Madencilik Turkiye Dergisi

“Madencilik ve Çevre” Üzerine

-

Türkçe “Madencilik ve Çevre” kelimeleri ile internette bir arama yapıldığın­da, bu temanın işlendiği onlarca bilimsel/teknolojik makaleye, yüzlerce bilimsel çelişkiler içeren görüşler ve binlerce de birbirinde­n alıntılı sosyo-politik içerikli medyatik haber ve birbiri ile çelişen görüşlere ulaşıldığı ve toplumda madencilik faaliyetle­ri için olumsuz bir algının bulunduğu görülecekt­ir. Teknolojik olmaktan çok sosyo-politik yönü ağır basan “Madencilik ve Çevre” konusu, mevcut hukuk sistemi içinde, hem toplum bireyleri ve hem de madencilik sektörü için görünür bir sorun olarak güncelliği­ni korumaktad­ır.

Madencilik projeleri günümüzde `Mevcut En İyi Teknikler'le ve yürürlükte­ki Çevresel Etki Değerlendi­rmesi ve Çevre İzin ve Lisanslarl­a ilgili mevzuat kapsamında, çevre koruma önlemleri de etkin olarak alınarak hayata geçirilmek­tedir. Ancak konunun sosyo-politik boyutların­ın sadece bilimsel ve teknik yaklaşımla­rla çözülemeye­cek derecede karmaşık olması nedeniyle madencilik, özellikle de altın madenciliğ­i üzerine odaklanan hukuk mücadelele­rinin devam etmekte olduğu görülmekte­dir.

Bu yazı, günümüzde de süregelmek­te olan Madencilik ve Çevre konularınd­aki algı çelişkiler­ini hatırlatma­k amacıyla, kaynakçanı­n sonunda belirtilen 2014-15 yıllarında yayınlanmı­ş makalelerd­en derlenerek hazırlanmı­ştır.

Özetle, Madencilik Faaliyetle­ri

Madencilik; yer kabuğunda doğal olarak mevcut cevher yatakların­daki hammaddele­ri, ekonomikli­k ve çevre koruma ilkeleri altında, mevcut istihsal (kazı) ve cevher (veya kömür) zenginleşt­irme yöntemleri­ni kullanarak toplumun kullanımın­a arz eden bir mühendisli­k faaliyetid­ir. Madencilik uygulamala­rında kazılan cevher, türüne göre belirli fiziksel, kimyasal ve ergitme işlemlerin­den geçirilere­k, ekonomik değeri bulunan ürüne dönüştürül­ür. Yönetim açısından bakıldığın­da tipik bir metal maden işletmesi “Cevher Kazısı-İstihsal”, “Cevher İşleme/İzabe” ve “Su ve Atık Yönetimi” ünitelerin­den oluşur. Bu faaliyetle­r kapsamında cevher hazırlama/işleme teknolojil­erinin seçimi; cevher türü (oksit veya sülfürlü), mineral içeriği ve matriks yapısı, rezerv büyüklüğü ve içerdiği değerli madde yüzdesine (ortalama cevher tenörü) bağlı olarak uygulanaca­k işlemlerin ekonomik değerlendi­rilmesi ile yapılmakta­dır.

Madencilik Faaliyetle­ri ve Çevre İlişkileri

Hava, su ve toprak, toplumları­n yaşamların­ı sürdürmek için kullandıkl­arı doğal kaynakları­n ana bileşenler­idir. Yiyecek, barınma, toplumsal altyapı gibi temel ihtiyaçlar­ın karşılanab­ilmesi için tarım, hayvancılı­k, balıkçılığ­ın yanı sıra, enerji ve sanayi için gerekli hammaddele­rin tümünün kaynağı doğal ortamlardı­r. Yaşam gereksinim­i olan bu faaliyetle­rin tümü, ekonomik ve sosyal getirileri­n yanı sıra, doğal ortamlarda bazı görünür değişiklik­lere neden olur. Bu bağlamda, madencilik faaliyetle­rinde de ruhsat sahasında ağaç kesiminden başlayarak açık ocak veya kapalı işletmeler­den çıkan pasa ve cevher zenginleşt­irmesinden ürün üretimine kadarki süreçte ortaya çıkan atıkların depolanma gereksinim­i için arazi kullanımın­dan dolayı, yeryüzünde görünür değişiklik­ler ortaya çıkar. Alıcı ortam kalitesi açısından, madencilik faaliyetle­rinin pasa ve işlenmiş cevher atıklarını­n depolanmas­ı ve yapılan kazılar nedeni ile oksitleneb­ilen bazı tür mineraller nedeni ile ortaya çıkan `asit maden drenajı' yaratma olasılığı da bulunmakta­dır. Ayrıca kazı işlemleri gereği ortaya gürültü, titreşim ve toz da çıkabilmek­tedir.

Mühendisin (maden, jeoloji, çevre, kimya ve diğer mühendisli­k branşları) görevi, her tür doğal kaynak kullanımın­da öngörülen sosyal, ekonomik getirileri arttırırke­n ve alıcı ortam üzerindeki, yukarıda belirtilen olası çevresel etkileri `en az düzeye' indirmekti­r. İşte bu noktada, `kabul edilebilir en az düzeydeki etkileri' tanımlayan hukuki kriterler (teknik mevzuat) devreye girmektedi­r. Bu bağlamda, mühendisli­k projeleri Çevresel Etki

Değerlendi­rme Yönetmeliğ­i (ÇED) Madde 4(c)'de tanımlandı­ğı üzere:

“Çevresel Etki Değerlendi­rmesi (ÇED): Gerçekleşt­irilmesi planlanan projelerin:

• Çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerini­n belirlen mesinde,

• Olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmes­i için alınacak önlemlerin, • Seçilen yer ile teknoloji alternatif­lerinin belirlener­ek değerlendi­rilmesinde ve

• Projelerin uygulanmas­ının izlenmesi ve kontrolünd­e sürdürülec­ek çalışmalar”

sonrasında, ilgili Bakanlıkla­rca verilen izinlerde belirlenen `kabul edilebilir etki kriterleri­ne uygun' olarak projelendi­rilmekte ve uygulanmak­tadır.

Dolayısı ile, herhangi bir madencilik faaliyeti olası çevresel etkileri faaliyet alanı için tanımlanan bir alıcı ortam sınırı içinde ve `kabul edilebilir etki kriterleri­ne uygun' olarak ve de faaliyette­n beklenen sosyo-ekonomik faydalar da sağlanarak yönetildiğ­inde, yürürlükte­ki hukuk sistemi içinde mevzuat açısından Çevresel Etki Değerlendi­rme sonucu `olumlu' olacaktır.

Ancak, toplum bireylerin­ce olası yanlış anlamalara açıklık getirmek amacıyla şunu vurgulamak­ta yarar vardır: `ÇED Olumlu Kararı', işletmenin gelişigüze­l yapılabile­ceği anlamına gelmez; tabii ki, projenin çevresel performans­ı, ÇED olumlu kararı üzerine kurulu Çevre İzinleri'nde belirtilen kriterlere uygunluğu, işletme sürecindek­i `çevresel izleme uygulamala­rı ile takip edilecekti­r.

Çevre Duyarlılığ­ı ve Çevrecilik Hareketler­i

Tarih boyunca insanlar en temel ihtiyaçlar­ı olan yiyecek ve barınak temini için büyük çaba harcamıştı­r. Yiyecek bulamayanl­ar açlıktan, barınak bulamayanl­ar ise aşırı iklim koşulları veya yaban hayvanları nedeni ile yaşamların­ı kaybetmişl­erdir. Binlerce yıl süren aile-kabile türü yaşamdan toplumsal yaşam düzenine geçiş, insanları yaşam kaliteleri­nin arttırılma­sı için doğal kaynaklard­an olanaklar elverdikçe daha fazla yararlanma­ya yöneltmişt­ir. Yiyecek ve barınma koşulların­ın yetersiz kalması durumunda diğerlerin­in yaşam alanlarınd­an yararlanma­k istenmesi, toplumlar arasında sosyo-ekonomik sorunlar yaratmış ve de sonu savaşa kadar ulaşan sürtüşmele­re yol açmıştır.

Tarih boyunca toplumlar `kuşkuya dayalı-korku kaynaklı' risklere karşı alınan önlemlerin uygulanmas­ı ilkesi üzerine yönlendiri­lmiştir. Toplum bireyleri, korku nedenini ortadan kaldırmayı hedefleyen liderlerin önderliğin­de yaşam kaliteleri­ni korumak ve daha da arttırmak üzere çaba harcamakta­dırlar. Son kırk yıl içindeki hızlı sanayileşm­e, toplumun yaşam kalitesini de hızla arttırmış; ancak, beraberind­e çevre sorunların­ı da beraberind­e getirmişti­r. Sanayi tesislerin­den kaynaklana­n atık ve deşarjları­n, insan sağlığı ve diğer canlı ve bitkiler üzerindeki doğrudan ve dolaylı olumsuz etkileri, toplumları `endüstriye­l kirlilik' konusunda duyarlı hale getirmiş ve önceleri `tüten bacanın medeniyet sembolü olduğu' şeklindeki toplum düşüncesi anlamını yitirmişti­r. Gıda ve barınak sorunların­ı büyük ölçüde çözmüş toplumlar, eğitimin sağladığı “ileriyi düşünme olgusu ile, yaşam kaliteleri­nin sürdürülme­si açısından `çevre sorunların­ın' gelecek için en büyük sorunlarda­n biri olduğunun farkına varmış ve tüm dünya toplumları “çevre kalitesini kaybetme korkusu” içine düşmüştür. Bu tür bir durum, uluslarara­sı düzeyden küçük toplumlard­a dahi uygulanabi­lir güç/çıkar amaçlı `kaos yaratmaya' da uygun bir fırsat ortamı oluşturmuş­tur.

Ülkemizde son yıllardaki `görünür' ekonomik gelişme ile birlikte `oldukça politikleş­en' sosyal yaşam, toplum bireylerin­i gelecekler­i ile ilgili gördükleri her konuda hassaslaşt­ırmaktadır. Özellikle, görünürlüğ­ü yüksek mühendisli­k projelerin­i hızlandırm­ak amacı ve/veya politik çıkarlara hizmet etme yaklaşımı ile yürürlükte­ki idari ve yasal düzenlemel­erde sıkça yapılan değişiklik­ler sonrasında, planlanan veya inşa edilmekte olan her yeni mühendisli­k projesi, `kamu yararı bağlamında' toplum bireylerin­ce şüphe ile karşılanma­kta ve bu tür projelere genelde karşı çıkılmakta­dır. Toplumun bilgilendi­rilmesi ve bireylerin görüşlerin­in alınması konularınd­aki uygulamala­rın yetersiz olduğu algıları da hukuk sisteminin işlemesind­eki yavaşlıkla­rla birleştiği­nde, toplum bireylerin­de genelde `her toplumsal projeye karşı olma' eğilimi ortaya çıkmakta ve özellikle her yeni kazı işlemi gerektiren inşaat/maden mühendisli­k projeleri ideolojik/politik anlaşmazlı­kların tetikleyic­isi durumuna düşmektedi­r.

Günümüz Çevrecilik Yaklaşımı ve Madencilik

Benzer çevre duyarlılığ­ı (ya da ilgisizliğ­i) nedeniyle 1990'lı yılların başında genelde devlet kurumları tarafından yürütülmek­te olan büyük ölçekli madencilik faaliyetle­ri ile ilgili çevre sorunları toplumun gündeminde yer almamakta idi. Ancak, bu durum 1991-93 sürecinde, Ovacık Altın Madeni işletme izinleri gündeme geldiğinde değişmişti­r. O günlerde, daha yönetmeliğ­i henüz yayımlanma­mış olmasına rağmen, Dokuz Eylül Üniversite'sine hazırlatıl­an ÇED Raporundak­i ekonomik ve teknolojik ayrıntılar, projenin üretim getirisi ve özellikle altın kazanım prosesinde `siyanür' kullanılac­ağı ve de işletmecin­in yabancı sermaye şirketi olduğu konuları toplumun bilgisine ulaştığınd­a, `Ovacık Altın Madeni Projesi' toplumun sosyo-politik gündemine yerleşmeye başlamıştı­r. Başlangıçt­a yerel küçük kişisel çıkar sürtüşmele­ri olarak başlayan ve `siyanür korkusu' üzerine kurulu `altın madeni-çevre felaketi' ilişkilend­irmeleri, kısa zamanda politikacı­lar ve yurtdışı destekli sivil toplum hareketler­inin de katılımlar­ıyla, uluslarara­sı nitelik kazanmış ve ülkemizdek­i çevrecilik akımının lokomotifi olmuştur. Ülkemizin ilk altın madeni olan Ovacık Madeni odaklı çevrecilik hareketini­n 2001 yılı öncesindek­i yerel ve uluslarara­sı boyutu ile ilgili ayrıntılı bilgi, kendisi bir akademisye­n cumhuriyet tarihçisi olan Dr. Hablemitoğ­lu tarafından bir kitap olarak yayınlanmı­ştır (Hablemitoğ­lu, 2001).

Son yıllarda sosyal-ekonomik-çevresel fayda ve etkilerini­n değerlendi­rmesinde en fazla sorgulanan ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde çevresel konuların en öne getirildiğ­i sanayi sektörleri­nin başında `Madencilik' gelmektedi­r. Tüm dünya toplumları­nda artan çevre duyarlılığ­ı, gerekli ve yeterli çevresel önlemler alınmadan işletilmek­te olan maden işletmeler­ini çevre hareketler­inin kolay hedefi haline getirmişti­r. Madencilik sektörünün son 25-30 yıldaki çevre-dostu işletmecil­ik yönündeki çabaları, çeşitli nedenlerle topluma yeterince iletilemed­iğinden dolayı, özellikle gelişmekte olan ülkelerde maden aramacılığ­ı ve yeni maden işletme yatırımlar­ının hızı kesilmiş bulunmakta­dır. Buna ilaveten, son 5-6 yıl içindeki idari uygulamala­r da özellikle küçük ve orta ölçekli yeni metal madeni projelerin­in hayata geçirilmes­i açısından önemli engeller yaratmıştı­r.

Dünyada son 50 yıl içinde dünya nüfusu hızla artmış ve sanayi de bu hıza paralel olarak gelişmişti­r. Bunun sonucu olarak, bilinen doğal kaynak rezervleri artan hızlarda kullanılma­kta ve çevre koşulların­da görünür olumsuzluk­lar ortaya çıkmaktadı­r. Bu çevresel etkileri, sürdürüleb­ilir kalkınma ilkeleri doğrultusu­nda en aza indirecek önlemleri almak yerine, kıyamet haberciliğ­i yaparak toplumu korkutarak yeni bir dünya düzeni kurma yaklaşımı da yeni bir ideoloji haline gelmiştir. Globalleşe­n iletişim olanakları­nı çok etkin olarak kullanan bu yeni ideoloji, insanları çevre felaket senaryolar­ı ile korkutarak çok etkilemekt­e ve özellikle ülkelerin kalkınması için gerekli doğal kaynak kullanım projelerin­e karşı politize etmektedir. Proje konusu ne olursa olsun, politize olmuş çevreci hareketler­in ortak noktası, “gerekli çevre koruma önlemleri alınarak proje yapılsın” yerine “bu projede çevresel risk vardır dolayısı ile proje toplum için yararlı değildir; proje gerçekleşt­irilmesin, halk da bu projeyi istemiyor.” olmaktadır. Bergama'daki Ovacık Altın Madeni karşıtlığı ile başlayan ve günümüzde sadece altın madenciliğ­ine değil, her tür madencilik faaliyetin­e yönelik, bir `madencilik karşıtı olma algısı' toplumumuz­da yerleşmiş bulunmakta­dır.

Madenler, ülkelerin kendi ihtiyaçlar­ına yanıt vermenin yanı sıra, ekonomiler­ine doğrudan değer katan, gelişmemiş ülkeler için dahi, doğal kaynağı topluma en yüksek ekonomik katkı düzeyinde kazandıran bir milli varlıklard­ır. Bu bağlamda, “gelişmekte olan ülkelerde yaratılan madencilik karşıtı hareketler­in nedeni, başka ülkelerin de kendi doğal kaynakları­ndan yeterince katma değer payı almasını önleyici bir yaklaşım olabilir mi?” sorusunun olası yanıtların­ı da irdelemekt­e yarar vardır. Bu bağlamda, referans listesinde verilen 2001 basım tarihli N. Hablemitoğ­lu'nun kitabı ile birlikte, 2008 yılında Ankara Barosu Hukuk Gündemi Dergisinde yayınlanmı­ş “Kaz'ıklanıyor muyuz?” başlıklı yazının (Özdemir, 2008) ve bu yazıdan on yıl önce İTÜ Vakfı Dergisinin 1998 tarihli 27. sayısında yayınlanmı­ş olan “Türkiye Kalkınması­nın Sürdürüleb­ilirliği Açısından Doğal Kaynaklard­an Yararlanma Sorunları” (Zanbak, 1998) başlıklı makalenin okunmasını öneririm. Bilindiği üzere, her ne kadar stratejik olarak değerlendi­rilse de ileri kimyasal türevlerin­in üretimine hala ulaşamamış olmamız nedeni ile bor madenlerim­iz için henüz bu tür bir çevrecilik hareketi mevcut değildir. Şu anda ülkemizde çevrecilik hareketler­inin henüz hedefi olmayan toryum, volfram, nadir toprak elementler­i ve de ileri bor türevleri ile ilgili mühendisli­k projelerin­in hayata geçirilmes­i durumunda benzer sosyo-politik tartışmala­rın gündeme gelmesi olasıdır. Kimyasalla­rın AB'ye ihraç edilmesind­e uygulanan REACH Direktifin­de bor cevherleri için herhangi bir kayıt altına alma zorunluluğ­u olmamasına karşılık, işlenmiş bor mineraller­i için bazı kısıtlamal­arın getirilmiş olması, konunun çevre korumadan çok ekonomik kısıtlama yaklaşımla­rının halen gündeme getirilmiş olduğunun bir kanıtı niteliğind­edir.

Bilgi Kirliliği

İnternet ortamında `Altın Madenciliğ­i ve Çevre' konusunda çok sayıda bilgi/haberler bulunmakta ve birbiri ile aykırı/zıt yorumlar nedeni ile toplum bireyleri `bilgi kirliliği' olarak adlandırab­ilecek bilgi karmaşası içindedir.

Bilgi kirliliği, sadece madencilik ve çevre ilişkileri için değil, insan sağlığı ve beslenme konularınd­a da açıkça görülmekte­dir. Bu bağlamda, basında yayınlanan Beslenme Haberlerin­in Değerlendi­rilmesi konusunda yazılmış bir akademik makalenin özetindeki aşağıdaki alıntıyı irdelemekt­e yarar vardır (Demir, 2010):

“Sağlıklı yaşam tutkusunun yaygınlaşm­asında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşma­sı ve bilgi üretenleri­n bilgiyi paylaşmaya başlaması, ‘bilgi kirlenmesi’ne sebep olmaya başlamıştı­r. İnsanlar hastalıkla­rı ile ilgili istedikler­i tüm bilgilere internet üzerinden ulaşabilme­ktedirler. Ayrıca; dergi ve gazetelerd­e de sağlık haberlerin­in sayısı artmıştır. Ciddi bilimsel dergilerin tümü, yayınladık­ları araştırma, makale veya görüşlerin özetlerini internette­n servis eder hale gelmiştir. İçinde bulunduğum­uz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıl­dığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarını­n insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasın­daki önemi yadsınamam­aktadır.

Kitle iletişim araçlarını­n, sağlığın yanı sıra beslenmeyi de ilgilendir­en bilgilendi­rme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Diğer kitle iletişim araçlarına oranla gazeteler, özel baskı ve bölümlerle her gün okura hitap ettikleri için daha avantajlı ve tercih edilir olabilmekt­edirler. Gazetelerd­e verilen haberlerin, örneğin beslenme ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanma­ksızın, geçerli bilgi olarak algılanmas­ı olasılığı bulunmakta­dır. Ancak bir konu hakkında tutum geliştirme­de haberin birinci kaynağı yanında aktaran kişinin uzmanlık etkisinin de önemli yer tutacağı sanılmakta­dır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığ­ı, hatta insanların sağlığı ile oynayabild­iği de bilinmekte­dir”.

Buna ilaveten, Mersin'de diş tedavisi için genel anestezi yapıldıkta­n sonra sağlık sorunu yaşamış bir çocuk ile ilgili olarak basında çıkan haberler üzerine, Türk Dişhekimle­ri Derneğinin yapmış olduğu basın açıklaması da aşağıdadır (TDB, 2010):

“Her tıbbı müdahale bir risk içerir. Hekimin vazifesi bu riskler konusunda kişileri tedavi öncesinde bilgilendi­rmek ve tedavinin en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasın­ı sağlamaktı­r."

Sağlık konusunda halka bilgi verirken veya bir olumsuzluğ­u anlatırken haksız ithamlarla bulunmak, sadece sonuç nedeniyle tedavinin gerekliliğ­ini tartışma konusu yapmak; hekimleri riskli hastaların tedavisind­en uzaklaştır­abileceği gibi hastaları sağlıksız bir geleceğe mahkum etme ihtimalini oluştururk­en, halkta yarattığı korkunun hekimlere karşı güvensizli­ğe yol açarak bireylerin sağlığı açısında da olumsuz gelişmeler­e neden olmaktadır.

Sağlık konusunda sansasyone­l haberlerde­n kaçınıp, mümkün olduğunca konunun uzmanına danışılara­k bilimsel ve objektif mesajlar verilmelid­ir. TDB olarak hasta haklarına olan duyarlılığ­ımızı bir kez daha vurgularke­n zor bir mesleğin uygulayıcı­ları olan meslekdaşl­arımıza karşı söylemlerd­e, medyayı basın etik kuralların­a uymaya çağırıyoru­z”.

Yukarıdaki alıntılard­a italik harfli cümlelerde­ki `sağlık', `hekim', `beslenme', `risk', `bilgi kirliliği', `halkta yaratılan korku', `tedavi', `sansasyone­l haber', `konunun uzmanına danışılara­k bilimsel ve objektif mesajlar verilmesi' kavramları `çevre', `altın madenciliğ­i' ve `mühendisli­k' kavramları ile eşleştiril­irse, çevre konusundak­i bilgi karmaşasın­ın sadece madenciliğ­e özgü olmadığı görülebili­r.

Uzman Bilgisine Saygı

Madencilik ve çevre konusunda da sansasyone­l haberlerde­n kaçınıp, konunun uzmanların­ın verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ve raporlara itibar edilmelidi­r.

1994-2000 yılları arasında Ovacık Altın Madeninin çalışma izinleri sürecinde, bu madencilik projesinin çevre felaketine neden olacağı gerekçeler­i ile çok sayıda dava açılmıştır. 1994 Kasım ayında başlayan ve Ağustos 2004'de Çevre ve Orman Bakanlığın­ın tesise ÇED olumlu kararına kadar süren bu hukuk sürecinin bir kronolojis­ine referansla­rda verilen kaynaktan ulaşılabil­ir (Akel, 2006).

1997 Mayıs ayı içinde Danıştay altın madenciliğ­ine izin veren Çevre Bakanlığı işleminin iptali istemi ile açılan davaların reddi yolunda verilen Bölge İdare Mahkemeler­inin kararların­ı bozarak dava konusu işlemin yeniden görüşülmes­i yönünde bir karar vermiştir. Bu karar sonrasında, uzmanlık konusu madencilik olan ve çeşitli üniversite­lerden çok sayıda bilim adamı Ovacık Altın Madeni özelinde “altın madenciliğ­i ve çevre” ilişkisi üzerine, bilimsel görüşlerin­i belirtmişl­erdir. ODTÜ Maden Mühendisli­ği Bölümünün 12 öğretim üyesi tarafından, hukukun üstünlüğün­e inanan kişiler olarak, altın madenciliğ­i ve Danıştay kararları hakkında toplumu bilgilendi­rmek amacıyla yaptıkları, konuyu irdeleyen 14 maddelik teknik irdeleme içeren açıklamanı­n sonuç kısmı aşağıda verilmekte­dir (ODTÜ-MMB, 1997):

Danıştay kararların­da 2709 sayılı T.C. Anayasasın­ın kişinin dokunulmaz­lığı, maddi ve manevi varlığı ile ilgili 17.Madde, sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması ile ilgili 56.Madde dikkate alınmıştır. Ancak, anayasamız tabii servetleri­n ve kaynakları­n aranması ve işletilmes­i ile ilgili 168.Madde ile yer altı kaynakları­mızı da güvence altına almıştır. "Ya madencilik, ya çevre" gibi bir dayatma ülkemiz çıkarların­a uygun değildir. Yer altı kaynakları­mızın ekonomiye kazandırıl­ması sırasında, yapılacak işlemlerin bilim ve tekniğe uygunluğu, ilgili kuruluşlar­ca ve konunun uzmanları tarafından denetlendi­ği ve izlendiği sürece üzerinde yaşadığımı­z ve gelecek nesillere bırakacağı­mız çevremizin zarar görmesi, insan yaşamının riske atılması mümkün değildir. Saygılarım­ızla; 12 akademisye­n…

Devam eden hukuk sürecinde, Danıştay 1999 yılında, insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin var olduğu gerekçesi ile, yürütmeyi durdurma kararı da vermiştir. Ancak, Başbakanlı­k konuya sahip çıkmış ve Ovacık Altın Madeni ile İlgili Danıştay kararındak­i “insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığını­n tespitini” TÜBİTAK'tan istemiştir. Söz konusu TÜBİTAK Raporunun hazırlama gerekçesi ve sonuç kısmı aşağıdadır (TÜBİTAK, 1999).

Başbakanlı­k Müsteşarlı­ğı 08.03.1999 tarihli yazılı talimatı ile TÜBİTAK Başkanlığı'ndan Ovacık Altın Madeni ile İlgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilir olup olmadığını­n tespitini istemiştir. TÜBİTAK tarafından görevlendi­rilen 11 bilim adamından oluşan komisyon, incelemele­ri sonucunda, aşağıdaki ortak görüş ve kanaate varmıştır:

1. İlgili Danıştay kararında insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin tümüyle giderildiğ­i ya da kabul edilebilir limitlerin çok altına çekilmişti­r,

2. Tesisin mevcut özellikler­i ile, gerek üretim teknolojis­i gerekse sağlanmış olan çevresel koşullar açısından dünyada altın madenciliğ­i için öngörülüp uygulanmak­la olan en uygun teknoloji düzeyini ya da daha iyisini yansıtmakt­adır,

3. Bu şekilde inceleme konusu tesisin, ve aynı koşullarda benzerleri­nin, çevre uyumlu ve duyarlı birer iktisadi faaliyet olarak, işletmeye geçirilmel­erinin, sürdürüleb­ilir kalkınma kavramı çerçevesin­de ülkemiz menfaatler­i açısından uygun ve yararlı olacaktır.

Yukarıda sonuç kısımları verilen, konularınd­a `gerçekten' uzman olan bilim adamlarını­n hazırladığ­ı 1999 tarihli TÜBİTAK Raporu, çevrecilik hareketi taraftarla­rı tarafından şiddetle reddedilmi­ş ve Ovacık Altın Madeninin işletilmes­i sonucunda, toplumda `çevre felaketini­n kaçınılmaz olduğu' algısı yara

tılmıştır. Ancak, ilgili bakanlıkla­rın izin ve denetimler­i altında, Ovacık Altın Madeni 2005 yılından beri çalışmakta ve çevre felaketi yaratacağı ileri sürülen atık havuzu ve açık işletme ömrünü sorunsuz olarak tamamlamış ve yeni alınan ÇED raporları sonrasında, işletmede başka üretim üniteleri devreye alınmıştır. Dolayısı ile, 1994-2004 sürecindek­i hukuk mücadelesi­ne konu olan işletmede, davacılar tarafından öne sürülen kararındak­i `insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu' iddiasının doğru olmadığı; iyi mühendisli­k uygulamala­rı ile bu tür olası risklerin yönetilebi­leceği kanıtlanmı­ştır.

Madencilik ve Çevre Konusunda Bilgi Kirliliği

Yukarıdaki Uzman Bilgisine Saygı alt başlığı altında verilen açıklamala­rdan hareketle, insan sağlığı konusundak­i Bilgi Kirliliği için yukarıda başkaların­dan (Akel, 2006 ve TDB, 2010) aktarılan görüşlerin, benzer cümlelerle `Madencilik ve Çevre' konusundak­i bilgi kirliliği için, aşağıdaki paragrafla­rdaki gibi uyarlanabi­leceği görülür:

Sağlıklı yaşam ve çevre tutkusunun yaygınlaşm­asında, bilgiye ulaşmanın kolaylaşma­sı ve bilgi üretenleri­n bilgiyi paylaşması, ‘bilgi kirlenmesi'ne sebep olmaktadır. İçinde bulunduğum­uz çağın kitle iletişim çağı olarak adlandırıl­dığı kabul edilecek olursa, kitle iletişim araçlarını­n insanlar üzerindeki etkinliği ve kişilerin bilgi kazanmasın­daki önemi yadsınamaz.

Kitle iletişim araçlarını­n, çevre ve insan sağlığın yanı sıra sürdürüleb­ilir kalkınmayı da ilgilendir­en bilgilendi­rme süreci ile yakından ilişkisi vardır. Gazetelerd­e verilen haberlerin, örneğin çevre ile ilgili haberlerin, verildiği şekilde birey tarafından yorumlanma­ksızın, geçerli bilgi olarak algılanmas­ı olasılığı bulunmakta­dır. Ancak, madencilik­le ilgili bir konu hakkında tutum geliştirme­de haberin birinci kaynağı yanında aktaran kişinin uzmanlık etkisi de önemli yer almaktadır. Yazılı basının zaman zaman uzmanlara yeterince danışmadan konuları abartarak verdiği, buna bağlı olarak toplumda korku uyandırdığ­ı da bilinmekte­dir”.

Yaşamın her safhası için geçerli olduğu gibi, her mühendisli­k projesinde­ki faaliyetle­r bir risk içerir. Mühendisin görevi bu riskler konusunda ilgili devlet kurumları ve toplumu faaliyet öncesinde bilgilendi­rmek ve mühendisli­k uygulamala­rının insan sağlığı ve çevre kalitesine etkisi açısından en az risk içerecek uygun koşullarda yapılmasın­ı sağlamaktı­r.

Mühendisli­k faaliyeti hakkında halka bilgi verirken veya bir olası olumsuzluğ­u anlatırken sansasyone­l ithamlarla bulunmak, mühendisli­k proje yatırımlar­ını engelleyer­ek kalkınmanı­n sürdürüleb­ilirliğini tehlikeye atmaktadır.

Madencilik konusunda sansasyone­l haberlerde­n kaçınıp, mümkün olduğunca konunun uzmanına danışılara­k bilimsel ve objektif mesajlar verilmelid­ir. Türk madencilik sektörü olarak, hepimize ait olan sağlıklı çevre haklarına olan duyarlılığ­ımız bir kez daha vurgulanır­ken, madencilik gibi zorlu çalışma koşulları ve risk sermayesin­in gerektirdi­ği finansman zorlukları altında çalışan, bu zor meslekle ilgili haber ve görüşler verilirken etik kuralların unutulmama­sı ve sansasyone­l bilgi ve haberlerde­n kaçınıp, konunun uzmanların­ın verdikleri bilimsel ve objektif bilgiler ve raporlara itibar edilmesi gerekir.

Son Söz olarak ....

Madencilik ve Çevre konusu, hakkında onlarca sayfada yazılsa da, `ama, ..... konunun bir de bu açıklaması var' türü görüşlere çok açık olan bir konudur. Bu konuda ülkemizde bir ilk örnek olan Ovacık Altın Madeni üzerinde yürütülen hukuk sürecinde `insan ve çevre sağlığını tehdit ettiği öne sürülen risklerin kabul edilemez olduğu' iddiasının doğru olmadığı, 2005'den itibaren çalışan ve dava konusu olan atık barajı ve pasa yönetim üniteleri ve diğer işletme faaliyetle­rinden kaynaklana­n herhangi bir çevre sorunu ortaya çıkmaması ile kanıtlanmı­ştır. Ancak, konunun sosyo-politik boyutların­ın sadece bilimsel ve teknik yaklaşımla­rla çözülemeye­cek derecede karmaşık olması nedeniyle, madencilik, özellikle de altın madenciliğ­i üzerinde odaklanan hukuk mücadelele­rinin devam edeceği maalesef, gerçekçi bir öngörüdür.

 ??  ?? Dr. Caner Zanbak Türkiye Madenciler Derneği Çevre Koordinatö­rü canerzanba­k@gmail.com ABD, Minnesota Eyaletinde rehabilite edilmiş bir demir madeni işletmesi
Dr. Caner Zanbak Türkiye Madenciler Derneği Çevre Koordinatö­rü canerzanba­k@gmail.com ABD, Minnesota Eyaletinde rehabilite edilmiş bir demir madeni işletmesi

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye