MÜZİĞİN ÖYKÜSÜNÜ DENİZ ÖZTOK’LA TÜRKÇE OKUMAK
READING THE STORY OF MUSIC IN TURKISH WITH DENİZ ÖZTOK
Yabancı dildeki yayınların Türk diline kazandırılması Türk kültür ve düşün dünyasının zenginleşmesi ve özellikle Türk gençlerinin dünyayı anlamaları ve farklı bakış açılarını görerek algılarını geliştirmeleri açısından büyük önem arz ediyor.
Çeviri işi Türkçe düşünüp Türkçe yeniden yazmak aslında. Bu yönüyle çevirinin, kelimelerin mekanik bir dönüşümü olmadığı, kültür dünyasında yer alan herkesin yakinen bildiği bir konudur.
Müzik alanındaki yabancı yayınların Türkçe’ye kazandırılmasının Türk müzik dünyasına olan katkılarının ve gelecek kuşaklara olan yansımasının büyük olacağına inançla bu çok kıymetli uğraşıyı veren ve alanında bir duayen olan Deniz Öztok’la dergimiz adına bir söyleşi gerçekleştirdik.
1969 İstanbul doğumlu olan Deniz Öztok, İzmir Bornova Anadolu Lisesi’nin ardından İstanbul’da Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’nde lisans öğrenimini tamamladı. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nda (WWF-Türkiye), yaklaşık yirmi yıl yöneticilik yaptı.
İş yaşamına, çeşitli yayınevleri için çeviri ve editörlük çalışmaları yaparak devam etti. Yirmiden fazla kitabın İngilizce’den Türkçe’ye çevirisini yapan Deniz Öztok, son yıllarda özellikle sanat kitaplarının Türkçe’ye çevirisi üzerine yoğunlaştı.
READING THE STORY OF MUSIC IN TURKISH
WITH DENİZ ÖZTOK
Bringing foreign publications to Turkish language becomes more of an issue with regards to the enrichment of Turkish cultural and thinking world. It has also importance on Turkish youth to make them understand better the World surrounding them, to see and comprehend different perspectives which contribute to their perceptions.
In fact, translation work is to rethink and to rewrite in Turkish. In this sense, it is not just a mechanical change of the words, which becomes a familiar issue for everyone in the culture world.
For our magazine we had an interview with Deniz Öztok, who is an experienced translation in the field of arts. Deniz Öztok gave this very precious effort with the belief that the foreign publications in the field of music will be a great contribution to the Turkish music world and to the next generations.
Born in 1969 in Istanbul, Deniz Öztok graduated from İzmir Bornova Anatolian High School and received her BA degree in Economics from Marmara University in Istanbul. For twenty years, she worked at World Wide Fund for Nature (WWF-Turkey) and became part of the senior management team. After being retired, she continued her career as a translator and editor for various publishing houses. She has translated more than twenty books into English from English. In recent years she has concentrated especially on the translation of art books into Turkish.
Ülkemizde sanatsal çeviri faaliyeti, çeviri alanında akademik eğitim alanlardan daha ziyade sizler gibi sanata ve kültüre gönül veren yüksek kültür sahibi kişilerin ve sanatçıların emekleri ile sürdürülüyor. Çeviri bana göre dünyayı Türkçeleştirmek ve bizi evrensel olanla buluşturmak demek. Türk kültür ve sanat dünyasına önemli katkıları olan sizi okurlarımızla buluşturmak adına sizi sanat çevirisi ile buluşturan hikâyeyi bizimle paylaşır mısınız?
İster edebiyat, ister şiir, ister sanat, her türlü çeviride bence en önemli konu, dilimizi sevmek. Çeviri sizin de belirttiğiniz gibi evrenselliğe açılan bir pencere. Çevirmenin rolü, bu pencereyi açarken dilimizin tüm zenginliğini kullanmak. Yabancı dile hâkim olmak çevirinin ön koşuludur elbette ancak Türkçe’yi sevmek, iyi konuşmak ve yazmak çeviride mutlak bir gereklilik.
Çevirmenlerin her zaman kendi ilgi alanlarına giren konularda çeviri yapmak gibi bir lüksleri olamıyor. Sanat çevirilerine yoğunlaşmayı, biraz da ilgi alanlarımla örtüştüğü için kendim seçtim. Dil konusuna kafayı taktıysanız, kültür ve sanatı da seviyorsanız, sanat çevirisi yapmaktan daha keyifli bir şey olamaz.
Bana hep sorarlar, bir kitabı ortalama ne kadar sürede çeviriyorsun diye. Yanıtı olmayan bir soru bu çünkü çeviride geçen herhangi bir terimle, örneğin bir sanat akımı olan “Dada” sözcüğüyle, sözcüğün kökenini araştırarak tüm günü geçirmişliğim vardır. Konuyu ya da bağlamı anlamadan çeviriyi yapmak, sıkıntılı bir süreç. Bunun için, konuyla ilgili ön hazırlık yapmaya çalışırım, Türkçe’ye çevrilmiş konuyla ilgili eserleri araştırırım.
In our country, arts translation activity is carried out with the efforts of the people and artists who have high culture and who have devoted themselves to art and culture like you. In my opinion, translation means to translate the world into Turkish and to bring us together with the universal one. Do you share with us the story that brings you to art translation in order to bring you to our readers who have important contributions to the world of Turkish culture and art?
I think; literature, poetry, art and in every field of translation the most important issue is to love our language. Translation is a window that opens up to universality as you mentioned. The role of the translator is to use all the richness of our language as you open this window. Of course, being familiar with the foreign language is a precondition for translation but to love, to speak and to write well in Turkish is an absolute necessity in translation.
The translators do not always have the luxury to translate in their fields of interest. I preferred to concentrate on the translation of art because it matches up with my interests. If you are obsessed with language, if you like culture and art, art translation cannot be more enjoyable.
They always ask me how long does it take to translate a book on average. It is a question that has no answer, because I may spend all the day for researching the origin of the word, Dada, which is an art movement. Making the translation without understanding the subject or context is a troublesome process. For this reason, I try to prepare myself for the subject; I search for the translated works in Turkish about the topic.
Müzik alanında Türkçe’ye çevrilmiş çok sayıda yabancı basılı eser bulunmuyor maalesef. Bu nedenle Maria Lord ve John Snelson tarafından kaleme alınan, tarafınızca Türkçe’ye çevrilen ve Hep Kitap yayınevi tarafından yayınlanan “Antik Çağlardan Günümüze Müziğin Öyküsü” isimli kitap bu alandaki önemli bir boşluğu dolduracak nitelikte. Siz son dönemlerde yoğun olarak sanat kitaplarının Türkçe’ye çevirilerini gerçekleştirdiniz. Bu çeviri faaliyetleriniz sırasında birçok sanat kavramının Türkçe’de birebir karşılığını bulmakta da zorlandığınızı tahmin edebiliyorum. Bu anlamda İngilizce’deki müzik terimlerinin Türkçe’deki karşılığını bulma noktasında nasıl bir yöntem geliştirdiniz?
Az önce de söylediğim gibi, konuyu / bağlamı bilmeden çeviri yapmak hafiften “google” çevirisi gibi bir iş üretmektir bana göre. Bu yüzden, bugüne kadar önüme gelen tüm çevirilerde, özellikle sanat çevirilerinde, günlerce, saatlerce konuyla ilgili ön okumalar, araştırmalar yaptım. Sanat konusunda çevirisini yaptığım kitap sayısı arttıkça, konu çok derin de olsa, belirli bir yetkinliğe eriştim. Hep Kitap,
Müziğin Öyküsü’nün çevirisini önerdiğinde, başlangıçta biraz tereddüt ettim. Hepimiz müziği sevsek de, bu konuda belirli bir kültürümüz olsa da, müzik çevirisi uzmanlık gerektiren ve benim hiçbir deneyimim olmayan bir konu. Öte yandan, yayınevindeki editör arkadaşlar araştırmacı kişiliğime güvendiler sanırım. Beni epeyce yüreklendirdiler. Böylece, işi yapmaya giriştim.
Aslında, İngilizce müzik terimlerinin çoğunun Latince, İtalyanca, Fransızca, Almanca kökenli olduğunu görüyorsunuz. Her türlü konuda olduğu gibi, müzikte de, belirli dönemlerde belirli konularda yeniliklerin gerçekleştiği bölgeler, o konuyla ilgili dile ve terminolojiye de hâkimi olmuşlar doğal olarak. Belki biraz ayrıntıya girmek olacak ama şöyle açıklayayım. Örneğin; Sümer ve Akad dilinde “müzik” anlamına gelen tek bir sözcük bulunmadığından bahsediyor kitabımız. Bugün anladığımız bağlamda müziği ifade ettiği düşünülen “I.Lu ya da nigutu” gibi sözcükler kullanılmış. Bu sözcüklerin gerçek karşılığının ise mutluluk ya da cümbüş olması, müziğin bir anlamda eğlenceyle bağdaştırıldığını gösteriyor. Sümerce hem bir ilahi türünü hem de bir davul tipini ifade eden “balag” sözcüğünün, tabii ki ne İngilizcesi var ne de Türkçesi. Benzer şekilde, Ortaçağ Müziğinde egemen olan bölgeler İtalya, Fransa, Almanya gibi, doğal olarak müziklerine de kendi dillerini dayatmışlar. O zamanların gezgin saz şairi ya da şarkıcıları olan Jongleur’lerin Fransızca bir sözcükle ifade edilmesi, o bölgede yaşıyor olmalarından kaynaklı. İngiliz dilinde de bu sözcük aynı kalmış. Rönesans, Barok, Klasik, Romantik döneme kadar müzik konusunda ağırlıklı olarak İtalyanca, Fransızca ve Almanca sözcükler yer alıyor. İngiliz dilinin müzik konusuna girmesi, daha çok popüler müziğin yaygınlaşmasıyla, Caz’ın, Rock’ın gelişmesiyle birlikte yaşanıyor çünkü Caz ve Rock Amerika’da ve İngiltere’de başlıyor ve dünyaya yayılıyor.
Dolayısıyla, müzik terimlerinin Türkçeleştirilmesi bizler için de zor, hatta olanaksız hale geliyor. Nasıl ki, İtalyanca bir sözcük olan “opera”nın tüm dillerdeki karşılığı opera ise, bir şarkı formunu ifade eden ve yine İtalyanca kökenli bir sözcük olan “madrigal”i de Türkçeleştirmeye çalışmıyoruz.
There are not many foreign printed works translated into Turkish about music. For this reason, the book, The Story of Music from Antiquity to the Present, written by Maria Lord and John Snelson and published in Turkish by Hep Kitap, can fill an important gap in this field. In the last periods you have translated the books of art into Turkish. During these translation activities, I can imagine that you have difficulty at finding the exact terms of many art concepts in Turkish. By the way, how did you develop a method for finding the exact Turkish Art terms translated from English Materials?
As I have told you before, in my opinion, making translation without knowing the subject / context is something like a "google" translation. Fort his reason, I have done pre-readings and researches on all the translations, especially about art translations it took days, hours and hours. I have reached a certain level of proficiency by translating numerous books. When Hep Publishing House offered me the translation of the book, the Story of Music, I hesitated in the beginning. Although we like music and have a certain level of knowledge on this subject, music translation requires experience , which I have none before. On the other hand, editors at the publishing house probably counted on my investigative character. They encouraged me a lot. That’s how I started to do the job.
In fact, you see that most of the English music terms are originally in Latin, Italian, French and
German. Naturally the regions that were the center of improvement in certain periods in any topic also became dominant in language and terminology. Probably a little bit detail but let me explain with some examples. For instance, according to our book, in Sumerian and Akkadian language there isn’t a word for music. But in today’s context the words I.Lu or Nigute is used for expressing music. In fact, these words are corresponds to happiness and festival, that’s why music is relevant to entertainment. The word balag cü, which means hymn or a type of drum, has no English or Turkish equivalent words. Accordingly, regions that are dominant to Medieval Music like Italy, France, Germany naturally insisted on their languages to be used. The term, Jongleur, was used both for expressing the travelling song poets or singers and the area that they were living in France. This term is stays as it is in English Language. Until the time of Renaissance, Baroque, Classical and Romantic the terms about music are Italian, French and German. The fact that English language’s taking musical terms is related to the popularization of the improvement of Jazz and Rock Music in the USA and England. And that expands all over the world.
Consequently, it is difficult and even impossible for us to translate music terms into Turkish as well. Just as the Italian word “opera” is equal to opera in all languages, we do not translate the word “madrigal” from Italian to Turkish that is a form of song.
Öte yandan, parmağı tuş ya da telde kaydırarak ses dizisini çabucak çalmak anlamına gelen Fransızca kökenli “glissando” sözcüğünü ya da akora bir üstten ya da alttan katılan yabancı nota anlamındaki “apojyatür”ü Türkçeleştirmeden bırakmak, konuyu bilmeyenleri dışarıda bırakmamıza yol açıyor. Apojyatür sözcüğüne bazı Türkçe kaynaklarda “abantı ses” denmiş olması, biz çevirmenlerin işini zorlaştıran kısım. Abantı ses mi diyeceğiz, apojyatür mü? Abantı ses de konuyu bilmeyenler, müzik konusunda uzman olmayanlar için anlam ifade etmeyebilir, yine de “apojyatür” kadar yabancı gelmeyebilir diye onu mu kullanacağız? Hangi kaynağı güvenilir bulacağız?
Müziğin Öyküsü’nü çevirirken, çeşitli kavramları ya da terimleri Türkçeleştirirken, güvenilir kaynaklarda yaygın şekilde kullanıldığından emin olmak en önemli önceliğim oldu. Söz konusu Türkçe karşılık, yaygın değilse, müzikologlarımız ve uzmanlarımız tarafından benimsenmemişse, bunları kullanmadım. Çevirinin en önemli amacı anlaşılmak olduğuna göre; bu tür terimleri, Türkçe’ye nasıl girmişlerse, yaygın olarak nasıl kullanılıyorlarsa, aynen kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Buradaki en önemli sorun, tutarsızlıkların ortadan kaldırılması ve Türkçe’nin zenginleştirilmesi konusunda çalışanların bu konuya gereken önemi vermemesi.
Bir sohbetimizde “Müziğin Öyküsü” kitabını Türkçe’ye çevirirken kitabın ilgili bölümünde konu edilen müziği dinleyerek çeviri yaptığınızı söylemiştiniz. Müzik en kısa tanımıyla seslerin insan ruhunda anlamlar yaratmasıdır dersek, çeviri sırasında o konuyla ilgili müziği dinlemenin çevirinize olan katkısını açıklar mısınız?
Kitabı çevirirken, benim için en eğlenceli kısım, bir yandan her bölümde bahsedilen müzik türünü ve besteyi dinlemek oldu. Bunu okurlara da tavsiye ederim. Bach’ın Das Wohltemperierte Klavier’inden, Ravel’in Daphnis et Chloe’sine, Mozart’ın Sihirli Flüt’ünden Stravinsky’nin Bahar Ayini’ne kadar müzik tarihindeki önemli bestecilerin ve icracıların, çeşitli müzik türlerinin ve eserlerinin üzerinden geçmiş oldum. Tarihte bir yolculuk gibiydi. Bu deneyim, kimi zaman yadırgadığım ve uzak durduğum, yaşadığımız zamana ait bazı müzik türlerini de anlamama yardımcı oldu. Ortaçağ Kilise Müziği’nin ne tür ihtiyaçlarla ortaya çıktığını, müziğin milliyetçilik akımından nasıl etkilendiğini, 1960’ların savaş karşıtı duruşunun müziğe nasıl yansıdığını, 1990’ların karşı kültür göndermeleri olan hip hop ve rap kültüründeki toplumsal eleştirilerin müzikle nasıl ifade edildiğini izlemek, Müziğin Öyküsü aracılığıyla uzak ve yakın tarihi okumaya eşdeğer, belki de ondan da zengin bir deneyim oluşturdu.
Müzik elbette seslerden oluşur ve dinleyenin ruhunda bir karşılığının olup olmaması ile ilgili bir süreçtir. Ancak bu noktada dinlenilen “Müziğin Öyküsü”nün öğrenilmesinin müziği dinleyende bir fark yaratabileceğini düşünüyorum. Dergimize değerli görüşlerinizle katkı verdiğiniz için teşekkürler
Müzik konusunda bu kadar kapsamlı ve İngilizce Türkçe bir dergi yayınladığınız ve beni derginize konuk ettiğiniz için teşekkür ederim.
On the other hand, the word “glissando”, a French originated word, means sliding the finger rapidly on the keys to play the scale rapid or the word, “appoggiatura”, a tone, usually a half or whole step above or below the tone, that is not familiar to the tone, is left without being translated into Turkish, that excludes the other people from the topic. The word appoggiatura can be seen as “abantı ses” in some sources that makes we the translators’ job difficult. Shall we use the word “abantı ses” or the word “appoggiatura” ? The term “abantı ses” can be unfamiliar for those who are not specialist on music. On the other hand, shall we still use “abantı ses” since it is Turkish and not so unfamiliar like the term appoggiatura? Which source should we find trust?
While translating the Story of Music my most important priority was to be sure about translating various concepts or terms into Turkish from widespread and trustworthy source. If the Turkish equivalence is not common and is not taken over by our musicologists and experts, I didn’t use them. Since the ultimate purpose of translation is to be understood, the terms that are used commonly in Turkish should be kept in the translated text as they are. The most important problem here is to resolve inconsistencies and the experts not giving enough importance to the topic of enriching Turkish language.
In one of our conversations you told me that while you were translating the “The Story Of Music”, you were listening to the music that is the topic of related part. If we define music as sounds that create meanings in the human soul, could you explain us the aid of listening to music related to your translation?
The most enjoyable part while I was translating the book was listening the type and composition of music that was mentioned in each part of the book. I advice it to the readers as well. Bach's Das Wohltemperierte Klavier, Ravel's Daphnis et Chloe, Mozart's Magic Flute, Stravinsky’s Rite of Spring, the important composers and performers in the history of music, gave me the chance to listen to different types of music and works. It was like a journey in the history. This experience sometimes helped me to understand some of the music genres in my time that I find strange and odd. The essentials that made Middle Ages Church Music come forward, how music was influenced by nationalism, 1960s’ anti war stance reflection to the music, to watch how 1990’s counterculture reflections like hip pop and rap culture to social critics expressed by music, made up an equal experience like reading the distant and recent history by the help of the The Story of The Music.
Music is, of course, consists of sounds and is a process that has a response to the listener’s soul. However, I think, that learned from “Story of Music” is the point which can make a difference to the listener. Thanks for your contribution to our magazine by your comments.
You've published such a comprehensive magazine about music in English and Turkish. You are welcome.