Bir makine rüya görebilir mi?
Los Angeles’ta yaşayan Refik Anadol’un “Machine Hallucination” adlı sergisini New York’ta yaşayan bir makinenin halisinasyonu olarak düşünebilirsiniz. Girdiğiniz yüksek tavanlı alanda, film perdesinin içindeymişsiniz hissini veren sergide yarım saat için bu dünyadan ayrıldığınızı varsayın... New York’ta buluşarak medya sanatını ve sergisini konuştuğumuz Anadol şu sorunun yanıtını arıyor; “21. yüzyılda insan olmak ne demek?” Serginizden bahseder misiniz?
Uzun süredir yapay zeka ile uğraşıyorum. Bu sanat etkiliği için 12 kişilik bir ekiple çalışıyoruz. Bu ekibin içinde antropolog, yapay zeka uzmanı, tasarımcı, mimar ve kod uzmanı bulunuyor. Tıpkı bir yönetmen gibi çalışıyorum. Bir süredir hatıralarla ilgili çalışmalar da yapıyorum. Eserimiz şu sorudan çıktı. 21. yüzyılda artık makinelerin bile öğrenebildiği bir dünyada, bir makine rüya görebilir mi? Son üç yıldır bu soruun cevabını arayan işler üretiyorum. New York’ta gerçekleşen sergimizin adı “Machine Hallucination/Bir Makinenin halisinasyonu”. Nasıl bir çalışma bu?
Hatıralar artık sadece birbirimize anlattıklarımızdan oluşmuyor. Hatıralarımız farklı formlarda saklanıyor, bir veri olarak da tutuluyor. Hayatımızı yaşadığımız şehirlerde sosyal mecralar bir şekilde hatıralarımızı depoluyor. Farkında olsak da olmasak da arkamızda birtakım veriler bırakıyoruz.
Sergide gözrdüğümüz film bir makinenin rüyası mı?
Evet, bir makine eğer düşünebiliyor olsaydı rüyasında neler görebiliyor olabilirdi? Bunu sadece bir makine olarak da düşünmüyorum aslında, bir mimari mekan olarak düşünüyorum. Gelecekte makinelein mimari ile bir ilişki içinde olacağını öngörüyorum. Mimari soğuk materyallerden oluşuyor. Beton, cam, metal gibi. Yapay zeka veri ve ışıkla bir mimari yaratabiliyor. Burada yapay zekaya bir mikrofon uzattığımız düşünülebilir.
Veriler nereden toplandı?
Kamuya açık 113 milyon siteden toplanan verileri kullandık. Çok iddialı bir proje. Bir makinenin bir şehri öğrenebilmesi için muazzzam bir veriye ihtiyacı olacaktır. Bir şehrin içerisinde olduğu tüm hatıralar internette bulunuyor. Bu verileri bırakıyoruz. Bu makine özellikle insansız fotoğrafları seçiyor. Hiçbirinde insan olmayacak. New York’u nasıl görüyoruz? Nasıl deneyimliyoruz? Egodan arınmış bir veriyle gerçek
Medya sanatı alanında verdiği eserlerle ilklere imza atan Refik Anadol, yapay zeka yardımıyla oluşturduğu New York’taki sergisiyle bir makinenin halisinasyonunu izletiyor. Artechouse ev sahipliğindeki sergi tam olarak içinde yer alabildiğiniz büyüleyici bir dünya sunuyor.
olmadığı halde gerçeğe çok yakın hayaller gören bir makinenin hikayesi bu.
Bu dijital serginizde teknik olarak nasıl bir altyapı ile gerçekleşiyor?
18 projeksiyon ve 32 kanal bir setle mekanı donatacağız. Gelenlere başı sonu olan bir hikayeyi 30 dakika içinde deneyimleteceğiz. Senaryosu olan bir hikaye bu. Yakın gelecek sinema deneyimi olarak adlandırabiliriz. Yapay zeka 4096 boyuta kadar öğrenebildiklerini taşıyabiliyor. Bizim bu projeyle en büyük başarımız verinin bu 4096 boyuta taşınmasını görmemiz oldu. Kod yazdık, dünyanın en iyi yazılım firması ile çalıştık, onlar da bu algoritmanın patentini bize verdiler. Bırakın sanatı teknoloji açısından da bir ilke imza attık aslında. Gelenlerin nasıl bir deneyim yaşayacağını düşünüyorsunuz?
Bir makinenin rüyasının içinde, sorular soran ve ilham veren bir deneyim yaşatmayı hayal ediyorum. Teknolojinin hayatımıza etkilerini sorgulatan bir deneyim. İlk yapay zeka projemi “Arşiv Rüyası” ile İstanbul’da yapmıştım. O dünyada bir ilkti, oradan bu noktaya üç yıl içinde gelebilmiş olmak beni mutlu ediyor. Ziyaretçiler fiziksel olarak bu alanda nasıl bulunacaklar? Bir oturma düzeni olacak mı?
Chelsea Market’te kimsenin 120 yıldır girmediği, ısıtma sistemlerinin olduğu bir odada bu deneyimi yaşayacaklar. Bu oda fonksiyonunu kaybettikkten sonra kapalı kalmış. Birlikte çalıştığım Artechouse bu mekanı önerdi ben de çok sevdim. Bana göre mekan Yerebatan Sarnıcı’na benziyor. Bu mekanın tavanı, yeri ve duvarları projesksiyonla giydirilmiş olacak. Ziyaretçiler mekanın içinde serbest dolaşacak. New York’ta olduğumuz düşünülürse sergiyi yere yatıp özgürce seyredenler de bile oldu. Mekan proje için çok uygun bir mekan oldu. Los Angelas’ta Ucla’da ders veriyorsunuz bahseder misiniz?
Mezun olduğum okulda ders veriyorum. Özel bir araştırma yapıyorum aynı zamanda. Gençlere bilgi aktardığım için mutluyum. Türkiye’de deneyimlerinizi paylaşma fırsatı buluyor musunuz?
Konuşmacı olarak geliyorum ama hayalimde mentorluk yapacağım bir workshop çalışması var. Ülkemizden çok yaratıcı insanların çıkacağına inanıyorum.
Medya sanatlarının ne olduğunu açıklar mısınız?
Medya sanatları bundan yaklaşık 50 yıl önce oluşmaya başlayan bir disiplin. İleriyi gören bir sanatçı grubunun farkındalığıyla başlıyor. Mimariden, müziğe her şeyin bir araya gelebildiği medya aracılığıyla yaşanan bir sanat deneyimi. Farklı mecraların, teknoloji odaklı oluşturdukları deneyimler de diyebiliriz. Medya sanatının dikkat edilmesi gereken önemli bir noktası var; işlerin tümünün derinliği, anlamı ve sorgulayıcı yönü olmalı.
Sanattaki sorunuz ne?
21. yüzyılda insan olmak ne demek? Bu sorunun cevabını arıyorum.
Yaptığınız proje için geleceğin sineması diyorsunuz, bunda Los Angeles’ta yaşıyor olmanızın payı var mı?
Kesinlikle var. Sinema insanoğlunun yarattığı en güçlü mecralardan biri. 8 yaşında seyrettiğim ilk filmden sonra hayal kurmayı bırakmadım. İstanbul’dan sonra ikinci evimin Los Angeles olması sinemaya olan tutkumdan. Sinema kadar heyecan veren bir mecra düşünemiyorum.
Sevdiğiniz yönetmenler kimler?
Alejandro González Iñárritu, Ridley Scott, Steven Spielberg. Disney ile yaptığım proje sonucu bu sektörden birçok insanla tanışma şansım oldu. Walt Disney Concert Hall’da yaptığım “WDCH Dreams” çalışmamdan sonra Iñárritu; “İlk defa teknolojiye dokunabileceğimi hissettim.” dedi. Bu benim için tarifi zor bir mutluluktu.