İSTANBUL LAVTASI
THE LUTER OF ISTANBUL
THE LUTER OF ISTANBUL
“Lavta” denildiğinde insanın gözünde birkaç model canlanır. “Lavta”; Rum müzik insanlarınca farklı, Avrupa müzik insanlarınca farklı anlamlandırılmıştır. Müzikolog Henry George Farmer, içinde bulunduğumuz coğrafyada makam müziğini icra edebilen bir lavta modeli olarak “İstanbul Lavtası”nı, 19. yüzyılın tercih edilen çalgılarından biri olarak ifade etmiştir.
Avrupa Lavtası, Barok Lavtası, Rönesans Lavtası, Girit Lavtası gibi çalgılarla isim benzerliği bulunsa da İstanbul Lavtasının müzikal olarak, “tam anlamıyla kendine özgü bir kişiliğe sahip olduğu” söylenebilir. En önemlisi ise bu lavtanın, Türk Müziği makamlarını ifade edebilen bir perde sistemi ile tesis edilmiş olması ve dönemin eğlence müziğinde büyük ölçüde kullanılıyor olmasıdır. Bu yüzden O’nun, “İstanbul Lavtası” olduğunu ve bu isimle anılması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
The magical instrument “lute” makes us envisage several models of it. Lute is interpreted differently by the Ottoman Greeks and the Europeans. According to the musicologist Henry George Farmer, the Lute of Istanbul was one of the favoured instruments of the 19th century, thanks to its being able to express the maqam music.
Although there is a name resemblance with the European lute, the baroque lute, the Renaissance lute and the Cretan lute, the lute of Istanbul is unique in terms of having a completely authentic idiosyncrasy. First and foremost, this lute’s system is able to render the Turkish maqams and it had been the prime entertainment instrument of the era. Hence, we can easily state that this is not simply a lute but the lute of Istanbul and it must be called with this name.
“Lâvta” kelimesinin kökeni, Arapça’da “elud” dur. İtalyanca “liuto”, Almanca “laute”, İspanyolca “laud”, Yunanca “laouto” ve en yaygın ismi ile İngilizce “lute” olarak tabir edilir.
The Turkish equivalent of the word “lute” is lâvta. Its roots are from Arabic word “el-ud”. In Italian it is “liuto”, in German “laute”, in Spanish “laud”, in Greek “laouto” and in the most common language, in English it is “lute”.
Mahmud Ragıp Gazimihal, 1961 tarihli “Musiki Sözlüğü” isimli eserinin 147. sayfasında isim konusunu şöyle anlatır; “Endülüs gibi Şarklı ülkelerden ve muhtelif istikametlerden gelerek Avrupa’ya yayılmıştır. Doğuda Ud’dan başka “Lağuta” adı ile farklıca bir çeşit kullanılmıştı”. Yine aynı çalışmada, lavtanın ilk olarak İspanyollar tarafından Fransa ve Batı coğrafyasına yayıldığından bahsedilse bile Macarlar ve Lehlerin bu çalgıyı erken dönemde icrâ ettiklerinden de bahsedilmektedir.
Yapılan araştırmalar “İstanbul Lavtası” ile ilgili pek az kaynağın olduğunu göstermektedir. Kaynak eksikliği birkaç sebep ile açıklanabilir; Lavtanın öğretimi son yüzyıl içerisinde neredeyse yok denecek kadar azdır ve bu saza sadece özel ilgi duyan insanların talebi doğrultusunda yön almıştır. Öte yandan profesyonel müzik insanları için lavta, pek revaçta olmayan bir enstrüman olmuştur.
Dr. Mehmet Nazmi Özalp, 1986 yılında yayımlanan Türk Musikisi Tarihi isimli eserinde bu konuyu aşağıdaki şekilde ifade etmeye çalışır; “Gittikçe udun revaç bulması ve lâvtaya göre daha kolay çalınması gibi nedenlerle, icra tekniği, mızrabı ve üslûbu unutulup gitmiştir. Bugün yeniden canlandırma çabaları dikkat çekiyor”.
Mahmud Ragıp Gazimihal in the 147th page of his book “Music Dictionary” says “Lute has been spread from Andalusia which is a song country and come through us by means of various destinations. In the East, apart from oud there is another type of it whose name is lağuta.” In addition, despite the fact that lute’s origins were from Spain and that it reached France and the entire Western world by the Spanish, in the Eastern Europe, the Hungarians and the Polish were playing a type of lağuta.
The research says that there have been little sources about the lute of Istanbul. This unpleasant situation can be explained with the following reasons: Lute education has been in serious decline during the last century and its fate depends on its pursuers. For the music professionals, lute has never been a mainstream instrument.
Dr Mehmet Nazmi Özalp in his book written in 1986 with the title of “The Turkish music history” indicates this situation with these words: “Oud has become more and more fashionable at the expense of lute’s being forgotten with regards to technique, plectrum and genre. It is because playing oud is less demanding than lute. The recent endeavour which aims at reviving lute’s fame is impressive.”
Tarihteki önemli yapımcılar arasında Manol (Emmanuel Venyos 1845-1915) ve Onnik Usta sayılır. Günümüzde Sacit Gürel, Mustafa Copcuoğlu, Ramazan Calay, Barış Yekta Karatekeli, Enes Kıtay lavta yapan ustalar arasındadır.
The historical lute performers are Manol (Emmanuel Venyos 1845-1915) and Onnik Usta (Master). In the present day Sacit Gürel, Mustafa Copcuoğlu, Ramazan Calay, Barış Yekta Karatekeli and Enes Kıtay are the examples for lute producers.
Fiziki yapısı hakkında…
Mes’ud Cemil Bey, vefatından sonra Mûsıkî Mecmuası’nın 1972 tarihli 276. sayısında yayınlanan “Kaybolan Türk Sazı Lâvta” isimli makalesinde, Lâvtanın fiziki yapısından şöyle bahseder; “Yalnız lâvtanın Avrupa’nın her tarafında değişik şekilleri vardır. Kimisi daha uzun, kimisi daha uda yakın şekilde yuvarlakçadır. Büyüklük küçüklük ve akort tarzı da değişir. Bizim Türk Lâvtası “ud”dan farklı olarak uzun ve zarif bir tekne üzerinde daha uzun saplıdır. Tanbur gibi perdeleri vardır”.
Lavtanın 4 teli bulunmaktadır. Uda olan benzerliği de göz aşinalığı olmayanlar için bu noktada ayrılmaya başlar çünkü udun tel sayısı lavtadan daha fazladır. İstanbul Lavtasının 3 teli çift olup en üstteki bam teli tek teldir. Sapı uda göre daha ince fakat daha uzundur ve en önemlisi perdelidir. Lavtanın perdeleri, gitar perde sisteminde olduğu gibi ahşap içine metal çakılarak yapılmaz, sapın etrafına misina sarılmak suretiyle oluşturulur. Önden bakıldığında tek deliği görülebilir.
Lavta icracıları…
Lavtacı Hristo, Lavtacı Andon ve Civan Ağa kardeşler, Lavtacı Lambo (Haralambos) Efendi (Yorgo ve Aleko Bacanos kardeşlerin babası), Lavtacı Ovrik, Tanburi Cemil Bey ile günümüze gelindiğinde Mesud Cemil Bey, Kenan Şavklı, İhsan Özgen ve hocam Mutlu Torun. Gençlerimiz arasında da İstanbul Lavtası hususuna emek sarfeden iyi derecede icracılar olduğunu belirtmek gerekir.
Yukarıda bahsedilen icracılardan bazılarına ait ses kaydı, yaşadıkları dönem itibariyle maalesef bulunmamaktadır. Ses kaydı bulunanlar arasında ise İstanbul Lavtasını tanbur mızrabı ve üslubu ile yatay melodi düzeninde çalanlar olduğu gibi yumuşak mızrap kullanarak, zeybek tezenesi tabir edebileceğimiz düzende, kurallı olmayan, modal akor eşliği ile diğer tellere de dokunarak icra yapan müzik insanları da mevcuttur.
About its physical structure…
Mes’ud Cemil Bey talks about lute’s physical structure in his article which was published in 1972 subsequent to his passing away, in the book “The lost Turkish saz: Lute”. In the 276th page of the book he mentions: “Lute has myriad of variations in entire Europe. Some of them are longer, some of them are roundish such as oud. Their sizes and temperaments are also different. The Turkish lute has a longer and more elegant form with a longer neck and obtains frets like a tambur. These elements make lute distinctive from an oud.”
Lute has four strings. Its resemblance to oud starts diminishing at this point because oud has more strings than lute. Three of the strings of the lute of Istanbul are duo and its uppermost string creates deep sound. Lute’s neck of beech is thinner but longer. The most important is that it has frets. Lute’s frets were not made by penetrating metals into wood such as in guitar making; it is wrapped to its neck. One of its fret holes can be seen from its forepart.
Lute performers …
Hristo the Luter, Andon the Luter, Civan Ağa brothers, Lambo (Haralambos) Effendi (the father of Yorgo and Aleko Bacanos brothers), Ovrik the Luter, Cemil Bey were the legendary lute performers of the past. The present names, on the other hand, are Mesud Cemil Bey, Kenan Şavklı, İhsan Özgen and Mutlu Torun who is my master. It is significant to state that today there have been many youngsters who make a great effort to perform lute.
Unfortunately, many of these previously-mentioned performers were unable to leave records during their lifetime because of the inconvenient technological conditions of their era. Those who managed to leave they did it with diversity by playing lute with horizontal melodies or with soft plectrum or scraggily by touching other strings.
Tanburi Cemil Bey’in Ege Folkloru’na ve Rum müziğine duyduğu ilgi ile icrâsındaki ustalık derecesi, Mes’ud Cemil Bey’in kaleme aldığı ve Kubbealtı’nda 2002 yılında okura sunulan kitabın 166. sayfasında şöyle anlatılır;
“Kısa ve temiz bir akorttan ve bir-iki dokunuştan sonra onların (Rum Müzisyenlerin) edâsında, nikrîz, arazbar, karcığar nağmeleriyle bir taksime girdi. Ondan sonra bir sirto kaptırdı ve başının hafif bir işâretiyle lâvtacılar refâkate başladılar. Arkasından bir kleftiko (Yunan Zeybek Havası), yine bir taksim, bir kalamatiano (Makedon oyun havası)… Çalgıcılar refâkat ettikleri fesli efendinin adını kendi mütevazı çevrelerinde yıllardan beri duymuşlar fakat bir anda ona bu kadar yakın bulunabileceklerini akıllarından bile geçirmemişlerdi. Yüzlerinde açıkça okunan hayran bir saâdet duygusu kocaman sakız lâvtalarında ihtiyatlı bir coşkunluk hâlinde dökülüyordu. Eski meyhâne bütün bir Ege folklorunun kıvrak ve aydınlık renklerini bir anda dolduran Cemil’in son yayında bir kıyamet koptu.; bir ağızdan “yasu!” (yaşa) nidâları koptu.”
Cemil Bey was an admirer of the Aegean folk music and was a master performer of the Greek music. His interest for the Aegean spirit is being narrated in the 166th page of Mes’ud Cemil Bey’s book which was published in 2002. Mes’ud Cemil says:
“After a short and clear according process and brief touching, he started playing with the unique manner of Greek musicians. And that it was the time for syrtos (a Greek folkdance). Subsequent to his mark, others started accompanying him. Kleftiko (the Greek zeibekiko) was next and then kalamatino (Macedon folk music). Amongst their modest entourage, other performers had heard of the name of this man who was wearing a fez. Nonetheless, they did not have the slightest idea that they would have felt such intimacy with him. The admiration and welfare which were easily seen in their faces were gingering them up by means of the lutes of Chios. The old tavern was filled with cherish and agile melodies of the Aegean Sea. Cemil’s last performance was the highlight: The audience started shouting “geia sou (means ‘long live’ in Greek) all together.”
İç mekân ve ürün tasarımlarına odaklanan multidisipliner bir tasarım ofisi olarak 2002 yılında Barcelona’da kurulan Lagranja Design, Firma Ortağı Tunga Baysal ve Mimar Ece Satıbol liderliğindeki İstanbul ofisinde, Petrol Ofisi Headquarters ve Japan Tobacco International gibi global markalar için ofis projeleri üretmekle kalmıyor; Populist Bomonti, Le Petite Maison İstinye Park ve Monochrome gibi İstanbul sosyal hayatının en popüler mekanlarına da tasarımlarıyla hayat veriyor.
Her projenin benzersiz olduğu ve farklı şekilde ele alınması gerektiği inancıyla çalışmalarını yürüten ve uygun ekip ve doğru araçlarla projeye özel olarak bütüncül tasarımlar üretmeyi hedefleyen Lagranja Design; Barselona, İstanbul, Hong Kong, Roma, Paris, Dubai ve Phuket başta olmak üzere dünyanın 12 farklı kentinde tasarladıkları otel, restoran, ofis ve eğitim yapılarıyla dikkat çekiyor.
Şubat 2019’da İstanbul’da tamamlanan Petrol Ofisi Headquarters’da dinamik, yaratıcı ve işlevsel bir çalışma ortamı yaratmak isteyen Lagranja Design, 2017 yılında iç mekan tasarımını yaptıkları JTI Turkish Headquarters’ta ise samimi bir atmosfer ve konforlu bir çalışma ortamı oluşturmayı amaçlamış. Her iki ofis projesinin tasarımında da çalışanların ihtiyaçları gözetilerek, bağlama uygun tasarımlar üretilmiş.
Lagranja Design, İstanbul Bomontiada’da bulunan ve 19. Yüzyıldan kalma bira fabrikasının 2000 metrekaresini renove ettiği The Populist Brewery’de yapının orjinal dokusunu koruyarak çağdaş bir restoran kimliği tasarlamış. Bomontiada’da yer alan bir diğer restoran projesi Monochrome’da ise analog fotoğrafçılığın tüm geleneksel unsurları kullanılarak ziyaretçiler için nostaljik bir fotoğraf stüdyosu deneyimi yaratılmış.
Dünya çapında lüks Fransız zinciri La Petite Maison’un İstinye Park’taki restoranını da tasarlayan Lagranja Design ekibi klasik unsurlarla son derece çağdaş bir atmosfer yaratırken, ne markanın klasikleşmiş değerlerine sadakatten ne de Lagranja’nın tasarım yaklaşımından ödün vermeden özgün bir tasarım dili ortaya koymayı başarmış.
Lagranja Design’dan İstanbul’da Kurumsal Ofis ve Restoran Tasarımları
Gerard Sanmarti ve Gabriele Schiavon tarafından 2002 yılında Barcelona’da kurulan Lagranja Design, Red Dot Award, Premi Ciutat de Barcelona de Disseny, Premio Via, IIDA Excellence Award, IDEA Award ve Silver Delta Award gibi uluslararası arenada oldukça prestijli mimarlık ve tasarım ödüllerinin de sahibi.
Görkem Erkan 1996 yılında ilk bestesini yaptığında üniversite öğrencisiydi. İlk bestenin ardından üç yıl içinde yirmi tane daha beste yaptı. 1999 yılına geldiğinde yaptığı bestelerin bir albümde toplanması gerektiğine karar verdi. Müzik firmaları ile görüşmelere başladı. Tam albüm yapılacakken Marmara Depremi oldu. Depremin ardından gelen ekonomik zorluklarla birlikte albüm hayalini ertelemek zorunda kaldı ve çalışma hayatına atıldı.
İlk albümü “Gecikmiş Şarkılar”ı beklenenden tam on beş sene sonra 2014 yılında çıkarabildi. İlk albüm yerel olarak tanınmasını sağlarken, ikinci albümü ile tüm Türkiye’ye ulaşan bir sanatçı oldu. Görkem Erkan ile Rock müzik ve albümleri üzerine konuştuk.
When Görkem Erkan composed his first work in 1996, he was a university student. After his first composition, it was followed by 20 new ones only in three years. His decision to lump all of his compositions in one album rose in 1999. When the Marmara Earthquake of 1999 happened, he had already engaged in talks with music companies in order to release his first album. Due to the financial difficulties that came out after the earthquake, he postponed his album dream and went out to work. His first album was released in 2014, 15 years later from his acquisition date. His first album brought him a sort of local fame. However, the second one evolved his fame into a nationwide level. We interviewed Görkem Erkan about rock music and his albums.