“O*nun size sarılması bitmeden siz ondan ayrılmayın”
Okul”, hayatınıza ebeveyn kimliğiniz eklendikten sonra, o güne kadar biriktirdiklerinizle öğrendiğiniz “ebeveyn”ligin bir dönüm noktasıymış.
Yok yok, klasik okula başlama yazısı ve velilere tavsiyeler vermeyeceğim. Sonsuz bir şekilde sosyal mecralardan kaynaklara ulaşabilirsiniz. Çocuğunuza veya kendinize yakın gördüğünüz rol model kişilerin paylaşımlarına bakabilirsiniz, ve benzeri. Ama hepsini yaparken şunu unutmayın, her hücre veya parmak izi gibi her çocuk da kendine özgü ve biricik.
Mesela deriz ki bazen “benim çocuğum utangaçtır”. “Yok o öyle değil” der Nihan Kaya, Erteleme isimli kitabında. İçedönüklük doğuştan gelen bir özelliğimizmiş mesela. Utangaçlık ise reddedilme korkusu, yani sonradan öğrendiğimiz. Yani utangaçlık ve çekingenlik, iç çocuğun iç anne baba tarafından reddedilmesi, onaylanmaması veya sevilmemesi korkusunu ifade ediyor.
Ben diyorum ki, çocuklarımızı okula götürürken, gönderirken rutin hayata uyum programı dışında çocuğumuzu en iyi gözlemleyenler olarak bir bakalım.
Evet, çocuklarımız normal hayata ve normlara uyum sağlamalı. Ama yaşına, karakterine ve güvenli bağlanmasına uygun yöntemlerle bu süreci adapte etmek, geleceğine yatırım. Örneğin, ben güvenli bağ kurduğunu gözlemlediğim öğretmeni dışındaki diğer öğretmenine kızım da yanımızdayken, ona güvendiğimi, sevdiğimi, saydığımı ve bakımından onun da sorumlu olabileceğini gözlerinin içine baka baka söyledim. Hemen mi etkiledi, tabii ki hayır ama zamana yayıldığında, evet etkili oldu.
Okuldan geldiğinde, bugün nasıldı diye asla sormadım. Bunu zaten hep duymuşsunuzdur, sonuçta kaç senelik ömrü varsa o ömründeki ilk radikal değişim gibi düşünüyorum ve bu değişim aynı doğum gibi, konfor alanından çıktığı bir an. Bu sefer yanında doğduğundan beri bakım verenler var ve ağladığında ne olduğunu çok iyi biliyor. O yüzden sınırları zorlayacak ama bir o
kadar kendini regüle etmeye ihtiyacı olacak. Sadece empati. İlk işe başladığınız gün, veya ilk önemli bir sunum yaptığınız gün ya da benzeri bir anı düşünün. Sonrasında ne yapmak istersiniz. Bir sakinleşmek mi, yoksa kalabalık sorulara yanıt mı vermek?
Size bir şey söyleyeyim mi.. Çaresiz kaldığınız veya çare aradığınız an, neyle rahatlıyorsanız kahveyse kahve, kitapsa kitap, yürüyüşse yürüyüş; onu yapmaya yönelin ve bir kendinize sorun. Ben bu durumda ne yapardım? Babası böyle durumlarda ne reaksiyon veriyor. Evet davranışların bazıları ile doğuyoruz, bazılarını sonradan öğreniyoruz. Doğduğumuz davranışlar ise benzer bir model kalıp gördüğünde çok kolay tutunuyor. Görmezse de istese bile baskılanabiliyor, çünkü görmüyor. O yüzden iç sesinizden, içinizdeki baskılanmış veya baskılanmamış çocuğun sesini, ne dediğini duyun. Onu duydukça çocuğunuzla daha kolay iletişim kuracağınıza eminim. Okula başlangıç da adı okul, ama aslında hayatının devamında uzunca bir süre yer kaplayacak ve yetişkinliğinin temelini atan döneme bakış açısını şekillendiren çok önemli bir “dönüm noktası”.
“Kiminle konuşursak konuşalım, kendimizle konuşuyoruz”
Bu da aynı şekilde Nihan Kaya’nın Jung’ı anlattığı bir post’undan alıntıdır. Ve aslında bunu fark ettiğimizde bir çok sırrı çözüyoruz. Ama zihnimiz o kadar çok ses çıkarıyor ki bazen kendimizle konuştuğumuzu fark etmeyebiliyoruz. Zihnimizdeki sesleri susturduğumuzda kendimizle sakinlikle konuşmaya başlayabiliyor, o sırada bize “bluetooth”la bağlı olduğunu söylediğim evlatlarımız dünyanın neresinde olursa olsun rahatlıyorlar ve biz de yanlarımıza geldiklerinde onlarla o sakinlikte konuşabiliyoruz. Elbette, hayat dümdüz yokuş aşağı değil, inişler, çıkışlar, kasırgalar ve fırtınalar da var. Ama fırtınayı fırtına yapan da aslında bizim bakışımız ve zihnimizin hep bir şeyleri bir şeylerle kıyaslama ihtiyacı. Zihin çalışma sistemi gereği bu şekilde işliyor.
Çocuğunuzla konuşurken siz misiniz, anneniz mi babanız mı?
O yüzden, okula başlamadan önce yapılacaklar değil de, anne-baba olmadan önce yapılacaklar listesine odaklanmak bence daha mühim. Bu satırları okuyan çoğu kişinin anne - baba olma ihtimali daha yüksek olduğu için, söyleyebileceğim şey hala geç olmadığı. Kendimizi, bir proje gibi ele alıp şu soruları sorabiliriz_ Biz kimiz?
Bu hayattan ne istiyoruz, bekliyoruz?
En çok yaşadığımız sorunlar neler?
Hayatta hep neler karşımıza çıkıyor? Nereler bizi daha çok mutlu ediyor?
Konfor alanlarımız ile ilişkimiz nasıl? Arkadaşlık ilişkilerimiz nasıl?
Birinden bir şey almayı mı daha çok seviyoruz, vermeyi mi? Yoksa farkında olmadan hep dengeliyor muyuz?
Musluktan akıttığımız suyu önemsiyor muyuz?
Trafikte olumsuzları mı görüyoruz, yoksa büyükşehir gerçeğini kabul edip onun içinde kendimize alanlar yaratabiliyor muyuz?
Unutmayın, “çocuğun yanında şöyle davranalım” cümlesi koskoca bir yalan. O sizi gözünüzün ta içinden okuyor. Ve siz neyseniz, o o oluyor. Mizacı, huyu, her şeyi farklı gibi görünse bile, bizim çocukluğumuzun anne baba versiyonları olarak çocuk yetiştirdiğimizi hep hatırlayın. Bu soruların yanıtlarını oturup bir deftere yazın ve sonra önümüzdeki ay bunların hangilerini değiştirsek daha iyi olur diye bir düşünün. Lütfen.
Bugün bunları bana düşündüren, kızımdı. Okulda 3 haftayı geçirdik ve çok hızlı bir uyum performansı sergilerken, iki gündür ayakları geri giderek, bir rasyonele dayandırmadan sadece “istemediğini” söylemeye başladı. Ve onu doğumdan beri ilk kez sarıp sarmalayamadım, yani sarılma vedasını kısa tutmam gerektiğini anladım. Yani ilk kez sarılırken, o beni bırakmaya yeltenmeden ben kollarımı gevşettim. İçime doğru da ağlamaya başladım o ayrı.. Sonra şunu düşündüm: Doğum anında anne ve çocuk ayrılıyor, istemsiz ama zorunlu bir ayrılık, amaç dünyaya gelmekti. Bir de okul anında. Yine ağlıyor, zorunlu bir ayrılık bu sefer dünya sistemine uyumlanmak amaç, yine kendisinin özgür iradesine dayanan bir seçimi yok. Çocuk - bebek doğumda süreci belki anlamlandıramıyor, ne dediğimizi de anlamıyor (en azından biz böyle kabul ediyoruz). Ama şu an yine neden bunun olduğunu anlamlandıramıyor, tek farkla ne dediğimizi anlıyor. Hep pedagog, rehber hoca eşliğinde ve iç sesinizin rehberliğinde istikrarlı olmak burada çok önem taşıyor.
Diyeceğim şu ki, okuyun, kendinizi geliştirin, sadece empati yapın, o çocuk siz olsanız o günden ne istersiniz? O andan ne istersiniz? Sizden ne istersiniz? Hangi davranış biçimi sizde neyi tetikler? İstikrarlı olmayı burda da unutmayın. Çünkü yaptığınız bir sürpriz veya “bugün de okula gitmesin, ben onla gezerim” dediğiniz bir günün ertesinde istikrar dışı bir mesaj verildiği için canı ertesi gün daha çok yanabilir. Çünkü dünü bugünden farklı kılan neydi sorusuna yanıt veremeyecek.
Biraz psikolojik ve içsel sorgulayış odaklı bir yazı olduğunun farkındayım ama bu farkındalık noktalarından geçmeden yaşanan ebeveynliğin bıraktığı toplum izlerini hepimiz birebir deneyimliyoruz. Evet hayat zor gibi görünse de sağlıklıysak ve sevdiğimiz birileri yanımızda nefes alıyorsa, çocuk - çocuklarımız da bizimle iletişimdeyse, mutlaka şükredilecek ve etrafımızdaki her cisim-nesne-kişi ile iletişimi güçlendirecek güce sahibizdir.