Çiftler KARANTİNADA Bu ay çiftler ile devam ediyor; yalnızlar tarafından şanslı addedilen bu kesimin sorunlarına eğiliyoruz.
KISA SÜREDE bir karantina kültürü yarattık. Sosyal medyadaki yeni klişeler, hangi markette maya bulunduğu ve hangi bilinmeyen dizinin iyi olduğu üzerine tüyolar havada, o çok korktuğumuz partiküller gibi, uçuşuyor.
Tabii, hayatımızdaki bu radikal değişikliğe rağmen en sevdiğimiz aktiviteler olan kıyas ve önyargı oluşturma da tüm hızıyla sürüyor. Beynimiz boşluktan içinde bulunduğumuz durumu rahatlıkla tartıyor. Dikkat dağıtıcı etkenler azaldığından neye sahip olduğumuz ya da olmadığımız, zihnimizin kumbarasına düşerek bir hâyli tangırdıyor. Bizden farklı koşullarda olanlar hakkında girişilen kıyaslar sonucunda, yine bize eziyet etmesi muhtemel bazı yargılara varılıyor.
Geçirdiğimiz karantina döneminde farkında olmadan, sinsi bir sosyal ayrışma yaşıyoruz. Arkadaşlarımızla konuşurken oluşan kopukluktan da anlayabileceğimiz üzere; ırk, sınıf ve cinsiyet farkı gözetmeden ikiye ayrılmış durumdayız: Bekârlar ve çiftler!
Burada kastettiğimiz elbet medeni bir hâl değil. Karantina döneminde bir ilişkisi olmayan, günlerini yalnız geçirenlerle, en azından bir partnerle birlikte geçirebilenleri ayırıyoruz. İlişkisi olmayanların yaşadıklarına geçtiğimiz ay ucundan değinmiştik. Bu ay ise dışarıdan “Oh, ne ala!” ya da “Aman tanrım, korkunç!” diye baktığımız çiftlerin karantinayla olan mücadelesine değiniyoruz.
Bahsettiğimiz ayrım sadece bir algıdan ibaret değil. Gerçekten de çiftler bu dönemde ilişkilerinin daha derinleştiğini, belki de mecburen ciddileştiğini görebiliyor. Dahası evli olmayan çiftler için ihtimaller denizinin çekmesi ilişkiye olan özeni artırıyor. Normalde kolayca kestirilip atılacak ilişkiler için emek harcanıyor. Haricinde, içinde bulunulan olağanüstü koşullarla birlikte mücadele edilmesi, mevcut bağları güçlendiriyor. En basitinden ortada bir sağlık krizinin olması, partnerin sağlığının düşünülmesine, kaynakların azlığı da paylaşımın artmasına yarıyor. Gereksiz tartışmalara girilmezken sosyal hayatın kısıtlanması, kıskançlık gibi dışarıdan kaynaklı krizleri de önlüyor. Dış dünyanın olumsuzluklarına karşı birlikte durduğunu düşünen çiftler, hem bir kriz tatbikatı hem de birlikte yaşama denemesi yapıyor. Bu nedenle mevcut ilişkileri sürmese bile pandemi sürecinin sonunda, çift olanların ilişki algılarının oldukça değişeceğini göz önüne alabiliriz.
Karantinayı tek geçirenler ise aynı süreci kendileriyle yaşıyor. Tek başlarına kriz yönetimi yaparak ve kendileriyle baş başa kalmayı öğrenerek öz güvenlerini artırıyorlar. Tabii belki de duvarlara tırmanılıyor, ancak bu durum da çift olanlarla aralarındaki uçurumu artırıyor.
Tüm bu güzelliklere rağmen kazın ayağı öyle değil; perdeli. Çiftlerin de yaşadığı problemler var. Bunlardan ilkini, değişen hayat standartları oluşturuyor. İşten ayrılma, çalışmama, ekonomik belirsizlik gibi sebepler tarafları gerebiliyor. Çocuklu çiftlerin bu süreci onlarla birlikte geçirmesi de sabır taşı çatlatan sebeplerden. Yalnız kalamamak, özel hayatın ortadan kalkması, ortak hareket etme zorunluluğu hissetmek de sorun yaratabiliyor.
Bunların haricinde yukarıda değindiğimiz ‘mecburiyet’ hâli de partnerler tarafından sömürülebiliyor. Özensiz tavırlar, özensiz bir fiziksel hâl ile pekiştirilebiliyor. Eğer hâlihazırda sorunlarla bu karantinaya girildiyse de bu süreç, gerçek bir mahkumiyete dönebiliyor.
Karantina süreci başladığında dünya kamuoyunun ilk beklentisi bundan sonrasında yaşanacak bebek patlaması idi. Fakat hayatın öngörüden bağımsız akabilen gerçekleri bu beklentiyi boşa çıkaracak gibi duruyor. Şu an uzmanların böyle bir beklentisi yok. Hatta karantina dönemini birlikte geçiren çiftlerle yapılan anketler, seks sayısında ciddi bir azalmadan söz ediyor. Özetle yalnızların ‘Haydi yine iyisiniz’ sözleri, karşılıksız kalıyor.
Seks, burada pek çok kez değindiğim gibi, karmaşık hâle getirmeyi sevdiğimiz basit bir olgu. Bu nedenle de iki insanı bir eve tıkınca, bir çift kümes hayvanından farklı sonuçlar ortaya çıkıyor. Yapılan anketlere göre çiftlerin en büyük iletişim problemi de seksle alakalı. Normal yaşamlarında belli bir döngüye sahip (Gece dışarı çıkıp sosyalleştikten sonra vb.) çiftler bu döngüye sahip olmadıklarında seks için uygun zamanı yaratamıyor ya da belirtemiyorlar. Sürekli evde bulunan ve gündelik hayata ortak partnerin cazibesi hızla azalıyor. Üzerine karantinanın yarattığı sıkıntı, stres, endişe gibi duygular da eklenince samanlık seyran olmuyor. Libido hızla düşerken, üzerine eklenen tam tersi yöndeki algı ile durma noktasına geliyor. Tüm dünyanın yersiz beklentilerine maruz kalan çiftler, normalin tavşan gibi sevişmek olduğunu düşünerek kendilerinde bir problem olduğu kanısına varıyor ve iyice sıkıntıya düşüyorlar.
Sevgi neydi? Sevgi, emekti. Bu dönemde çiftlerin emek vererek daha iyi ilişkiler yaşayabildiğinden bahsetmiştik. Bulunduğumuz şu olağanüstü dönemde seks, ilişkide birinci öncelik olmayabilir. Ancak bazı insanların sevgi ifadesini konuşmak ya da ortak aktiviteler yerine seks yoluyla daha iyi yaptığı da bir gerçek.
Seksin tıkandığı noktada (aslında her zaman) da emek verilmesi gerekiyor. Özlemeyi sağlamak adına, partnerlerin imkân varsa birbirlerine mesafe ve zaman tanıması uygun olabilir. Arzuyu artıracak değişiklikler, denenmemiş fantezilerin denenmesi ve seks hakkında konuşmak yapılabilecek şeylerden yalnızca birkaçı. Burada önemli olan seks sıklığındaki düşüşün partnerle olan yakınlığın bir göstergesi olmadığını kavramak. Zira ilişkiler üzerinde genel olarak yapılan en büyük hata da sevgi ve cinsel çekim gibi olgulara; ‘Varsa, vardır’ gibi mutlak bir yargıyla bakmak. Çünkü en büyük aşklar ve tensel uyumlar da üzerlerine emek harcanmadığı zaman, bir süre sonra sönebiliyor ya da azalabiliyor.
Bu süreci birilerinden daha iyi ya da kötü bir şekilde geçiriyor değiliz. Yaşadığımız süreci her şeyi biraz daha yavaşlatarak daha iyi anlayıp, yorumlayabileceğimiz bir fırsat olarak değerlendirebiliriz. İlişkilerimiz için de bu böyle. Diğer dikkat dağıtıcı etkenlerin azaldığı bu zamanda, ilişkilere daha fazla emek vermenin kötü bir tarafı yok.
Dizi ve filmlerdeki âşıklar değil, gerçek insanlarız. Ortalıkta edilen beylik lafların öznesi değil, birbirinden farklı kişileriz. Olur öyle...