THE SOUND OF THE BLACK SEA
Tulum çalış şeklini nasıl tanımlıyorsun?
Enerjik, duygulu ve özgün.
İlk albümün “Vişne” 2011’de, ikinci albümün “Tulum ile Anadolu” 2017’de ve son albümün “Ho Neni” Kasım 2018’de dinleyici ile buluştu. Bu albümlerde yer alan eserlerden bazılarını bulmak için köy köy, yayla yayla dolaşıp yöre halkı ile birlikte yaşadığın doğru mu?
Halkla içi içe olmayı çok seviyorum. Festivaller ve düğünler hem türkü derlememe hem de yöredeki yerel sanatçılarla ya da türkülere meraklı insanlarla tanışmama olanak sağlıyor. Bu sayede birçok ezgiyi derleyebiliyoruz. Öğrendiğimiz ezgileri ve horonları uygulama alanı buluyoruz. Bu sebeple özellikle köy festivallerinde kalma suremi uzun tutuyorum ve otel tercih etmiyorum. Köy evlerinde yöre insanımıza misafir oluyorum.
Horonu biliyoruz ama “Tulum ile Anadolu” albümünde yer alan efsane “Titreme Horonu”nu nasıl keşfettiğini anlatır mısın?
Tulumun izinden gidince sürekli yeni şeylerle karşılaşıyorsunuz. Titreme horonu Soytarı Mustafa Amca lakaplı Artvin Yusufeli Barhal koyunun iyi ve sevilen bir tulumcusunun çaldığı bir horon. Kendi vefat ettiği için video kayıtlarını bulup oradan çalışıp aslına uygun bir şekilde icra etmeye çalıştım.
Tulum sürekli beni şaşırtmaya devam ediyor. Geçenlerde gittiğim bir düğünde Erzurum Bingöze İlçesi merkeze yakın bir köyde tulum çalındığını duydum. Bu benim için yeni bir repertuar, yeni bir halk oyunu, duyulmadık yerel tulumcular demek. Aynı şekilde o köyün festivallerine katılıp onlardan bir sürü şey öğrenmek demek. Tulum uçsuz bucaksız bir okyanus gibidir, altı nota deyip geçmemek lazım.
Senden önce bu topraklarda neden bir kadın tulum çalmadı?
Tulumun yapısal özellikleri kadına uygun değildi. Belki bu yüzdendir. Benim ilk tulumum kocamandı mesela. Bir diğer sebep; kimse “kızım tulumcu oldu” demek istemiyordu.
Tulum hak ettiği ilgiyi elde etmekte neden bu kadar geç kaldı?
Tulum yörede yaşayan bir kısım insan ve çobanlar tarafından çalınan bir enstrümandı. Tulum yapan fazla usta da yoktu. Oğlak derisinden yapılıyordu ve kötü kokuyordu. Çift sipsi olduğu için akordu tutturmak kolay değildi. Öte yandan çok nefes gerektiren bir tarzda yapılmıştı. Son on yılda bu sorunların çözümü noktasında ciddi ilerlemeler kaydedildi ve insanlar bu saza adapte olabildiler. Şunu da belirtmemiz gerekir; tulumun hayatımızda yer etmesinde en büyük etkenlerden biri de rahmetli Kazım Koyuncu’nun ve yöre sanatçılarımızın bu saza orkestralarında yer vermesidir. Böylece kadın erkek fark etmeksizin yeni neslin tuluma sevgisi ve talebi arttı.
Ülkemizde tulum sazına dair nasıl bir eğitim var?
Türkiye’de tuluma dair akademik bir eğitim yok ama özel kurslar düzenleniyor. İspanya’da sırf gayda üzerine bir okul var ve bu okul içerisinde dünyadaki hemen tüm gaydaların sergilendiği bir müze var. Bu okula dünyanın her yerinden gayda sanatçıları geliyor ve yöresel enstrümanlarını icra ediyorlar, seminerler veriyorlar. Ben de bu okulda eğitim verdim.
Sokağın ritmi projesinde üç yıl üst üste yer aldın. Tulumunu alıp halkın arasına karıştın. Neler gözlemledin bu projede?
Sokağın ritmi projesi ile üç senedir pazar günleri sokaklarda, semt pazarlarında halkın içine dalıp çalıyoruz. İşte size halk. İnanılmaz bir enerjisi var sokağın. Marifet orada çalabilmekte. Neler çalmıyoruz ki; Urfa yöresinden istiyorlar, Ege’den, Trakya’dan.
Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde Türk Müziği eğitimi aldın ve yüz yıllık cemiyetin klasik konserlerine tulumun ile eşlik ettin. İlk kadın tulum sanatçısı olmanın yanında Klasik Türk müziği icra eden ilk tulum sanatçısı da sen mi oldun?
Sanırım bu konuda da ilk oldum. Lise yıllarımda altı sene Türk müziği yaptım ama o dönemde hayatımda tulum yoktu. Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne başladığımda profesyonel olarak tulum çalıyordum ama bu sazı Türk müziğinde kullanmak gibi bir fikir aklımın ucundan geçmemişti. Bu konuda cemiyetteki repertuar hocam Sezen
Cin Özdemir’in (yani sizin) öngörüsü ve beni yönlendirmesi ile bunu gerçekleştirdik. Sadettin Kaynak’ın ki bu büyük bestekârımız da Rizeli’dir, iki eseri olmak üzere toplam üç eserde koroya tulum ile eşlik ettim. Saz arkadaşlarım, koristler ve dinleyiciler ilk defa böyle bir farklılık yaşadılar. Konser sonunda aldığımız alkış ve yanımıza gelip duygularını ifade edenler sayesinde güzel bir iş çıkardığımızı anladık.
Tulum sazı açısından önümüzdeki süreci nasıl görüyorsun?
Önümüzdeki süreci çok iyi görüyorum. Dünya genelinde ve ülkemizde tulum (gayda) sanatçıları çok sıkı bir iletişim içerisindeler. Farklı ülkelerden farklı gaydalar düetler yapıyorlar ve çok güzel eserler ortaya çıkıyor. Ben de Türkiye’de tulum (gayda) festivali yapmak istiyorum.
Bu sanatla uğraşanlar, hepimiz bir zincirin halkalarıyız ve bu kültüre hizmet için yarışıyoruz. Köyünde tulum çalanlar, popüler gruplarda olanlar, sahnede kendini gösterenler, sokak ve metrolarda çalanlar, gurbette çalanlar ve lutiyeler, hepimiz kültürel miras taşıyıcılarıyız. Ben bu halkada ilk kadın tulum sanatçısı olma sıfatıyla yer almaktan çok mutluyum. Sanatıma ve tulum kültürüne nasıl hizmet edebilirim bunun arayışı içinde olmaya devam edeceğim. Ömrüm boyunca gerek yurtdışında gerek yurtiçinde, Türk kadınının duruşunu ve üretkenliğini temsil etmekten mutluluk duyacağım.
Horon oynattıran diye bir tabir var. Diğer oyunlarda pek de karşılaşmadığımız bu figürün horon kültüründe önemi nedir?
Tulum ve horon birbirinden kopamaz bu sebeple tulumcu ne kadar önemliyse horonu oynattıran kişi de o kadar önemlidir. Yani diğer ismiyle hovarda, kumandan, horon kırdıran, vurduran birçok isim deniliyor horon oynattıran kişiye. Örneğin benim annem iyi horoncudur. 66 yaşında olmasına rağmen işini gücünü bırakıp her etkinliğimde yanımda olmaya çalışır. Çok iyi horon oynattığı için de etkinliklerime ayrı bir renk ve hava katıyor.
Tulum sazını Türk müziğinde kullanmak gibi bir fikir aklımın ucundan geçmemişti.