TÜRK MÜZİĞİ STRATEJİSİ
STRATEGY OF TURKISH MUSIC
Hayatını müziğe ve müzik eğitimine adayan dünyaca ünlü keman virtüözü Prof. Dr. Cihat Aşkın, Türk müziğinin geçmişi ve bugünü hakkında çarpıcı değerlendirmeleri, müzik eğitiminin önemi, ülkemizde müzikal çalışmalarda atılımın nasıl yapılacağı, karar alma sürecinde görevlendirilenler için liyakatin önemi ile ilgili yaptığı çok önemli açıklamalarla sizlerle…
Müziğimizi okumak neden önemlidir?
Müzik, kültürümüz içerisinde kendimizi ifade edebildiğimiz en kuvvetli unsurdur. Bizim insan olarak bu hayattaki en büyük ihtiyacımız kendi kimliğimizi oluşturabilmektir. Bu kimliği oluştururken geçmişimizden aldığımız kültürü günümüzde yaşayabilmek ve geleceğe aktarabilmek çok önemlidir.
Dünyanın neresinde olursanız olun ruhunuzla yaptığınız bir melodi insanların kalplerine ulaşabilir. Biz kendi müziğimizi kendi kültürümüzü, kendi kimliğimizi yeterince iyi benimseyip yaşayabiliyorsak, o ölçüde de karşımızdakine aktarabiliriz.
Meselemiz burada başlıyor. Biz kendi kimliğimizi yeterince oluşturabiliyor muyuz? Biz kendi müziğimizi yeterince dinleyebiliyor muyuz? Bu soruyu kendimize dürüstçe sormamız gerekir.
Bin küsur yıldır gerek yazılı gerekse sözel kaynaklarda var olan müziğimizin aktarımı ne derece sağlıklı yapılabiliyor? Bir takım aktarımları yadsımamak kaydıyla, Ali Ufki’nin1 “Mecmua-i Saz û Söz”, Dimitri Kantemir'in2 “Kantemiroğlu Edvârı” gibi yabancıların yaptıkları mecmualar3 sayesinde bu müziği öğreniyoruz. Bu itibarla yazılı kaynak çok önemlidir. We present the world famous violin virtuoso, Prof. Dr. Cihat Aşkın, who has dedicated his life to music and music education, with very important explanations about the history and current state of Turkish music, importance of music education, how to leap forward in musical studies, the importance of merit for those who are assigned in decision-making process.
Diyorlar ki “Cumhuriyet ilan edildi, yeni yazı geldi eski kültür unutuldu…” Bu görüşe katılmıyorum. Cumhuriyet öncesi dönemde de geçmiş değerlerimize karşı bir unutkanlık ve nankörlük vardı.
Why is it important to read our music?
Music is the most powerful element that we can express ourselves in our culture. As a human being, what we need the most in this life is to form our own identity. While creating this identity, it is very important to be able to live the culture we receive from our past and to transfer it to the future.
Wherever you are in the world, a melody made with your soul can touch people's hearts. The better we adopt to and live our own music, our own culture and our own identity, the better we can transfer our own music to the people of interest.
It just starts from here. Can we sufficiently create our own identity? Can we sufficiently listen to our own music? We honestly have to ask these questions to ourselves.
How healthy is the transfer of our music, which is available in both written and oral sources, for about one thousand years or so? Without denying some references we are learning this music thanks to the magazines1 of foreigners such as Ali Ufki's2 ”Mecmua-i Saz û Söz“and Dimitri Kantemir's3 ”Kantemiroğlu Edvârı”. In this respect, written source is very important.
They say that the Republic was proclaimed, the new alphabet was adapted and the old culture was forgotten. I do not agree with that. Also in the pre-republic period, there was a forgetfulness and ingratitude against our past values.
Müziğimizdeki popülerleşme ne derece sağlıklıdır? Müziğimiz popülerleşirken kendi kültürümüz içerisinden gelen popülerleşme unsurları mı kullanılıyor yoksa artık tamamen ticari amaçlarla büyük medya devlerinin pompaladığı bir popülerlik havası mı hâkim?
Bütün bunlara baktığımız zaman kültürümüzü yeterince sağlıklı şekilde ele aldığımıza inanmıyorum. İster geleneksel, ister popüler, isterse çağdaş müziğimiz olsun, kaliteli müziklerin yayın kurumlarında veya konservatuarlarda sağlıklı bir şekilde korunabildiğine ve icra edildiğine inanmıyorum. Kimlik bunalımı ve geçmişi yeterince bilmeme buna en temel sebeptir. Diyorlar ki “Cumhuriyet ilan edildi, yeni yazı geldi eski kültür unutuldu…” Bu görüşe katılmıyorum ben. Cumhuriyet öncesi dönemde de geçmiş değerlerimize karşı bir unutkanlık ve nankörlük vardı. Maalesef eski gelenek hiçbir zaman birbirinin üzerine inşa edilerek gelmiyor. Sözel gelenekte böyle değil, örneğin Dede Efendi4 müziğimizin zirvesidir ama ondan sonra bir yozlaşma başlıyor. Eski gelenek birbiri üzerine inşa edilmediği için de 20. yy.da ortaya çıkan bestelerin eski tarzdan ve kaliteden uzaklaşıldığını görüyoruz.
Geleneksel müziğimize yeterli rağbet yok. Peki, neden oluyor bu? Biz kendi kültürümüze yeterince sahip çıkıp yayın organları vasıtası ile yaymıyoruz. Yani biz muhafazakâr olmakla övünen ama muhafazakâr olmayan bir toplumuz. Muhafazakârlık demek, kendi kültürüne dair en küçük verileri dahi toplayıp geliştirmek ve onları geleceğe taşıyabilmek demektir. Biz bunu yapmamış maalesef elimizdeki mirası yemişiz.
Sonuç olarak okumak, müziğimizi doğru öğrenmemizi, aslına uygun yaşatmamızı ve geleceğe sağlıklı olarak aktarmamızı sağlar.
How healthy is popularization in our music? Are popular music elements coming from our own culture used, or is it just a popularity flattered by large media giants for commercial purposes?
After considering all these, I don't believe that we have wholesomely dealt with our culture. Whether it is traditional, popular or contemporary music, I do not believe that well-quality music can be preserved and performed properly by the media or conservatories. Identity crisis and the lack of knowledge about the past are the main reasons for this. They say that the Republic was proclaimed, the new alphabet was adapted and the old culture was forgotten. I do not agree with that. Also in the pre-republic period, there was a forgetfulness and ingratitude against our past values. Unfortunately, the traditions are never following through the preceding ones. In the oral tradition, this is not the case, for example, Dede Efendi4 is the peak of our music, but then there is a degeneration. Since the old tradition was not built on each other, we see that the compositions that emerged in the 20th century were far away from the old style and quality.
There is not enough demand to our traditional music. Well, why is that? We do not protect our culture enough and spread it through the media. In other words, we are a non-conservative society, but proud of being conservative. Conservatism means collecting and developing even the smallest pieces of its culture and handing them down to the future. We didn't do that, unfortunately we've spent those inherited to us.
As a result, reading allows us to learn our music correctly, to live according to its original form and to transfer it to the future in a healthy way.
Müzikte arzu edilen ilerleme nasıl sağlanabilir?
Milli eğitimin, kültürün, müziğin belli bir stratejisi belli bir politikası olması gerekir. Müzik eğitimine baktığımız zaman bir strateji, bir politika göremiyoruz. Kimlik meselesidir bu. Bizim müzik alanında sadece icracılarımızın değil düşünürlerimizin de olması lazım. Yirminci yüzyıla baktığımız zaman en önemli müzik insanlarımızın isimlerinin önünde doktor, avukat gibi unvanlar görürüz. Neden böyle? Pozitif bilimlerde eğitim alan kişiler müziğe çok boyutlu bakabiliyorlar. Bu yüzden meslekten müzisyen olan insanların da pozitif bilimleri okumaları ve müziğe farklı bakış açıları ile yaklaşmaları gerekmektedir. Müzisyenlerimiz bunu yaparsa çok şey düzelir.
How can the desired progress in music be achieved?
National education, culture, music must have a certain policy and a certain strategy. When we look at music education we do not see any strategy or any policy. It's a matter of identity. We need to have not only the performers but also the intellectuals in our music field. Considering the twentieth century, we see titles like doctor and lawyer in front of the names of our most important music people. Why so? People studying in the positive sciences can approach to music in a multidimensional way. Therefore, people who are professional musicians also need to read the positive sciences and deal with the music with different perspectives. If our musicians do this, many things will get better.
Müzik eğitimine baktığımız zaman bir strateji, bir politika göremiyoruz. Kimlik meselesidir bu.
When we look at music education we do not see any strategy or any policy. It's a matter of identity.
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı müdürlüğü yaptınız. Sizi “batıcı” olarak nitelendirenler ve bu göreve atanmanız ile ilgili eleştirenler oldu. “Batıcı” nitelemesini veya bu kapsamdaki eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben konservatuar müdürü olarak değil Cihat Aşkın olarak onbir yaşımdan beri sahnelerdeyim. Kırk yaşımda Konservatuara müdür oldum ve dört sene müdürlük yaptım. Müdür oluncaya kadar yaklaşık otuz sene, Avustralya hariç Amerika, Avrupa, Asya ve Afrika’da önemli müzik merkezlerinde Türk bayrağını dalgalandırdım. Gittiğim yerlerde “Sarı Gelin” 5de, “Haydar” 6da çaldım “Bach” 7, “Beethoven” 8da çaldım, Cemil Bey9de çaldım, Cemal Reşit Rey10 de çaldım. Dünyanın en büyük konser salonu Carnegie Hall’da çaldım. Amerika’da Türk müziği üzerine konferanslar verdim, Güney Amerika’da dünyanın en büyük yarışmalarından birine jüri oldum. Konserlerimi NATO liderleri dâhil büyük devlet adamları dinledi. Tek başıma Türk müziğine hizmet ettim.
You have been the director of the Istanbul Technical University
State Conservatory of Turkish Music. There were those who called you “Western fan” and criticized your assignment to the directorship. How do you evaluate the term “Western fan” or the complaints on the issue?
I have been on stage since I was eleven as Cihat Aşkın, not as a director of a conservatory. At the age of 40, I became director of the Conservatory and conducted that for four years. I've flown the Turkish flag in important music centers in America, Europe, Asia and Africa except for Australia for about thirty years before I became a
5 director. At my concerts I played “Sarı Gelin” and “Haydar” 6, “Bach“7 and “Beethoven“8, I played Cemil Bey9 and Cemal Reşit Rey10. I played at Carnegie Hall, the world's largest concert hall. I gave lectures on Turkish music in America, and I became a jury in one of the world's largest competitions in South America. Major statesmen, including NATO leaders, listened to my concerts. I served Turkish music alone.
Hayatta hiçbir zaman kendimi övmedim ama cehalete karşı bunları söylemek durumundayım. Hala çıkıp da bana batıcı diyen biri varsa kendilerini okurlara havale ediyorum!
I have never praised myself in my life, but I have to talk against ignorance. If anyone can still come out and call me a western fan, I will leave the rest to the readers!
Ben müdür olduğumda konservatuar korosu yoktu, bu koroyu yeniden hayata geçirdik, konservatuar tarihinde ilk defa radyo emisyonunda Buhurîzade Mustafa Itrî Efendinin11 eserlerini okuttuk, yine konservatuar tarihinde ilk defa orijinal bir Mevlevi Ayinini12 salonlarımıza taşıdık, aynı şekilde ilk defa Cem Töreni13 düzenledik. Dört senelik müdürlük görevim süresinde Neyzen Niyazi Sayın14, Alaeddin Yavaşça15 ve Neşet Ertaş’a16 fahri doktora verdik. Hasan Ferit Alnar’ın17 saz semailerini ilk kez plağa aldık. Bütün dünyadaki okullarla ondört tane işbirliği anlaşması imzaladık. Amerika, Almanya, Finlandiya, Kırgızistan, Norveç, Hollanda gibi ülkelerle öğretmen ve öğrenci değişim programları gerçekleştirdik. Gruplarımız çok sayıda ülkede konserler verdi. Öğrencilerimiz uluslararası yarışmalarda birincilikler aldı. Buna benzer sayısız çalışma ile kendi kültürümüzü dünyaya tanıtıcı bir politika yürüttük. Tüm bunları hayata geçirebilmek bir vizyon ve liyakat meselesidir.
Hayatta hiçbir zaman kendimi övmedim ama cehalete karşı bunları söylemek durumundayım. Hala çıkıp da bana batıcı diyen biri varsa kendilerini okurlara havale ediyorum!
When I was the director, we didn't have a conservatory choir, we restored this choir, we read the works of Buhurîzade Mustafa Itrî Efendi11 in radio broadcast for the first time in the history of the conservatory, we carried an original Mevlevi Ceremony12 to our halls and organized the Cem Ceremony13 once again for the first time. During my four-year management, we gave Ney player Niyazi Sayın14, Alaeddin Yavaşça15 and Neşet Ertaş16 honorary doctorates. We had a work to transfer Hasan Ferit Alnar’s17 first saz semais to records for the first time. We signed fourteen collaboration agreements with schools all over the world. We have conducted teacher and student exchange programs with countries such as America, Germany, Finland, Kyrgyzstan, Norway and the Netherlands. Our groups gave concerts in many countries. Our students hit the first place in international competitions. With numerous similar studies, we have carried out a policy of introducing our culture to the world. Realizing all these is a matter of vision and merit.
I have never praised myself in my life, but I have to talk against ignorance. If anyone can still come out and call me a western fan, I will leave the rest to the readers!