AKIN ELDES ile TEK BAŞINA
Türk gitaristlerinin önde gelen isimlerinden olan Akın Eldes, yıllardır birlikte çalıştığı isimlerle bilinse de kendi hayata geçirdiği projelerle de adından söz ettirmiştir. Müziğe çocukluğunda flüt ve mandolin çalarak başlayan ve lisede gitar ile devam eden Eldes, herkesçe bilinen Bulutsuzluk Özlemi ve Pinhani gitaristliğinin yanı sıra Asım Can Gündüz, Bülent Ortaçgil, Birsen Tezer gibi isimlerle de çalışmıştır. 2018 yılında çıkardığı yedinci solo albümü “Tek Başına”da Âşık Veysel’den Uzun
İnce Bir Yoldayım, Mehmet Güreli’den Kimse Bilmez gibi eserlere yer vermiştir. Aynı albümde kendi bestelediği, Sonra, Şimdi, Hamam ve Ninni olmak üzere toplam on adet enstrümantal eseri bulunmaktadır. Hem müzik hayatında hem de kişisel hayatında mütevaziliği ile tanınan Akın Eldes’in müzikal kariyerinin yanında, sıra dışı hikâyelerine de dokunduğumuz keyifli sohbeti sizlerle paylaşıyoruz.
2007 yılında “Cango” adını verdiğiniz farklı bir albüm çıkardınız. Cango’nun Akın Eldes’teki anlamı nedir?
2007 yılında turizm sektöründe yoğun olarak çalışıyordum. O deyimi sıklıkla yaşıyordum. Turizmde cango, “tur almayan turist” anlamına geliyor. Çetrefilli uzun bir konu, ama kısaca sevilmeyen turist tipi. Cango beni müzikte de ilgilendiriyor “Django Reinhardt” var. O sıralarda bir köpeğim vardı, adı Cango. Birçok anlamda o dönemde beni ilgilendiren hayatıma dâhil olan bir terim birazcık onu sembolize etti. Ama artık köpek de turizm de yok.
Akın Eldes Bir grupta lider olması lazım ama her birey tek başına da var olabilmeli, vizyon katabilmeli gruba. Ben herkesi dinleyerek çalarım. Davulundan basına, klavye varsa klavyesine, solistine, ritimcisine hepsini dinlerim ve ortak bir konu yaratmaya çalışırım.
Geçmişinizde yer alan uzun soluklu projelerin başında gelen Bulutsuzluk Özlemi ve Pinhani ile çok sayıda konser ve albüm çalışmalarında bulundunuz. Müzikal anlamda çalıştığınız her grup farklı bir “Akın Eldes” dönemini sembolize ediyor mu?
Hem evet hem hayır. Şimdi bu soru aklıma “Zaman geçtikçe olgunlaşıyor olmalıyım”ı getiriyor. Bulutsuzluk Özlemi’nin ilk albümünde çalan 25 yaşındaki Akın Eldes ile 42 yaşında Pinhani’nin ilk albümünde çalan Akın Eldes veya 50 yaşında “Tek Başına” albümünü yapan Akın Eldes arasında elbette fark olacak. Ama bir iki sene evvel bir tesadüf oldu, benim çaldığım ilk Bulutsuzluk Özlemi’nin “Uçtu Uçtu” albümünü dinledim, sonrasında yol boyunca tekrar tekrar dinlemeye devam ettim. Ve çok şaşırdım. İlk başta benim düşüncem “katlanamam ben buna” şeklindeydi. Ama öyle olmadı ve büyük bir zevkle dinledim. Fark ettim ki Akın Eldes orada var, onu gördüm, ona şaşırdım. Demek ki aslında gerçek hayattaki gibi; “İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de o”… Bu durum müzikal hayatta da geçerli. Müzikal anlamda renk 25-26 yaşlarında şekilleniyor, ben zannediyordum ki zaman geçtikçe dağları aştım, neler öğrendim, tecrübe ettiğim kadarıyla bu çok minik bir yüzde aslında.
Evet, sıra geldi “Akın Eldes Tek Başına”ya… Bunca yıldır dokunduğunuz her müzik grubu adını oldukça geniş kitlelere duyurmayı başardı. Ancak albümünüzün adından ilham alarak sormak isteriz ki “Akın Eldes bu ihtişamlı mazisinde tek başına mı bırakıldı?”
Güzel bir soru bu. Şimdiye kadar bunu soran olmadı bana. Müziğe başladığımda tek başım aydım hatta bu durum şikâyet ettiğim bir şeydi. Hep hayalini kurardım o zaman, iki-üç kişilik çalışma ortamı olsun saatlerce çalalım, diye. Hatta kırkbeşlik, doksanlık kasetlere akorlar doldurup sonra usanmadan onların üzerine çalarak bu kasetlere birey muamelesi yapardım.
Müzikal anlamda renk 25-26 yaşlarında şekilleniyor, ben zannediyordum ki zaman geçtikçe dağları aştım, neler öğrendim, tecrübe ettiğim kadarıyla bu çok minik bir yüzde aslında.
İlk grup deneyimim E-5 isimli çok keyifli bir gruptu. Demokratikti, herkes fikrini söylüyordu ancak uzun ömürlü olmadı. Daha sonra ilk ciddi grup olarak Bulutsuzluk Özlemi dönemi başladı. Rahmetli Asım Can Gündüz ile de birkaç ay çalışmışlığımız oldu. Asım Can Gündüz büyüğümüz olduğu için daha çok onun dediklerini yapıyorduk tabi. Bulutsuzluk Özlemi’nde de Nejat Yavaşoğulları büyüğümdü. Başlarda epey karışırdı bana, müzikal anlamda bir çatışma vardı. Ben karşıyımdır böyle şeylere… En sonunda olay “Ben bildiğimi okuyorum, madem böyle istiyorsun o zaman sen çal, ne beni uğraştırıyorsun”a kadar gidiyor. Dolayısıyla pek de tek başına olduğum söylenemez. Tamam bir grupta lider olması lazım ama her birey tek başına da var olabilmeli, vizyon katabilmeli gruba. Yurtdışındaki büyük gruplarda genellikle durum bu şekildedir. Gruptan ayrılırken bu özlediğim ortamı kendim yaratacağım diye mutluydum. Sonrasında Cem Aksel ve Fransız basçı Patrick Chartol ile yolum kesişti. Birlikte güzel çalışmalar yaptık. Bunun yanında müzikte tek başınalığı da yüksek bir mertebe olarak görüyorum. Mesela çok başlı bir grupta nispeten müzisyenler rahattır. Gitarcı o gün hastaysa çalmasa da olur müzik yürür bir şekilde. Grupta kişi sayısı azaldıkça aksaklıklar daha belirgin olur. Dolayısıyla ilk kurduğum grup beni geliştireceğine inandığım şekilde üç kişiden oluşuyordu. Böyle birkaç albüm yaptıktan sonra Sinan Cem Eroğlu ile iki kişiye cesaret edebildim. O virajda da daha yapılmamış kayıtlarım var. Ancak en zoru tek başına tabi ki. “Aldın eline sazını çal bakalım”, işte ona bir çözüm arayışı, bu tek başına çalmak.
Daha önce hiç dinlenilmemiş bir parçada dahi Akın Eldes’in soloları, dinleyenlere hemen kendisini hissettiriyor. Son zamanlarda “Tek Başına” projenizde vermiş olduğunuz konserlerde sizi şarkı söylerken görüyoruz. Bundan sonra Akın Eldes sesiyle de dinleyenlere kendi izini bırakacak mı?
Kesinikle… Oğlum Akıncan’ın ilk tepkisini, “Yani baba şarkı söylemek için bu yaşı mı bekledin?” oldu. Bunca zaman şarkıda duygu aktarımını gitara yaptırmaya çalıştım. Şarkı sözü niye yazmadım bilmiyorum. Belki de şansıma hep güzel söz yazan insanlarla çalıştım; Nejat Yavaşoğulları, Bülent
Ortaçgil vs... Şimdilerde çok zevkli olduğunu keşfettiğim şeyse sözlerle de bazı şeylerin ifade edilebileceği. Önemli olan soruda da yer aldığı üzere sözle, duyguyla ve melodiyle kendi nüansını yaratabilmek. Bu tabi ki antrenman isteyen bir şeydir. Bunun dışında IF Beşiktaş’ta açık sahne oldu orada tek çaldım ve söyledim, inanılmaz zevkliydi. Şarkıyı söylemeye başladığımda insanlar beraber söylüyor benimle, “vay anasını” dedim, bir de kendi sözüm olsa burada öyle bir keyif alırdım ki…
Birisi bencilce çalarsa sinir olurum. Benim için ortak bir anlatım önemlidir.
Bir röportajınızda kendi müziğiniz hakkında “Sözleri gitar söylüyor” demişsiniz. Peki müziğinizin kaynağını nereden alıyorsunuz?
Birlikte çalarken müziği bir bütünün parçaları olarak düşünen bir insanım. Birtakım yazılı melodiler her şekilde her durumda çalınabilir. Ama bazı şeyler de var ki grup halinde çalınıyorsa müzisyenlerin çalış şekilleri ve o sohbete nasıl katıldıkları önemlidir. Ben herkesi dinleyerek çalarım. Davulundan basına, klavye varsa klavyesine, solistine, ritimcisine hepsini dinlerim ve ortak bir konu yaratmaya çalışırım. Bence bu çok önemli. Birisi bencilce çalarsa sinir olurum. Benim için ortak bir anlatım önemlidir.
Akın Eldes ile röportaj deyince buluşma adresimiz ister istemez sizin favori cheesecake’çilerinizden biri oldu. Bu lezzetli sohbeti gerçekleştirirken Akın Eldes’in “damak zevki”ne değinmek isteriz. Türkiye’nin ve dünyanın birçok yerini gezdiniz. Merakın ötesine geçen yemek zevkinize dair bir kitap hazırladığınız doğru mu?
Evet, kitap yazmaya başlamıştım “Hangi şehirde nereye gidilir” diye. Öyle lüks yerler değil, daha merdiven altı gibi olan bilinmeyen ama etkileyici yerler. Konserler ve tur rehberliği elverdikçe bu konuda araştırmalar yapıyordum ancak bir baktım 110 kiloya ulaşmışım. Hastane ve doktor masraflarını düşününce “Bu işin astarı yüzünden pahalıya gelecek” dedim ve bıraktım. Fakat bu konuda yarım kalmış bir not defterim var. Bir yerlerden çıkar belki oğlum Akıncan’a veririm o devam eder belli mi olur? Şimdi o da geziyor baya. Ama enteresan ve hoş bir konu. Lezzetin müzikte de yemekte de peşindeyiz.