İç siyaset saikleri dış siyaseti teslim alıyor
ABD tarihinin en önemli seçimlerinden biri olarak hatırlanacak seçimlere girerken, ABD dış politikası iç siyaset hesaplarının bir uzantısına dönüşüyor. Kasımda seçimlerde yenik düşme olasılığı giderek artan Trump, samimiyetten tamamen uzak bir çabayla, hatta can havliyle, Çin üzerinden bir canavar yaratarak kendisinin ulusal güvenliğin muhafızı olduğunu ispatlamaya çalışıyor. Dış politika uzmanımız ise izlenen yolun felakete davetiye çıkarabileceğine işaret ediyor. Çin ile stratejik rekabet yeni bir olay değil fakat Trump’ın
yaklaşımı farklı. Biraz bu farklar üzerinde konuşabilir misiniz?
Soğuk Savaşın sona ermesinden bir süre sonra Çin’in dünyanın yükselen yıldızı olduğu ortaya çıkınca, Amerika ile ilişkisi giderek daha rekabetçi bir görünüm kazandı. Rekabet hem strateji hem de ekonomi alanında tezahür ediyordu. Örneğin, Başkan Obama Trans-Pasifik Ortaklığı başlıklı bir proje geliştirmiş, Çin’in etrafındaki ülkeleri bir iktisadi iş birliği çerçevesinde bütünleştirerek Çin’in iktisadi nüfuzuna açık ve ona fazla bağımlı olmalarını; böylece bu ilişkinin doğurabileceğinden korkulan stratejik ve siyasi sonuçları engellemek istemişti.
Başkan Trump göreve başlayınca bu politikayı terk etti ve bambaşka bir dış politika çizgisi izlemeye yöneldi. Çin ile iktisadi ilişkilerin sorunlu olduğuna, Çin’in Amerikan işçisinin işini çaldığına hükmetti. Çin’in teknoloji alanında gösterdiği ilerlemeyi de bir güvenlik tehlikesi olarak tanımladı. Bununla birlikte, başlangıçta Çin ile iş birliğini devam ettirmeyi öngören bir yaklaşım sergiledi ve ilişkiyi “iyileştirme” yolları arar gözüktü. 2016 başkanlık yarışında ise esasen Kanada ve Meksika’yı ve bu iki ülke ile iktisadi iş birliğini düzenleyen NAFTA anlaşmasını hedef almıştı.
NAFTA “sorunun” halledilmesinden sonra Trump’ın yeni bir düşmana ihtiyaç duyduğu, bunun için de Çin’i seçtiği anlaşılıyor. Bu durum, daha önce sözünü ettiğimiz stratejik rekabetten çok farklı bir durumdur. Yapılan, bir dış politika sorununu veya rekabetçi bir dış ilişkiyi tamamen bir iç politika sorununa dönüştürerek onu bir sonraki seçimlerde seçmenden oy toplamak için bir kaynak olarak kullanmaya çalışmaktır ki bunun stratejik rekabetin şekillendirdiği dış politika ile ilişkisi yoktur. Tabii, bu tür siyasal davranışlar sadece Trump’a mahsus değil, fakat Trump bu imkanı sonuna kadar istismar etmekte ve bunun uzun dönemde yaratabileceği istenmeyen sonuçları hiç hesap etmemektedir.
Peki, bu politika Çin’in dünyadaki konumunu nasıl etkiler, Komünist rejim için bir tehdit oluşturur mu?
Giderek belirginleşen bir husus var: Trump Çin’e saldırdığında, kimse peşinden gitmiyor. Şüphesiz Çin’i kendi stratejik veya iktisadi çıkarları açısından sorun olarak gören başka ülkeler de var fakat hiçbiri Trump’ın izlediği siyaseti harfiyen izlemeye yanaşmıyor. Dolayısıyla, Trump’ın Çin aleyhtarı siyasetinin ne oranda başarılı olacağını öngörmek mümkün değil. Belki daha önemli soru, Trump’ın şimdiki siyasetinin uzun vadede de izlemeyi düşündüğü siyaset olup olmadığıdır. Eğer şimdiki siyaseti sadece seçimi kazanmak için oynadığı bir oyun ise, seçimlerden sonra çizgisini değiştirebilir. Ancak, izlediği yolun sorunlarla dolu olduğunu da görmek gerekiyor. İlkin, kamuoyunu Çin’e karşı harekete geçirdiğiniz zaman o kadar başarılı olabilirsiniz ki, bilahare o desteği koruyabilmek için aynı siyaseti devam ettirmeye esir düşebilirsiniz. İkinci olarak, bu ilişki karşılıklıdır. Amerika istediğini yaparken, herhalde Çin’in veya diğer ülkelerin sadece oturup Amerika’yı seyretmelerini bekleyemeyiz. Bu şekilde düşünüldüğünde, Trump’ın yaptıklarının karşı tarafta Trump’ın beklemediği ve denetleyemeyeceği tepkiler doğurabileceğini unutmamak gerekir.
Çin’e baktığımızda, dünya sisteminin yönetişiminde şimdilik daha yüksek sorumluluk duygusu sergileyen bir görünüm verdiğini söyleyebiliriz. Çin’in, en hafif deyimiyle, hayranlık duyulacak bir ülke olmadığını biliyoruz. Giderek otoriterleşen br yönetimi var; azınlık nüfusların uyguladığı muamele bir felaket ve şimdi de salgın ortamından yararlanarak Hong Kong’daki nüfuzunu ve konumunu güçlendirmek istiyor. Yine de Trump’ın Amerikası ile mukayese edildiği zaman daha güvenilir ve yapacakları tahmin edilebilir bir ülke görünümünde.
Joe Biden ve Demokratların bu siyasete karşı tepkisi ne? Trump’ın siyasetine karşı alternatif sunuyorlar mı?
Şu anda kamuoyunun Çin’e dönük tepkisini şekillendirmekte Trump başarı sağlamış gözüküyor. Bay Biden Trump’ın çizgisine rakip diyebileceğimiz bir görüş ileri sürebilmiş değil. Maalesef bu ciddi bir sorun, çünkü seçilmesi halinde Biden kendi opsiyonlarını da peşinen sınırlamış olacak.
Trump Çin’e saldırdığında, kimse peşinden gitmiyor. Şüphesiz Çin’i kendi stratejik veya iktisadi çıkarları açısından sorun olarak gören başka ülkeler de var fakat hiçbiri Trump’ın izlediği siyaseti harfiyen izlemeye yanaşmıyor. Dolayısıyla, Trump’ın Çin aleyhtarı siyasetinin ne oranda başarılı olacağını öngörmek mümkün değil.