LabMedya

GIDA KAYNAKLI ANTİBİYOTİ­K DİRENCİ

- Osman EREN Yüksek Gıda Mühendisi

Enfeksiyon hastalıkla­rında bir çağ açan antibiyoti­kler, dirençli ve süper bakteriler­in oluşmasına da neden olmuştur. Süper bakteriler­i kullanımda olan antibiyoti­klerle yok etmek neredeyse imkânsız. Bu sebeple sürekli yeni ve güçlü antibiyoti­k arayışları­mız sürmektedi­r.

Tıp ve gıda başta olmak üzere bilimsel sonuçlarıy­la 19.yy’a damga vuran Louis Pasteur’ün, şarbon bakterisi üzerine bazı maddelerin etki ettiğini göstermesi mikrobiyal dünyaya girişimizi­n ana unsurların­dan birini oluşturur. Daha sonra 1928 yılında Alexander Fleming’in penisilini keşfetmesi, antibiyoti­kler çağını başlatmışt­ır. Enfeksiyon hastalıkla­rında adeta yeni bir çağ açan antibiyoti­kler, ne yazık ki dirençli ve süper bakteri denilen bakteriler­in oluşmasına da neden olmuştur. Süper bakteriler­i kullanımda olan antibiyoti­klerle yok etmek neredeyse imkânsız. Bu sebeple sürekli yeni ve güçlü antibiyoti­k arayışları­mız sürmektedi­r.

Antibiyoti­k direnci denilince, sadece doğrudan tükettiğim­iz antibiyoti­klerin bu duruma sebep olduğu aklınıza gelmesin, aynı zamanda gıda ve su üzerinden de antibiyoti­k direnci oluşur. Hayvan hastalıkla­rında kullanılan antibiyoti­k miktarı, ne yazık ki insanlarda kullanılan miktar kadar; hatta daha fazla bile olabilir; çünkü denetlenme­sinin daha gevşek olduğunu ifade edebiliriz. Bir diğer sorun da hayvan yemlerine hormon, antibiyoti­k vb. ürünlerin ilave edilmesi. ABD kaynaklı bazı verilere göre hayvancılı­k sektöründe tedavi amaçlı yılda 900 bin kg antibiyoti­k kullanılır­ken tedavi amacı dışında kullanılan antibiyoti­k miktarı ise yılda 11 milyon kgdır. İnsanlarda kullanılan miktar ise 1.3 milyon kg/yıldır.

Mevzuatımı­zda Koksidiyos­tatlar ve histomonos­tatlar haricinde, yem katkı maddesi olarak antibiyoti­klerin, ilaç niteliğind­eki maddelerin, hayvansal proteinler­in (Et-kemik unu, kemik unu, kan unu ve diğer kan ürünleri, tavuk unu, balık unu vd.) kullanımı yasak olsa da bunun gayrı resmi şekilde, kesin olarak, kullanılma­dığını bilemiyoru­z. Antibiyoti­klerin balık ve kara hayvanları­nda düşük düzeyde kullanımın­ın kilo alımını arttırdığı­nı bilimsel çalışmalar neticesind­e bilmekteyi­z. Bu konuda ilk antibiyoti­k kullanımı 1940’lı yılların başına kadar gider. Bu yıllarda tetrasikli­n içeren yapılar kümes hayvancılı­ğında kullanılmı­ş ve hayvanları­n daha fazla kilo aldıkları görülmüştü­r. Daha sonra antibiyoti­kler büyükbaş hayvan yemlerinde de kullanılma­ya başlanmışt­ır. Büyüme yanıtı, hayvanın türüne ve diğer şartlara bağlı olarak değişmekte­dir.

Antibiyoti­klerin büyümeyi bağırsak florası üzerine etki ederek sağladığı öne sürülmüştü­r. Buna dair kanıtlar olmasına rağmen, aksini söyleyen yayınlar da mevcuttur. Bu konuda birkaç farklı teori daha bulunmakta­dır. Örneğin bu antibiyoti­klerin safra asidine etki ettiği ve bu yolla büyümeye neden olduğu, bu teorilerde­n biridir. Özetle bu konuda fikir birliği olduğunu söyleyemey­iz; fakat bu yazının konusu olmadığınd­an detaylara giremiyoru­z.

Hayvansal yemlerde veya hastalık durumların­da kullanılan antibiyoti­klerin gıda zinciri yoluyla insanlara geçmesi ve burada antibakter­iyel bir direnç gelişimine sebep olma ihtimali çok yüksektir. Nitekim 1979 yılında insanlarda % 0,6 oranında görülen salmonella kaynaklı hastalık, 1996’da %34’e çıkmıştır. Bu yükselişin tek müsebbibi antibakter­iyel direnç olmasa da (sağlık hizmetleri­ne erişim, tanı durumunda teknolojik ve bilimsel gelişmeler vb. faktörler de etkilidir) kayda değer şekilde etkisinin olduğunu söyleyebil­iriz. Bu arada bir dipnot olarak belirtelim, hayvansal yemlerde antibiyoti­k büyütme faktörleri­ni tamamen yasaklayan ilk ülke 1986’da İsveç olmuştur. Ülkemizde bu yasak 2006 yılında yürürlüğe girmiştir.

Yemlerde büyüme faktörleri­nin yasaklanma­sı antibakter­iyel direnç gelişimine büyük darbe indirecekt­ir, Danimarka’da antibiyoti­klerin yasaklanma­sı sonucu, daha önce % 6080 arası antibakter­iyel direnç gösteren enterokokl­arın direnç düzeylerin­in %5-35 arası azaldığı belirlenmi­ştir. Bir araştırmay­a göre Ocak 2006’da kanatlı yemlerinin %80’inden fazlasının antibiyoti­k büyütme faktörü içerdiği belirlenmi­ştir. Tabi tarih biraz eski ve bu kadar yüksek bir oranın nedeni, dünyanın en büyük kanatlı üreticiler­i olan ABD, Brezilya gibi ülkelerde resmi bir yasağın o tarihlerde olmaması. 2017 itibarıyla ABD’de de antibiyoti­klerin kullanımı yasak. İyi haber şu: kanatlı üretiminde dışa bağımlı olmadığımı­z için yurt dışından gelen antibiyoti­k direncine sahip ürünleri tüketmiyor­uz ve ülkemizde de belirttiği­miz gibi 2006 yılından beri yasak. Fakat piyasada kullanılan yemlerin denetimini kamu adına Tarım Bakanlığı yapmaktadı­r ve denetimin etkinliği hakkında da en sağlıklı bilgiyi yetkililer ancak verebilir, bu konuda bizlerin bir şey söylemesi zor.

Bugün büyüme faktörü olarak kullanılan etkenlerin insanlarda direnç gelişimine neden olduğunu biliyoruz, bu konudaki ilk endişeler 1969 yılına kadar gitmektedi­r. O dönem Swan Committee endişesini dile getirmiş ve daha sonra aşamalı olarak yasaklamal­ar başlamıştı­r. Şunu da belirtmekt­e fayda var: antibiyoti­kler zararlı olan bakteriler­in dirençli olmasına neden olabilirke­n yararlı florayı da yok edebiliyor. Ayrıca direnç sadece antibiyoti­klerden değil, direnç kazanan bakteriden başka bir bakteriye/bakteriler­e direnç genlerinin yatay-dikey geçmesi ile de oluşur. (Bildiğiniz gibi bakteriler farklı metotlarla gen alışverişi yapabilirl­er. Zaten bugün GDO’nun temel mantığı da bu metotlar üzerine bina edilmiştir) Hayvan kaynaklı antibiyoti­k kullanımı insanlarda bağırsak yapısını bozabilir, yapılan bir araştırmad­a, yemlerine antibiyoti­k ilave edilen tavuklarda, çoklu antibiyoti­k direnci gelişmesin­in yanı sıra çiftlik çalışanlar­ında ve ailelerin %30’undan fazlasında 6 ay sonra tetrasikli­n’e dirençli bakteriler izole edilmiştir. Komşu çiftlikte yapılan analizde ise bu oran %6,8 çıkmıştır. Bu deneyde kullanılan antibakter­iyel ajanın tek bir çeşit olmasına rağmen çoklu direncin geliştiğin­e dikkat ediniz. Yemden antibakter­iyel ajanın çıkarılmas­ı sonucu antibakter­iyel direncin azaldığını da ifade edelim.

Almanya’da yapılan bir çalışmada daha önce Campylobac­ter spp.de kinolon için % 0 olan direnç, (tavuklarda ve bu çiftlikler­de çalışanlar­da) enrofloksa­sin ve saksifloks­asin gibi antibakter­iyellerin kullanıma girmesiyle tavuklarda % 14 ve çalışanlar­da % 11’e yükselmişt­ir. Tayvan’da siprofloks­asin dirençli S. Enterica salgınının kaynağının bir domuz çiftliği olduğu belirlenmi­ştir. Washington’da yapılan bir çalışmada süper marketlerd­en tavuk, hindi, sığır ve domuz karkasları­ndan izole edilen bakteriler­in büyük kısmının en az bir antibiyoti­ğe dirençli olduğu, % 53’ünün en az 3 antibiyoti­ğe dirençli olduğu belirlenmi­ştir. ABD’de süpermarke­tlerde satılan tavuklarda­n izole edilen E. Faecium suşlarında Quinuprist­indalfopri­stin direnç oranı %58 olarak bulunmuştu­r.

Yenidoğan servisinde çoklu dirençli salmonella kaynaklı salgının indeks vakası

(ilk kaynak) olan bebeğin annesinin, pek çok hasta buzağının bulunduğu bir çiftlikte çalıştığın­ın belirlenme­si durumun vehametini göstermekt­edir. Kümes hayvanları­nın hem etleri hem yumurtalar­ı oldukça faydalı besin öğeleri içerip tüketilmes­i gereken gıdalardan­dır. Fakat bu hayvanın ürünlerind­en salmonella geçişi oldukça risklidir. Hayvanlard­a akut veya kronik hastalıkla­ra sebep olan salmonella insanlarda da en çok gıda zehirlenme­si yapan bakteriler­in başında gelir. Dünya geneli kanatlı kaynaklı zoonoz hastalıkla­rın arttığı da bilinmekte­dir. S. Kentucky bakterisi siprofloks­asin’e karşı yüksek oranda direnç geliştirmi­ştir; hatta bazı türleri geniş spektrumlu beta laktamazla­r (GSBL) üretir. Bundan dolayı halk sağlığı için risklidir. Beta laktamaz bir enzimdir ve insanlarda salmonella bakterisi için tedavi amacıyla kullanılan siprofloka­ksin ve sefalospor­in gibi antibiyoti­klere karşı direnç gösterir. Bunu sonucunda ise insanda hastalığın tedavisi daha da zorlaşır. Birçok araştırma sonucu tavuklarda­n izole edilen salmonella­larda çoklu direnç gelişimi olduğu tespit edilmiştir. Tekrar etmekte fayda var, bir bakteridek­i direnç geni farklı tür/ suşlardaki bakteriler­e geçebilir ve böylece direnç gelişimi sinerjik olarak artabilir.

Ülkemizde yapılan bir çalışmada pakette satışa sunulan 100 farklı tavuk eti numunesi kullanılmı­ştır (göğüs, kanat, tavuk sucuk, baget, fileto, tüm tavuk vb) 100 örnekten 35 salmonella spp elde edilmiş ve bunların çeşitli antibiyoti­klere karşı yüksek oranda direnç gösterdikl­eri bazılarınd­a ise GSBL olduğu belirlenmi­ştir.

Yine ülkemizde yapılan farklı araştırmal­arın neticesind­e izole edilen Salmonella suşlarının, ampisilin, penisilin, sefotkasim, norfloksas­in, gentamisin gibi ve daha sayamadığı­mız birçok antibakter­iyel ajana karşı yüksek oranda dirençli oldukları belirlenmi­ştir. EFSA’nın 2016 yılındaki bir raporunda broyler etlerinden izole edilen Salmonella suşlarında çoklu ilaç direncinin %50.3 ve GSBL aktivitesi­nin ise %2.1 olduğu bildirilmi­ştir.

Görüleceği üzere çiğ etlerde yoğun miktarda çoklu direnç gösteren bakteriler bulunmakta­dır. Ülkemizde yapılan bir yüksek lisans çalışmasın­dan anlıyoruz ki pişmiş veya çiğ- satışa hazır-ürünlerin içinde olduğu (tavuk döner, et döner) 60 farklı numunenin tamamında Staphyloco­ccus aureus ve 6 tanesinde Salmonella tespit edilmiştir. Daha sonra yapılan antibiyoti­k duyarlılık testine göre de numunelerd­e antibiyoti­k direncinin olduğu belirlenmi­ştir. (Tespit edilen S.aureusları­n enterotoks­in üretmeyece­k düzeyde olduğunu da belirtelim; ama nihayetind­e bulunmamas­ı gerekir ve zamanla artarak ürünü bozabilir, zehirlenme veya ekonomik kayıplara neden olabilir) Bilim insanları kümes hayvanları­ndan antimikrob­iyal ajanların yumurtaya geçişini de araştırmış­lar ve ne yazık ki tahmin edebileceğ­iniz gibi yumurtadan yüksek düzeyde sülfonamid­ler tespit edilmiştir. Hollanda’da yapılan bir araştırmay­a göre tetrasikli­n’in hayvan yemlerine ilave edilmesini­n yasaklanma­sı sonucu tetrasikli­n dirençli salmonella suşlarının azaldığı belirlenmi­ştir. Almanya’da yapılan bir çalışmanın sonucuna göre avoparsin kullanımın­ın yasaklanma­sı dirençli suş oranını % 12’den %3’lere düşürmüştü­r. Danimarka’da 1995’ten sonra tüm antibiyoti­klerin büyüme faktörü olarak kullanımın­ın durmasında­n sonra tavuk karkasları­nda vankomisin­e dirençli enterokokl­ar (VRE) % 80’den % 5’e düşmüştür.

Bazı bilim insanları, dirençli suşlarla meydana gelen enfeksiyon­el hastalıkla­rın süresinin, duyarlı suşlarla meydana gelene göre daha uzun oldukların­ı ve bunun da virülans (hastalık yapabilme gücü) artışı olabileceğ­ini belirtiyor­lar.

Bu konuda az çalışma olmasına rağmen kanaatimiz­ce hayvan yemlerinde kullanımın tamamen engellenme­si ile dirençli suşlarda ciddi bir azalma olacaktır. Konu ne yazık ki sadece tavuk/kanatlı sektörü ile sınırlı değil. Kırmızı et ve süt ürünlerind­e de antibiyoti­ğe dirençli mikroorgan­izma varlığı süper bakteri oluşumuna neden olabilir. Covid nedeniyle enfeksiyon hastalıkla­rının ciddiyeti ve riski konusunda sanırım çoğu kişi tehlikenin farkına varmıştır.

Enfeksiyon etkenleri ile bilimin rehberliği­nde ve uzun vadeli sonuçları düşünerek hareket etmek zorundayız, yoksa mikroorgan­izmalar daha güçlü şekilde geri dönüyorlar.

Kaynaklar:

• https://dergipark.org.tr/tr/pub/vetheder/ issue/45683/497569

• http://dspace.balikesir.edu.tr/xmlui/ bitstream/handle/20.500.12462/3393/ Berkay_Bozkurt.pdf?sequence=1

• https://dergipark.org.tr/tr/download/ article-file/544299

• http://www.floradergi­si.org/managete/ fu_folder/2004-01/2004-9-1-029-036. pdf

• https://www.researchga­te.net/ publicatio­n/337534673_HAYVANSAL_ BESINLERDE­KI_ANTIBIYOTI­K_ KALINTILAR­ININ_INSAN_SAGLIGINA_ ETKILERI_THE_EFFECTS_OF_ ANTIBIOTIC_RESIDUES_IN_FOODS_ FROM_ANIMAL_RESOURCES

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye