugil bu iş birliklerinin başında geliyor.
Bir objeye sanat katan sizce hangi detaylar?
Tasarımla sanat çok iç içe ve birbirinden ayrılmaz iki alan. Heykeltraşın eli değmiş bir endüstriyel tasarım aslında birebir sanatçı işi, eseri olarak nitelendirilebilir. Tasarıma sanatı katmak için her zaman bir sanatçı elinden çıkması da gerekmiyor. Sanat her zaman tasarımlarda bize ilham veriyor; bir müze gezdiğinizde ufacık bir detay size farklı endüstriyel tasarım objeleri ile alakalı müthiş bir ilham kaynağı olabiliyor.
Bir süredir Prag yaşıyorsunuz oradaki yaşamınızdan bahseder misiniz?
Çekya’yı çok sevdik ve benimsedik, Prag nakış gibi işlenmiş bir şehir, burada bulunmaktan çok şanslıyız. Doğu Roma İmparatorluğu’na iki kez başkentliğini yapmış, Avrupa’nın kalbinde bir kent. Parkları, doğası ile hem Prag, hem çevresi hem de tüm Çek Cumhuriyeti’ni gezmek çok keyifli, Unesco kültür mirası destinasyonları ile gerçekten sizi masal dünyasına sürükleyen bir tarafı var ülkenin. Çok geniş bir diplomat çevremiz ve Çek dostlarımız var.
Prag size markanızla ilgili ilham veriyor mu?
Prag ile ilgili beni en çok etkileyen ve ilham veren ikinci konuda aslında parkları ve doğası. Bunu bir turist olarak belki de hiç gözlemleyemiyorsunuz. Ancak burada yaşadıkça farklı farklı yüksekliklerden şehri gözlemleyebileceğiniz ve mimarisini hayranlıkla izleyebileceğiniz, şehrin içinden geçen çok fazla sayıda parkı keşfediyorsunuz. Dolayısıyla bana en çok ilham veren bu mimariyi sadece şehrin sokaklarında yürürken değil bana her zaman huzur vermiş olan doğa ortamı içinden de gözlemliyor ve ilham alıyor olmak en çok keyif veren şeylerden bir tanesi. Buna ek olarak tabii ki çağdaş tasarım çizgisinde yadsınamayacak bir yeri olan Çek Kübizm ekolünü de burada yakından inceleme ve etkilenme fırsatı buldum. Yani özetle mimarisi, kübizm ekolü ve şaşırtıcı do
ğası ile Prag bana müthiş bir ilham kaynağı...
Prag’daki sanat rotanızdan bahseder misiniz?
Strahov Kütüphanesi ve Manastır’ı yerleşkesinden aşağıya doğru Kampa Park’a doğru indiğinizde bir modern sanat müzesi olan Kampa Museum’a ulaşacaksınız. Vltava Nehri kenarındaki bu şirin müze ve bölge, Venedik’i aratmayan manzaralarla dolu. Tabii Prag’da olunca Kafka müzesine uğramadan olmaz.