LabMedya

SAMANDAN SOĞANA GIDA GÜVENCESİ

- Prof. Dr. Aziz EKŞİ

Gerçi elimizde beslenme durumuna ilişkin araştırmay­a dayalı bir veri yok. Sağlık Bakanlığı tarafından yapıldığı bilinen beslenme araştırmas­ının sonuçları da nedense açıklanmıy­or! Fakat 2012’de ineği “samana muhtaç” eden Türkiye’nin 2019 yılında da yiğidin “soğana muhtaç” olduğu noktaya geldiği biliniyor.

2004’ten 2018’e kişi başına soğan üretimi yüzde 8, patlıcan üretimi yüzde 10, patates üretimi ise yüzde 17 azalıyor. Başlıca kalori kaynağı olan buğdayın kişi başına üretimi ise 2002 yılında 294 kg iken 2018 yılında 244 kg’a düşüyor. Süt ve et tüketimi yeterli düzeyde değil. 2018’de içme sütü tüketimi AB’nde 64 litre iken Türkiye’de ise 34 litre; et tüketimi ise AB’nde 77 kg ve dünyada 43 kg iken Türkiye’de 37 kg dolayındad­ır. Öte yandan 12,9 milyon insanın açlık sınırı altında yaşadığı ve gıda tüketimini­n bu ortalama değerlerin oldukça altında olduğu biliniyor.

Dolayısı ile Türkiye’nin gıda güvence karnesi “zayıf” ile doludur. Nitekim global gıda güvencesi indeksi (GFSI 2018)’ne göre puanı 64,2’dir ve 113 ülke arasında 48’inci sıradadır.

Dünyaya gelince, değişen bir şey yok. Açlık sınırı altındaki insan sayısında anlamlı bir azalma sağlanamıy­or. 1990-92 döneminde 843 milyon olan bu sayı 2018 yılında 822 milyon ve dünya nüfusunun yüzde 10,8’idir. Gıda güvencesiz insan sayısı ise 2018 yılında 2,013 milyardır ve dünya nüfusunun yüzde 26,4’üdür. Gıda güvencesin­den yoksu bu insanların yüzde 51,4’ü Asya’da, yüzde 33,6’sı Afrika’da ve yüzde 9,3’ü Latin Amerika’da, yüzde 4,4’ü ise Kuzey Amerika ve Avrupa’da yaşıyor.

Oysa dünyada gıda üretimi nüfustan daha hızlı artıyor. Örneğin son 50 yılda dünya nüfusu 2 kat artarken gıda üretimi 3 kat artmıştır. Bunun gibi, 1961-2013 döneminde kişi başına düşen günlük enerji miktarı 2.200 kcal’den 2.884 kcal’ye yükselmişt­ir. Dolayısı ile açlığın nedeni gıda yetersizli­ği değil paylaşım dengesizli­ğidir.

Paylaşım dengesizli­ğinin başka bir kanıtı da obezite artışıdır. 2017 yılında dünyadaki obez insan sayısının 600 milyon ve aşırı kilolu sayısının ise 1,3 milyardır. Bu acı gerçek, dünyada yaklaşık 2 milyar insanın gereğinden fazla gıda tüketmesin­den kaynaklanı­yor. Bir yönü ile gıda israfına yol açarken bir yönü ile de toplum sağlığını tehdit ediyor. Çünkü diyabet, yüksek tansiyon, kalp ve kanser gibi yaygın hastalıkla­ra yakalanma riskini artırıyor. Dolayısı ile obezitenin azaltılmas­ı hem gıda tasarrufu hem de insan sağlığı açısından önemlidir.

Obezite kuşkusuz global bir sorundur.

Fakat açlık sorunundan daha önemli değildir. İki olgu arasındaki farkın gözden kaçmaması gerekiyor. Obez insanların daha az tüketmesi bir bakıma kendi elindedir. Fakat aç insanların daha fazla tüketmesi böyle değildir. Açlığın çözümü için tartışılan alternatif­lerin başında öteden beri gıda bağışı geliyor. Son yıllarda; gıda israfı, diyet kayması ve şirket tarımı gibi kavramlara dayalı alternatif­lerin de eklendiği görülüyor.

Gıda bağışı ya da yardımı yolu ile açlık sorununun çözülemeye­ceği açıktır. Bu yaklaşım kısaca, gıda fazlası olan ülkelerden gıda açığı olan ülkelere karşılıksı­z gıda aktarılmas­ıdır. Ancak açlık çeken insan sayısı dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 11’i iken toplanan bağış dünya gıda üretiminin yüzde 0,3’ü dolayındad­ır. Hiçbir ülke gıda fazlasını başka bir ülke ile gönüllü olarak paylaşmak istemiyor.

Gıda israfı ve azaltılmas­ı kuşkusuz çok önemlidir. Fakat bunun açlık sorunu için çözüm olacağı tartışmalı­dır. World Resources Institute-WRI (2019) raporuna göre global düzeyde gıda kayıp oranı yüzde 26’dır. Başka bir deyişle üretilen gıdanın ancak yüzde 74’ü tüketilebi­lmektedir. Kayıpların yüzde 8’i üretim, yüzde 6’sı hazırlama ve depolama, yüzde 1’i işleme, yüzde 3’ü dağıtım ve market, yüzde 8’i ise tüketim aşamasında ortaya çıkmaktadı­r. Gelişen ülkelerde üretim, gelişmiş ülkelerde ise tüketim aşamasında­ki kayıp oranı daha fazladır. Kayıpların azaltılmas­ı ile gıda varlığının artacağı açıktır. Fakat gıda kaybının sıfırlanma­sı söz konusu değildir. Bu nedenle sağlanan tasarruf kısıtlı kalacaktır. Ayrıca sağlanan tasarrufun açlık çeken insanlara ulaşacağı kuşkuludur.

Diyet kayması ile kalori ve protein gereksinim­inin daha çok bitkisel gıdalardan karşılanma­sı öngörülüyo­r. Et tüketimini­n de sığırdan domuz ve kanatlıya kaydırılma­sı öneriliyor. Amaç birim kalori ve birim protein başına taze su tüketimi ile sera gazı salınımını­n azaltmasıd­ır. Bu öneri; global ısınmanın azaltılmas­ı, iklim değişikliğ­inin önlenmesi ve tarımın sürdürüleb­ilirliği açısından kuşkusuz önemlidir. Fakat protein kalitesi ve dengeli beslenme açısından olumsuzdur.

Ayrıca açlığa ivedi çözüm açısından da anlamlı değildir.

Şirket tarımı da gıda üretimini artırmaya odaklı bir yaklaşımdı­r. Bu uygulama, tarlalar arasındaki sınırların kaldırılma­sını ve ekilen toprakları­n ekolojik ortamdan soyutlanma­sını (land sparing) gerektiriy­or. Ayrıca yoğun girdi kullanımın­a dayanıyor. Bu yolla tarımsal üretimin artacağı açıktır. Fakat açlığa çözüm olmayacağı bellidir.

Bu uygulama, ekolojik dengenin korunması ve tarımın sürdürüleb­ilirliği açısından da olumsuzdur. Tarımsal üretimin sürdürüleb­ilirliği için tarım toprağı ile doğal ortamın içiçeliğin­in (land sharing) bozulmamas­ı ve aile çiftçiliği­nin tarımsal üretimdeki ağırlığını­n korunması gerekiyor. Görülüyor ki gıda güvencesin­in sağlanması için tartışılan alternatif­lerin çoğu gıda üretiminin artırılmas­ına odaklanıyo­r.

Oysa tek başına gıda üretim artışı, açlık sorununu çözmek yerine obezite gibi başka sorunlara yol açıyor. Bu nedenle üretimin öncelikle gıda açığı olan bölgelerde artırılmas­ı ve insan hakkı kapsamında paylaşılma­sı gerekiyor. İşte bu noktada “gıda adaleti” ve “gıda egemenliği” kavramları gündeme geliyor. Kısaca yeterli gıda tüketimini­n bir “insan hakkı” olarak algılanmas­ı ve her topluluğun gıda politikası­nı kendisinin belirlemes­i… Bu da öncelikle gıda açığı olan ülkelerin dayanışmas­ını gerektiriy­or.

Türkiye ise gıda egemenliği­nden giderek uzaklaşan bir ülkedir. Girdi fiyatları ile gıda fiyatları arasındaki makas daraldıkça çiftçiler tarımsal üretimden kopuyor.

Kişi başına gıda üretimi azalırken gıda bağımlılığ­ı artıyor. Bunun nedeni, tarımda koruyucu politikala­rdan vazgeçilme­si ve tarımın piyasa koşulların­a terkedilme­sidir.

Yapılması gereken bunun tam tersidir. Tarımsal üretimin yerel kaynak öncelikli bir yaklaşımla artırılmas­ı ve bunun için de aile çiftçiliği ve kooperatif örgütlenme­ye dayalı “köykent” benzeri bir kırsal değişim modelinin uygulanmas­ıdır.

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye