İmparatorluklar geri mi dönüyor?
Eski siyasi yapılar zayıflama belirtileri gösterirken, bildiğimiz dünya düzeni de değişme yoluna girdi. İngiltere ve Fransa gibi geleneksel sömürgeciliğin ağır topları ve bir ölçüde de ABD dünyadaki nüfuzlarının azaldığına şahit oluyorlar. Acaba yeni yükselen güçler, daha öncekilerden esinlenip imparatorluğa dönüşme eğilimi sergileyecekler mi?
21. yüzyılda imparatorluk olmak ne anlama geliyor?
İsterseniz önce tarihte “imparatorluk” neydi ona bakalım, sonra bu deyimin 21. yüzyılda kullanılmasının uygun olup olmadığına eğilelim. Tarihi açıdan imparatorluklardan söz ederken başka halkların yaşadığı toprakları fetheden, onları vergilendiren, kaynaklarını sömüren, getirisini kendi amaçları için kullanan siyasi yapılardan söz ediyoruz. Bu türden imparatorluklar artık yok. Onların yerini başka ülkeler üzerinde iktisadi ve siyasi hakimiyet kuran ülkeler almış bulunuyor. Aralarında bazıları diğer ülkeler üzerinde kültür egemenliğine da sahipler veya bunu kurabiliyor ve/veya siyasi-iktisadi güçlerini ülke dışında askeri güç bulundurarak takviye edebiliyor. Denizaşırı ya da kara üzerinden toprak fethetmekle uğraşan imparatorluklar devri çoktan kapanmış bulunuyor.
Şimdilerde ülkeler arası ilişkilerde üzerinde durulan temel nitelik iktisadi sömürü, doğal kaynakların istismarı, emeğin sömürülmesi vs. Ancak, tarihi imparatorluklar da bunun peşindeydiler. Günümüzün güçlü devletleri de benzer amaçları güder görünüyorlar. Galiba aralarına pek fark yok?
Günümüzdeki siyasal düzenleri imparatorluklarla kıyaslayacak olursak, diğer toplumlar üzerinde egemenlik kurmanın başlıca yolunun artık iktisadi olduğunu teslim etmemiz gerekecektir. Rusya ve Çin gibi şimdilik istisnai görünen birkaç toplumda, iktisadi araçlar yanında zor kullanımına da başvurulduğu görülüyor. Fakat bu “imparatorluklar” bile aşırı güç kullanımı yerine iktisadi ve kültürel entegrasyonu tercih ediyorlar.
Peki, Çin için neler söyleyebilir siniz? Gücünü daha çok iktisadi ve kültürel araçlarla hayata geçirmeyi, toprak edinmeye tercih ediyormuş gibi görünüyor. Bunu emperyal bir gidiş olarak niteleyebilir miyiz? Günümüzde gerilemekte olan İngiltere, Fransa ve bir ölçüde ABD gibi geleneksel güçler açısından neler diyebiliriz? Bu ülkeler, Çin’in kaydettiği gelişmeyi, hatta daha dinamik ve özgüveni güçlenmiş görünen Türkiye’yi nasıl görüyorlar?
Aslında gerek Rusya gerek Çin’in bazı toprak talepleri var. Çin Güney Çin Denizi’ndeki bazı takım adaların kendisinin olduğunu iddia ediyor. Rusya Kırım’ı topraklarına kattı. Bazıları Rusya’nın başka niyetleri de olduğundan kuşku duyuyorlar. Buna karşılık, Çin dış politikasında iktisadi unsurları öne çıkarıyor, örneğin Kuşak-Yol Projesi ile nüfuz alanını genişletmeye çalışıyor. Rusya ise, bir yandan Suriye, Libya ve Ermenistan’da askeri güç bulundururken, iktisadi alandaki etkisini boru hatları inşa ederek ve diğer ülkelerin Rusya piyasasına girişlerine izin vermekte seçici davranarak takviyeye çalışıyor. Özetle, Çin ve Rusya, Soğuk Savaş’ın sona erdiği döneme kıyasla iktisaden ve askeri bakımdan çok daha güçlü bir konuma gelmiş bulunuyorlar. Daha mütevazi bir ölçekte, Türkiye de geçmişe göre daha ağırlıklı iktisadi ve askeri güce ulaşmış durumda.
Üç ülke de, II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin yaptığı ve AB’nin ve özellikle Fransa gibi bazı AB üyelerinin günümüz koşullarında gerçekleştirmeyi düşlediği gibi, diğer ülkelerin ekonomisinde daha fazla söz sahibi olmayı ümit ediyorlar. Bu eski sömürgeci güçler bir yandan Rusya ve Çin’in, diğer yandan çok daha mütevazi çapta da olsa Türkiye’nin, Orta Doğu örneğinde görüldüğü gibi, kendilerine ait bir oyun alanı olarak gördükleri bölgelerde daha aktif oyuncular haline gelmelerini rahatsız edici buluyorlar.
Bu günlerde sık sık eski dünya düzeninin sona ermekte ve yeni bir dünya düzeninin oluşmakta olduğundan söz ediliyor. Oluşmakta olan yeni düzenin bir tür yeni emperyalizmi getireceğini söyleyebilir miyiz?
Henüz nasıl bir yeni düzenin oluşacağını bilmiyoruz. Bildiğimiz tek husus geçmişin hakim güçlerinin eski nüfuzlarını sürdürmelerinin artık mümkün olmayacağıdır. Bu durum, dünyanın yönetişimi, dünya ekonomisinin düzenlenmesi ve dünya güvenlik sistemlerinin düzenlenmesi dahil birçok alanda ayarlamalar yapılmasını zorunlu kılmaktadır. Ümit edeceğimiz tek husus, bu değişikliklerin gerçekleştirilmesi için bir savaşa başvurulmamasıdır. Geçmiş dönemlerde küresel sistemde önemli değişiklikler genellikle savaşlar aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Ancak günümüzde savaşların maliyeti o kadar ağırlaşmıştır ki, dünya düzenini bu akıl dışı yoldan değiştirmeye kalkışmak sadece düzenin değişmesini engellemeye çalışanlar değil, değişikliği gerçekleştirmek isteyenler açısından da yıkıcı olacaktır.
Bildiğimiz tek husus geçmişin hakim güçlerinin eski nüfuzlarını sürdürmelerinin artık mümkün olmayacağıdır.