AŞK EZOTERİK BİR MEFHUMDUR
EZOTERİK BİR MEFHUMDUR…
Sahip olunan üst kategoride aynı tasnife tâbi tutulan fenomenlerin, bir alt kategoriye geçtiği zaman farklılaşması ve bazen zıt bir karaktere bürünmesi hakikatinin hem heyecan verici doğası hem de vaka-i âdiyesidir.
Senkretik bakış için mucizevi hemhâl olmuş tabiat; ayrıştırıcı, farklılık düşkünleri için de ontolojik önem arz eder. İçiçe geçen ve homojenize olmuş kavramlar, farklılıkların farkları üzerine odaklananlarca itina ile didiklenir. Bu davranış modeli sahip olduğu bakış açısını üst kategoriye taşıma sürecinin süreklilik arz eden mahiyetine uyum sağlayamayan kişilerin sahip oldukları felsefelerin temelini teşkil eder.
Saplantı haline getirilen farklılıklara ayırıcılık, hakikati batıldan ayırma üst kategorisinde değil, hakikati parçalara ayırarak mütemmim cüzlerin tek başlarına içerdikleri soyut ve somut anlamları düşünerek bütünü oluşturduğundan şüphe edilmesi ve daha sık rastlanan inkar reaksiyonu şeklinde ortaya çıkması şeklindedir.
Bu noktadan hakikatin farkına vardığını zanneden kişinin pek tabii ki sadece önyargılarını yeniden tasnif ettiğini iddia edebiliriz. Eskilerin tabiri ile ‘katreye gizlenen umman’ idrak edilememiş ‘küll’ ile ‘cüz’ arasına farklılık izafe edilmiştir. Oysa damlaya gizlenen okyanus, hakikat okulunun okült manifestosu olabilecek mahiyettedir.
Herkesin kulağına gelen ‘zıt olanların birbirini çekiyor’ olmasını biz ‘zıtlıkların birbiri ile kaim’ olduğu düşüncesi ile anlamlandırmak istiyoruz. Bırakın farklılıkları, zıtlıklar dahi birbirini tamamlayıcı ve anlamlandırıcı kavramlardır. Varlık ve yokluk birbirini üretir, zor ve kolay diğeri olmadan algılanamaz, ön ve arka birbirini tamamlar. Zıt gözüken kavramlar bir hakikatin iki koludur. Üst kategoride gün dediğimiz zaman birimini gece ve gündüz oluşturur.
Bu iki kavram ise birbirlerin içine girerek ve içinden çıkarak oluşurlar. Hakiki olan ‘gün’dür. Mütemmim cüzleri ise gece ve gündüzdür. Biri, diğeri olmadan anlamsızdır. Bilme’nin amacı malumatfürûşluktan ziyade ‘dünyada neden varız’ sorusuna verilebilecek en okkalı cevap olan ‘kendini bilme’dir. Yani niceliksel/ kemiyet olarak bilmek değil, niteliksel/keyfiyet olarak bilmek… Bilme sürecinde soyut olanın somutlanması(mücessem), somut olanın soyutlanması(mücerret) bir metot dahilinde olursa insanı hakikate taşır. Belli bir referansa dayanmayan aydınlanma süreci ise ana yoldan tali yollara sapar ve oralarda ikamet eder.
Vahdetten/birlikten kesrete/çokluğa, çokluktan birliğe giden sürecin hocası ‘aşk’tır. Metot olarak aşk, rehber olarak aşk, hoca olarak aşk, mütemmim cüzlerin bütünü olarak aşk, çokluk aleminden teklik alemine götüren aşk ve orada karşımıza çıkacak olan aşk. Bütün kainatın içini dolduran, dünyayı döndüren, geceyi gündüze gündüzü geceye çeviren aşk. İster ezoterik, ister otodidakt olsun her halükarda aşk. Geçmişi ve geleceği ‘ân’ın kabında eriten aşk.
Sembollerle düşünen, gizem çözen, farklılıkları Bir’e yücelten aşk. İnsanların bütün öğrenebileceklerinin kümülatif toplamı olarak aşk. Aşk imbiğine konan farklılık ve çokluk alemi ‘bir’lik damlası’nı verir. O zaman Şeyh Galib’in yukarıda yazılan beytinde dediği gibi “(kamış) kalem gibi iki dili olan, ama iş yazmaya geldiğinde tek bir konuyu anlatan” aşıklar olunuverilir. Ayrı satırlar (mısralar) halinde farklı gibi duran ama beyit (dize) olduğunda tek bir anlam örgüsünü ifade eden âşıklar, ân’ın farkındalığında olarak bir sonraki ân’da hüsrana düşmezler.
Fiziki olarak yükseldikçe daha geniş açıyla ufkunu ileriye taşıyan insan, bilme sürecindeki kapasitesi ölçüsünce kendi irtifasını tayin eder.