“TÜRK KADINI ÇOCUĞU DOĞDUKTAN SONRA ONUN IÇIN YAŞAMAYA BAŞLIYOR”
Takip edenleriniz bilir “Hayat 50’de Başlar” adlı İnstagram hesabıyla hedefine 50 yaş ve üzeri insanları almış olsa da pozitif enerjisiyle pek çok yaş grubuna hitap eden bir isim Özlem F. Gökçen. Kendisiyle daha ilk sohbetimizde beni pozitifliğiyle büyüleyip hemen Self-Hipnoz tekniğiyle tanıştırdı. 55 yaşında emekli olur olmaz çocukluk hayalini gerçekleştirmek üzere dünyayı gezmeye karar vermiş. Hatta bu sayı yayınladığında bizi dünyanın sürpriz bir yerinden takip ediyor olacak. O kadar derin ve ilginç bir hikayesi var ki. Yakından tanımanız için kendisini konuk ediyoruz. Röportaj: Nurçin Engin *Özlem Hanım sizi yakından tanıyabilir miyiz? Kaç yaşındasınız siz tekrar edebilir misiniz? Inanması çok güç olacaktır.
Ben Özlem, Bulgaristan göçmeni bir ailenin ortanca çocuğu olarak 1969 yılının 29 Eylül’ünde Lüleburgaz’da dünyaya gelmişim. Bir ablam bir de erkek kardeşim var (Neyse sonunda erkeği buldurmuş annem babam, yoksa Allah muhafaza 8-9 falan olabilirdik ) Liseyi bitirene kadar, Lüleburgaz’da yaşadım. Televizyonun siyah beyaz olduğu zamanlar bir dizi vardı “Hayal Adası”, bir adada bulunan otelde, misafirlerin başından geçen hikayeleri anlatırdı; o diziden etkilenerek turizmci olup dünyayı gezmeye karar vermiştim, o yüzden ITÜ Turizm Işletmeciliği bölümünde okudum; Silivri Klassis otelin açılışından itibaren bir süre yaptığım mesleğimdeki, düzensiz çalışma saatleri bana uygun olmayınca kurumsal hayata geçtim. 1992 yılında çalıştığım firmada çalışan bir kişinin Ingiltere’de Ingiliz bir ailenin yanında kalarak çocuk bakıcılığı (au-pair) yaptığını duyduğumda hemen araştırmalara başlayarak (cep telefonu ve internet olmayan bir devirde) ben de 2 seneliğine Londra’ya gittim. Annem ve ablam dahil birçok kişi köstek olmaya çalışsalar da başaramadılar; rahmetli babam tam destek verdi ki zaten kimse onaylamasa bile dinlemez giderdim. Hayatımın en doğru kararlarından biridir, zira ondan sonra girdiğim bütün işlere iyi derece Ingilizcem sayesinde girdiğim gibi, bir de kazandığım vizyonla hayatım değişti.
Sonra uzun yıllar Istanbul’da yaşadım, evlendim ve 1999 yılında kızımcıkımı doğurdum Kızım 2 yaşındayken babası bizi terk etti, üzerine bir de arkadaşımla evlendi; büyük bir hayal kırıklığı yaşasam da ayaklarım üzerinde durup kızımı, sorumluluklarını bilen, özgüven sahibi, saygılı, şefkatli bir birey olarak yetiştirmeyi başardım. Aynı zamanda başarılıydı da Türkiye’nin en iyi okullarında burslu olarak okudu ve sonunda UBC’nin Neuroscience bölümünde okumaya, Kanada’ya gitti. Öğrenciliği süresince garsonluk yaparak kendi geçimini sağladı, bana hiç yük olmadan, geçtiğimiz Mayıs’ta mezun olup, 3 yıllık erkek arkadaşıyla birlikte Vancouver’da yaşamaya başladı. Kızım 24 yaşında, Türkçe hariç 3 yabancı dili olan bir Atatürk kızı, bir gezgin, aynı zamanda bir aktivist; doğru bildiği herşeyi savunur, kamuoyu oluşturmak için elinden geleni yapar. Gurur duyuyorum (kalp kalp kalp )
*Kariyer yolculuğunuza da değinmek isterim. Oradaki değişik hikayenizi de duymak isteriz. Türkiye’nin sahadaki tek kadın rulmancısı olmayı başarmışsınız. Bu arada “RULMAN” sayenizde öğrendiğim bir terim oldu benim için. Türkiye’de mesleklere de cinsiyet tanımlandığından, bir erkek mesleğine geçiş yapmanızın sebebi neydi?
2014 senesinde feci şekilde işsiz ve parasızken bir Amerikan yedek parça firması (aracı firma böyle demişti, o da anlamamış çünkü ) bana iş teklif etti, o anda biliyordum hayatımın işi olacağını… Amerikalı patronla yaptığımız skype toplantısında öğrendim ki bu bir rulman firması… Ve ben rulmanın ne olduğunu bilmeden, ticaretin t’sinden habersiz, KDV bile hesaplayamazken, düştüm yollara… Açtım Google’ı, rulman + şehir isimlerini yazarak önüme çıkan bütün firmaları not aldım ve Türkiye’nin dört bir yanındaki oto sanayi sitelerinde hepsini ziyaret edip, sektörü anlamaya çalıştım. Istanbul’a dönüşümde ilk sevkiyat gümrüğe varmıştı, ithalatı yapıp, bu sefer hiç tecrübem olmayan satış pazarlama ve tahsilat işlerini öğrenmek üzere tekrar yollara düştüm. Bu şekilde senede 50.000 km yol yaparak şahane bir on sene geçirdim rulman sektöründe. 10 sene boyunca o kadar güzel tecrübelerim oldu ki, artık Anadolu’nun her yerinde bir ailem var. Sahadaki tek kadındım evet, hatta bana rulman kraliçesi ve çelik leydi lakaplarını taktılar Son derece tecrübesiz başladığım sektörde, şirket kuruluşunu bile kendim yaptığım bir markayı, otomotiv sektörünün en güvenilir ve en çok aranan markası yapmayı başardım. Gururla! Bu iş benim ikinci bebeğim oldu; neredeyse 365 gün çalıştım, ameliyat oldum, çıkar çıkmaz laptopumu kucağıma alıp işime başladım, yıllık izin kullanmadım pek… Çok sevdim, karşılığını da maddi manevi aldım. Tahmin ettiğim gibi hayatımın işi oldu PFI Rulman. 25 Nisan’da emekli oldum ve hayatımın baharını yaşamaya yelken açtım.
*Sayfanızda 50 yaş ve üzerine, hatta genişletelim umudunu kaybetmiş, hayattan beklentisi kalmamış tüm insanlara ilham kaynağı oluyorsunuz, onları motive edip, kendilerini sevip, geçmişle helalleşip, içinde bulundukları anda yaşamaları konularında rehberlik ediyorsunuz. Neden hayat50debaslar? 50 Yaşından önce başka biri miydiniz?
Bu aslında o kadar geniş bir konu ki, özetlemek çok zor ama kısa tutmaya çalışayımÇ Başta esprili bir şekilde ima ettiğim gibi, annemle babam deli gibi erkek çocuğu istemişler; benden 2 sene sonra erkek kardeşim doğunca, ablam 5 yaşında kendi kendine bakabildiği için 3 yaşındaki bendenizi babaannemle dedeme vermişler bakmaları için. 3 yaşından 7 yaşına kadar oradaydım, her istediğim yapılırdı, ama aynı zamanda da Bulgaristan’da komünist düzende yaşamış, her şeyi kendi yapan babaannem, beni de bir sürü sorumluluk vererek disiplinli bir şekilde büyüttü. Hem becerikli hem de piremses gibiydim yani Ama annemi ve kardeşlerimi pek o zamanlardan hatırlamıyorum ya sık görüşmüyorduk ya da ben bilinçaltına gömdüm, bilemiyorum. Ben 7 yaşındayken amcam evlenip eve gelin gelince ben hooop anne babamın evine gönderildim. Sonrası tam bir kâbus, piremseslikten külkedisine dönüştüm resmen. Geçinemeyen, sürekli kavga eden bir anne baba, küçük yaşına rağmen her şeyini kendi yapmak zorunda olan ablam ve ben, misal 7 yaşında odun kırar, soba yakardım, hatta bir gün kaş kirpik her şey yanmıştı Allah korumuş beni . Taaa üniversiteye gidene kadarki zaman çok zordu benim için. Her yönden… 7-9 yaş arası altımı ıslattım, hep azar işittim, tırnaklarımı yiyordum yine azar işitiyordum, babaannemi özledim diye ağlıyordum bu sefer çok ağlıyorum diye beni hoca hoca gezdirdiler; kimse de demedi ki bu çocuğun bir derdi mi var. Kısacası travmalarla dolu bir çocukluk yaşadım. Velhasıl bundan dolayı hayatım boyunca annemi suçladım, erkek çocuk düşkünü olmasa tekrar doğurmasa ben anne baba şefkatinden uzakta kalmak zorunda kalmayacaktım ve travmalarla boğuşmayacaktım diye; annem bir kez bile özür dilemedi benden; 3 çocuğun fazla olduğunu, erkeği bulana kadar doğurduğu için hata yaptığını söylemeyecek kadar inatçıydı rahmetli. Terapistlere bir ev parası harcamışımdır, ama hiçbiri içimdeki öfkeyi dindiremedi. 50 yaşındayken bir gün bir arkadaşım bana bir yöntemden bahsetti; 21 gün boyunca her gün bir telkin kaydı dinleyip, bilinçaltımdaki kodları değiştirebileceğimi söyledi. Hemen başladım ve 3. gün seans sırasında annem beni çok sevdiğini, benimle her zaman gurur duyduğunu söyleyerek, bana yaşattığı üzüntüler için özür diledi; böylece hayatım boyunca verdiğim mücadele son buldu, annemle helalleştim, bilinçaltımdaki kodunu değiştirip yerine sevgi, saygı şefkat koydum. Bu şekilde geçmişimdeki herkesle, her olayla helalleşip, hepsini rengarenk, allı pullu klasörlere koyup, rafa kaldırdım. Geçmişim artık gerektiğinde gülümseyerek hatırladığım anılar bütünü benim için. Sonraki günlerde üniversiteden sınıf arkadaşım canım Sabiha’cığımdan rica ettim, sağ olsun beni kırmadı ve bana spritüel danışmanlık yapmaya başladı, Reiki uyumlaması da yaptı, bir sene sonunda artık evrenin kurallarını hayata geçirmiş, geçmiş ve gelecek kaygısı olmayan, içinde bulunulan anda yaşayan, her gün yeni bir gün, yeni mucizeler olarak güne başlayan, devamlı mutlu bir kişi olarak hayatına devam eden bambaşka bir insan olmuştum. Adeta başka bir boyutta yaşadığımı hissediyorum o günden beri. Meğer her şey insanın bilinçaltındaymış ve eğer inanırsa bilinçaltının kontrolü de kişinin kendi elindeymiş. Hayatım 50 yaşında başladı böylece
*Bunları paylaşma fikri nasıl gelişti?
Bir sürü eğitimler aldım, seminerlere workshoplara katıldım, stüdyoya girip 6 saat uğraşıp kendi telkin kaydımı oluşturdum. Artık hazırdım; benim yaşadıklarımı, ihtiyacı olan herkesle gönüllülük esasına dayalı bir şekilde, tamamen
AILELERIMIZDEN DUYMADIĞIMIZ IKI CÜMLE VAR: “SENI SEVIYORUM.” VE “SENINLE GURUR DUYUYORUM.
ücretsiz olarak paylaşma zamanı gelmişti. Instagram hiç bilmediğim fakat çok popüler bir platform olduğu için oradan başladım. Teknoloji özürlü ben, 11 Ekim 2022’de, ite kaka bir sayfa açtım, kendi kendine video ve fotoğraf çekmeyi öğrendim. Ilk zamanlar o kadar zordu ki takipçi arttırmak, etkileşimi yüksek tutmak, paylaşacak konu bulmak… Özellikle de 50 yaş üzerinin o zamanlar Facebook’çu olması da beni çok zorladı, kendi arkadaşlarımı bile sayfayı takibe ikna edemedim. 2023 yılı başından itibaren Facebook artık sadece grupların platformu olmaya ve herkes instagramda toplaşmaya başladı, böylece yaşıtlarım güle oynaya benim takip etmeye başladılar ve hayata farklı bakmaya başladılar. Çünkü ben gerek fiziki görünüşümle gerekse hayata bakışımla hiç klasik 50 yaş üzeri değilim, sürekli spor yapan, rengarenk elbiseler giyen, sürekli gülümseyen, her daim pozitif bir modelim gözlerinin önünde… Bu da onlara umut oldu; demek 50 yaşından sonra da böyle olunabilirmiş, hadi ben de kilo vermeye başlıyayım, ben de pilates yapmak istiyorum, meditasyon korkulacak bir şey değilmiş ve en önemlisi de IÇIMDEKI DEĞERSIZLIK HISSINDEN KURTULUP, KENDIMI SEVMEK mümkünmüş demeye başladılar. Arka planda ben de pek bilinmeyen, adına self-hipnoz denilen bilinçaltı uygulamasını tanıtmaya, isteyenlere rehberlik etmeye başladım. Bir ay önce 2. Yaş gününü kutladığımız “Hayat50debaslar”, bir sayfa değil de bir aile, takipçiler de aile bireyleri olarak hayatı pozitif bir şekilde paylaşmaya devam ediyoruz.
* Çok fitsiniz, yaşınızın bedeninde değilsiniz. Hep mi böyleydiniz? Sırrınız nedir?
Ben hayatım boyunca iki öğün yemek yedim; kahvaltı ettiğimde sürekli aç hissederdim kendimi, o yüzden kahvaltı etmeyi üniversitede bıraktım ve belli dönemler haricinde hep 50 kg civarı kaldım. Kahvaltı etmiyorum diye bana çemkirenler, şimdi diyetisyenlere tonlarca para dökerek aralıklı oruç öğreniyorlar )) Reformer ve pilatese başlama sebebim ise kemik erimesini geciktirmek ve duruş bozukluğundan kurtulmak idi, sonra vücudumu nasıl şekle soktuğunu fark ettiğimden beri, yemek içmek gibi hayatımın vazgeçilmez parçası oldu.
*Sizce Türk insanı neden kendini sevme konusunda bu kadar başarısız?
Annelerimiz canımız ciğerimiz, DNA’mızda varlar; ama ne yazık ki bilmeden yanlış çocuk yetiştiriyor Türk insanı. Sen sus küçüksün; sus bakiim büyüklerin yanında konuşulmaz diyerek, hatta kaş gözle susturuluyor çocuklar, büyüme çağında arkadaşlarıyla kıyaslanıyor, Ayşe kaç almış sınavdan? Fatma mühendisliği kazanmış bak sen kazanamadın, kardeşin ne kadar başarılı bak sen tembelsin… Çocukların yaptığı hiçbir şey beğenilmiyor, aaa ne kötü yapmışsın, çekil ben yaparım, seni beceriksiz! Amaaan yere döktün bırak bırak ben yaparım… Bunlar hep duyduğumuz, kanıksağımız için bize normal gelen ama aslında bütün hayatımızı kabusa çeviren DEĞERSIZLIK Hissinin temel sebepleri. Esas duymamız gerekip de duymadığımız iki cümle var: “Seni seviyorum.” ve “Seninle gurur duyuyorum.” Anne babalarımızın bizimle gurur duyması için ya okul birincisi olmamız ya da tıp fakültesi falan kazanmamız gerekiyor.
Zamanla üzerine ekleniyor tabii, eş, kayınvalide, akrabalar, arkadaşlar vs. … Hepsi birer tuğla ekliyor bunun üzerine. Veeee ta da… Hayatımız boyunca etkisinden kurtulamayacağımız, bazen içine kapanıklık, bazen agresiflik, öfke ya saldırganlık olarak ortaya çıkan; kendini bazen parayla satın alınacak şeylerle, bazen bitirdiği üniversiteyle, bazen kariyeriyle, okuduğu kitap sayısıyla, katıldığı eğitimlerle, bazen de fiziki güzelliğiyle çevresine kanıtlamaya çalışan, ama ne yaparsa yapsın bir türlü tatmin olmayan insanlar… Içindeki DEĞERSIZLIK HISSI bir türlü doymayan bir canavar çünkü. Türklerin %98’inin kendini sevmediğini biliyor muydunuz? Haa bu arada bizden önceki nesillere kendini sevmekten bahsettiğinde “Bencillik çok kötüdür.” tepkisiyle karşılaşıyoruz. Aslında altta yatan sebep, insanların kendilerini evlenene kadar anne babasına, evlendikten sonra eşine ve çocuklarına adaması, sonra da yaşlanan anne ve babasına ölene kadar bakması üzerine kurulu sistem. Kendini seven bir insan, kendini ihmal edip çocukları dahil kimseye adamaz çünkü. Sevmek, ilgilenmek, şefkat göstermek, yardım etmek ayrı, kendini hiçe sayıp başkaları için yaşamak ayrı. Tabii ki anne babamızı çocuklarımızı sevmeliyiz, ama ÖNCE BEN, sonra ailelerimiz. “BEN” olmayınca hayatın boşa geçtiğini 50 yaşına gelen her insan anlıyor ama iş işten geçtiği için de kendini kahrediyor. Çocuklar evden gidince boşluğa düşmeyen Türk annesi var mıdır? Çok az. Neden? Çünkü kadın çocuğu doğduktan sonra onun için yaşamaya başlıyor; çocuğun yemeği, uykusu, ödevleri, tatilleri, giyimi kuşamı sağlığı derken kendini tamamen yok sayıyor. Kendine ihtiyacı olan bir giyecek almaya çıkıp çocuğuna alıp dönen anneler burada mı? Çocuk üniversite için veya evlendiğinde evden gittiğinde sudan çıkmış balık oluyor, çocuğuna uzaktan müdahale etmeye, hayatına karışmaya devam ediyor, evlendikten sonra bile çocuklarını rahat bırakamıyor, sanki görevi olduğunu sandığı için. Çocuksuz hayatın ne olduğunu unutuyor, kendini işe yaramaz hissediyor. Bunun sebebi BEN kavramının olmaması, kendisini düşünmenin kötü olduğunu sanması.
*Kendini sevmek için kullandığınız bir teknik var, hatta bu konuda ücret almadan isteyenlere rehberlik ediyorsunuz. Kısaca ne olduğunu ve yararlarını anlatabilir misiniz?
4 sene önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle, gözlerim kapalı ve rahat bir pozisyonda oturarak, bir telkin kaydı dinleyip, bilinçaltıma ulaşıp geçmişimdeki tüm kişi ve olaylarla helalleşerek, onları klasörlere koyup, rafa kaldırmayı başardım. Sonrasında bu tekniği benim gibi kendini sevmeyen herkesle paylaşmaya karar verip, bu sayfayı kurdum. Çocukluğumdan beri, emekli olduktan sonra kendimi insanlara yardım etmeye adamak istiyordum. Bu sayede bu hayalimi gerçekleştirme fırsatı bulduğum için çok mutluyum. Bu tekniği insanlara öğretirken uzunca bir süre bir başkasının telkin kaydını kullanıyordum, sonra bir gün dedim ki sen neden kayıt yapmıyorsun? Girdim stüdyoya ve 6 saat süren bir çalışmadan sonra kendi ses kaydımı oluşturdum. Sonra bir gün bir psikiyatristin benim kullandığım yöntemden bahsederken buna “Self (kendi kendine) Hipnoz” dediğini okudum ve bir aydınlanma yaşadım. Evet bu, kişinin, evinin konforunda, kimseye güvenmek zorunda kalmadan yaptığı bir hipnoz aslında; ihtiyaç duyulan tek şey ise bir kulaklık ve yalnız kalabileceği bir ortam. O zamandan beri ben de self hipnoz diye adlandırıyorum. Bu teknikle kişi, derin nefesler alarak uyku ile uyanıklık arası olan tetha seviyesine çıkıyor ve telkin kaydındaki yönlendirmeler ile çocukluk haline ulaşıp önce annesiyle sonra babası ve geçmişindeki tüm insan ve olaylarla helalleşiyor. Geçmişini rengarenk, allı pullu klasörlere koyup, ihtiyaç duyduğunda almak üzere, özenle rafa kaldırıyor. Çoğu kişinin istediği gibi geçmişi silmemiz ya da unutmamız mümkün değil; gerek de yok zaten, bugünkü halimiz olmamızı geçmişimiz sağladı, her aklıma geldiğinde ben “şükürler olsun, teşekkür ederim.” diyorum ve herkese de bu şekilde yapmalarını tavsiye ediyorum. Self hipnoz tekniğiyle hayatını değiştiren çok oldu, bunun tatmin duygusunu anlatmam mümkün değil. Bu parayla ölçülebilecek bir şey değil.
*Insan başına kötü bir şey geldiğinde kendini bir girdapta hissediyor ve kolay kolay çıkamıyor o durumdan. Sizin kendinizi gerçekleştirme motivasyonunuz neydi?
Self hipnoza başlamadan evvel, çok kereler intiharı düşündüm. “Bu dünyada kimseye faydam olmadığı gibi çevremdeki insanları kırıyorum, üzüyorum.” Diye düşünürdüm. Şimdi fark ediyorum ki ne kadar tehlikeli bir şey bu DEĞERSIZLIK HISSI, ben ona asla doymayan canavar diyorum. Bazısında eziklik, bazısında aşağılık kompleksi, bazısında ukalalık, bazısında kendini herkesten üstün görme, bazısında başkalarını küçümseme olarak kendini gösteriyor bu canavar; öfkeyle, üzüntüyle, saldırganlıkla, durdurulamayan hırsla, etrafındakilerin üzerine aşırı düşerek vb. gibi şeylerle besleniyor. Demek ki verilmiş sadakam varmış ki, intihar girişimim ölümle sonuçlanmadı ve Allah karşıma bana yardım eli uzatan insanlar çıkardı.
*Biraz da geziye gelelim. 10 kiloluk sırt çantanızla dünyayı gezmeye karar verdiniz. Bugüne kadar da 30 ülke gezdiniz. Bunu yaparken çalışarak gezeceğim diyorsunuz. Iş kaygınız yok. Ne yapmayı planlıyorsunuz?
Çocukluk hayalimdi dünyayı gezmek; ben sınırlara inanmıyorum, birtek dünya var ve insanoğlu… Ingilizcemin iyi olması en büyük hazinem, dünyanın her yerinde, herkesle iletişim kurmamın anahtarı. Iş konusunda korkumun olmama sebebi, iş seçmemem, iş konusunda egomun olmaması… Bütün Bulgar göçmenleri gibi çok becerikliyimdir, elimden hemen hemen
her iş gelir. Günümüzde seyahat edenlerin çalışma konusunda seçeneği çok aslında, artık uzaktan çalışma var biliyorsunuz, sosyal medya yönetimi var. Bunun dışında iki seçenek var; birincisi Volunteering yani gönüllü çalışma seçeneği var. Bütün dünyada turist vizesiyle gidip yeme, içme, yatma karşılığı para almadan çalışabilirsiniz, bu tamamen legal. Ya da çalışma izni olmadan kaçak çalışabilirsiniz. Ben tabii ki legal olanı tercih ediyorum, bu arada HAYAT50DEBASLAR YouTube sayfasına aktif olarak yayın yapmaya başladığımda oradan da gelirim olabilir. Instagram sayfama da sponsor arayışım başladı, şansım yaver giderse en azından uçak biletlerim için sponsor bulabilirim, ama şu anda bunlara bel bağlamıyorum, yol beni benim için en hayırlı en doğru mecraya götürecektir diye inanıyorum; son 4 senedir evrenin gücüne inandım, kontrolü bıraktım, sadece hayal edip imgeleme yaptım, evren her istediğimi önüme serdi. Evren kontrolcüleri sevmiyor. Bu arada Allah inancım sonsuz, evreni Allah’ın operasyon merkezi olarak imgeliyorum ben.
Dünyayı çalışarak gezmek isteyen ve Ingilizce ’si iyi olanlar, Workaway ve Worldpackers adlı uygulamaları inceleyebilirler. Volunteer Forever gibi web siteleri de var, ilgilenen varsa.
*Gördüğünüz ülkelerde de insanlar belli bir yaşı geçtikten sonra ellerini ayaklarını çekiyorlar mı hayattan, sosyal yaşamdan?
Her ne kadar çok iyi bir gözlemci olsam da, bütün ülkeler hakkında genelleme yapmam doğru olmaz; ama Ingiltere’de uzun yıllar yaşadığım için fikir beyan edebilirim. Öncelikle şunu söylemeliyim ki insanların güzel bir hayat yaşaması için BEN duygusunun olması şart. Ne yazık ki bize bunun çok kötü bir şey olduğu öğretildi, hatta eminim bunu okuyan kişilerden de bencilliği övdüğümü düşünen çok kişi vardır. Ama bizim insanlarımızın 50-60 yaşına geldiğinde hayattan elini eteğini çekme sebebi temelde kendini sevmemesi. Kendini seven insan gençliğinden itibaren kendini önemser ve kendine yatırım yapar; oysa Türk insanı, özellikle de Türk kadınları çocuklarından başka bir şey düşünmediği ve onlardan başka hiçbir şeye para harcamadığı için kendilerini ihmal ederler ve 50 yaşından itibaren hem vücutları hem ruhları sinyal vermeye başlar Ikinci sebebi de Türk kadınlarının 50 yaşından sonra anne babalarına bakmak zorunda olmaları; bu çok yıpratıcı bir görev. Maalesef bizde huzurevi ya da yaşlı bakımevi dediğinde en büyük küfrü etmiş gibi linç ediliyorsun. Oysa batı ülkelerinde insanlar isteyerek gidiyor o tip yerlere ve yaşlılığını yaşıtlarıyla 7/24 sağlık hizmetleri eşliğinde, mutlu mesut geçiriyor. Çocuklarından kendine bakmasını istemek büyük bir bencillik ve etik olmayan bir şeydir Ingiltere’de mesela. Ben de aynı düşüncedeyim açıkçası. Çocuğumun hayatını neden zindan edeyim, neden en güzel zamanlarında bana adasın kendini? Ben onun için “Saçımı süpürge” etmedim, tamamen kendi seçimim olarak doğurdum ve severek, itinayla büyüttüm, sonra da dünyaya saldım onu. Ama genelde Türk insanları büyüklerinden öyle gördüğü için aksini düşünemiyor bile. Anne baba çocuğunu okutur, düğününü yapar, evini arabasını alır, yaşlandığında da şimdi sıra sende haydi bakalım bana bak. Mantığıyla karşılığını ister. Bana bu çok itici geliyor açıkçası.
Kısacası Ingilizler 18 yaşından itibaren kendi ayakları üzerinde durmaya başlıyorlar ve hayatları ÖNCE BEN sonra ailem ve diğer insanlar kavramı üzerine kurulu. Ne eğitimlerini ne düğünlerini ne de evlerini ailelerinden almayı düşünmezler; yaşlandıklarında da onlara bakmazlar.
*Hiç negatif eleştiri alıyor musunuz?
Az da olsa alıyorum: “Yaşını başını almış kadınsın; evinde otur, örgünü ör, namazını kıl.” diyorlar. Hatta kıyafetlerime hakaret eden de çok oluyor; yaşımdan utanmadan kendimi teşhir ediyormuşum… Hiç alınmıyorum, tam tersi acıyorum, kendinden nefret eden zavallılar çünkü onlar. Kendini seven, içsel olarak değerli hisseden insanlar başkalarının giyimine kuşamına, yediğine içtiğine, yaşam tarzına karışmaz, hakaret etmez, olduğu gibi kabul eder.
*Kendi sayfanızda paylaştığınız için soruyorum, devam etmemiş olsa da aşkı da buldunuz. Ve bu da yine belli bir yaşı geride bırakmış pek çok kadına umut oldu. Şu an hayatınızda biri yok sanırım. Aşka olan inancınızı kaybettiniz mi?
Ben yaşadığım en ufacık bir şeyden bile pişman olmadım, olmam da. Çünkü hepsini ben çağırdım ve hepsi bir araya gelip bugünkü versiyonumu oluşturdu. Ayrıca her sabah yeniden başlarım yaşamaya. Geçtiğimiz aralık ayında âşık oldum evet, çok güzel günler yaşadım, sonra bir gün evli olduğunu öğrendim ve terk ettim. Aslında birkaç gün üzülsem de sonra dedim ki çocukluk hayaline çıkmanın tam zamanı ve o gün planlamaya başladım bu seyahati. “Her şerde bir hayır varmış” atasözünü çok severim ben ve çok da tecrübe etmişimdir. Ama bu demek değildir ki aşka olan inancımı yitirdim, asla! Her konuda kötü tecrübeler yaşayabiliriz ama bu o konuda genelleme yapmayı gerektirmez. Belki dünyanın bir yerlerinde bekliyordur beni aşk… Nefes aldığımız sürece her daim umut vardır.
*Hayatınızın en zor anının annenizi kaybettiğiniz an olduğunuzu söylemiştiniz. Ailenizden bir bireyi kaybetmenin ne demek olduğunu deneyimlemiş biri olarak bunu nasıl aştınız?
Bu sorunun cevabını bazıları tuhaf karşılayabilir ama ben yine de açık açık anlatayım. Annemle hayatım boyunca yakın bir ilişkim olmamasına rağmen öldüğünde çok derin bir acı hissettim. Onu bir daha göremeyecek olmak, onun mantısını, böreğini yiyemeyecek olmak hala da içimi acıtır. Annemin ölümünden kısa bir süre sonra, iş seyahatine çıkmadan önce, hangi kolyemi taksam diye düşünürken (Takı olarak kolyeyi çok severim.) Annemin birkaç sene önce aldığı hediye kolye benimle konuşmaya “Beni de götür be kızııım, öğretmen okulundan beri Konya’ya hiç gitmedim.”
Dedi. Çok şaşırdım, ama gerçekti, annemin sesi, annemin konuşma tarzı… Resmen annem konuştu benimle. Hüngür hüngür ağladım tabii. Ama rahatladım da! O günden sonra annem ara ara benimle konuşmaya başladı. Ne zaman ihtiyacım olsa fikrini söyler, destek olmaya çalışır, benimle gurur duyduğunu, beni sevdiğini söyler. (Hayattayken pek duyamadığım iki sihirli cümle.) Bu çok rahatlatıcı bir duygu. Ben insanların bedenen öldüğüne ama ruhların etrafımızda olduğuna inanıyorum.
*Siz de bir annesiniz. Çok hoş bir genç kızınız var. Nasıl bir annesiniz?
Evet ben bir anneyim, 99 doğumlu bir kızım var, Kanada Vancouver’da Neuroscience okudu ve Mayıs’ta mezun oldu. Kızım 2 yaşındayken babası bizi terk etti, biz hayatın zorluklarıyla birlikte baş ettik. Her şeyi paylaştık. Her ne kadar çağdaş ve liberal bir anne olsam da ben anneyim, arkadaş değil! 18 yaşına kadar o evin yöneticisi bendim, yaşım ve tecrübem 30 yıl fazla olduğu için kararları ben veriyordum, evde bir düzen, bir disiplin vardı, herkesin sorumlulukları farklı idi. Hayati konularda hiçbir zaman kızımın iznini almadım, benim yanımda küfür etmedi veya saygısızlık etmedi, ama seksten de konuştuk, birlikte bira da içtik şarap da… Erkeklerle ilgili tavsiyeler de verdim ama hiçbir zaman sınırlar aşılmadı. Herkes haddini bildi. O ev benim evimdi ve benim kurallarım geçerli idi. Kendi evi olduğunda kendi kurallarını koyacaktı ki koydu da. Ben de artık onun evine gittiğimde onun kurallarına saygı duyuyor ve uyguluyorum.
Günümüzde yapılan en büyük hata, evde demokrasi var diyerek çocuklarına söz hakkı vermeleri. Çocuklar hayatı evdeki gibi sanıp ne okulda ne sosyal alanda ne de iş hayatında tutunabiliyor.
*Son olarak yaş sınırlaması koymadan kadınlara ne söylemek istersiniz?
Öncelikle inandıkları bir bilinçaltı yöntemiyle (hipnoz, theta healing, EFT, NLP…) içlerindeki değersizlik hissinden kurtulup, kendilerini sevmeye başlamalarını tavsiye ederim. Ne çocuklarına ne eşlerine ne de ailelerine kendilerinden fazla değer vermelerinin, en büyük yatırımı kendilerine yapmalarının “ÖNCE BEN” demenin, hem ruhen hem fiziken çok sağlıklı bir ömür geçirmenin en önemli anahtarı olduğunu belirtmek isterim. Ücetsiz self-hipnoz rehberliği için HAYAT50DEBASLAR sayfasını takip edip bana DM atabilirler. Haa bir de tabii 4 Kasım’da başlayan Dünya Turumu hem instagram sayfasından hem de aynı isimli YouTube kanalından takip edebilirler.
Sevgili Özlem çok teşekkür ediyoruz bu güzel sohbet için. Umarım hayat yolculuğunu olduğu gibi dünya turunu da bizlerle paylaşıp pek çok kadına umut olarak onların güçlü kadın olma yolculuğuna ışık tutarsın.