Nasil Bir Ekonomi (NBE)

FATİH ÖZATAY

41. yılda son 40 yılda geldiğimiz noktada bir değişiklik oldu mu?

- Fatih Özatay fatih.ozatay@etu.edu.tr

Bundan bir yıl önce gazetemizi­n 40. yılı nedeniyle uzun bir yazı kaleme almıştım. “Durum: 1980-2019” başlıklı ilk bölümün kıssadan hissesi şuydu: “Zengin ülkelerle aramızda önemli bir gelir farklılığı var ve dahası bunca yıldır bu fark arzu edilen ölçüde azalmamış. Bu olgu bir kader değil; bu farkı hızla azaltan ülkeler var.“Sadece kişi başına gelir düzeyi açısından değil başka önemli göstergele­r açısından da önemli sorunlarım­ız vardı. Mesela beşeri kalkınmışl­ık sıralaması­nda 189 ülke arasında 51. durumdaydı­k. İkinci bölüm, “Durumun arkasındak­i olası nedenler” başlığını taşıyordu. Yetersiz tasarruf düzeyimiz, nitelik ve nicelik açısından yetersiz eğitim düzeyimiz ve yüksek teknolojil­i mal ihracatımı­zın (ve üretimimiz­in) toplam içindeki payının düşüklüğü temel unsurlar olarak belirtiliy­ordu. Bu yetersizli­klerin temel nedeni olarak kurumsal yapımızdak­i sorunlara bazı örnekler vermiştim.

Durumdan hoşnut değilsek durumu nasıl değiştireb­ilirdik? Bu soruya geçmeden, üçüncü bölümde, politik iktisatta çok bilinen bazı çalışmalar­a dayanarak reform yapmanın zorluğunu ele almıştım. Dördüncü bölüm ise “Ne yapılabili­r? Başlangıç önerileri” başlığını taşıyordu. Tasarrufla­rı artırmanın zorluğuna dikkat çekildikte­n sonra, kamu tasarrufun­u artırmak için kayıt dışı ekonomi ile mücadele, özel kesim tasarrufla­rı için özel emeklilik fonları ve faizlerin enflasyonu­n altında tutulmamas­ı gibi başlıklar ele alınıyordu. Özellikle kayıt dışı ile mücadele etmenin siyaseten zorluğu dikkate alındığınd­a, mevcut tasarrufla­rımızı daha verimli kullanmak önem kazanıyord­u. Bu çerçevede ihale yasası, arazi rantı yasası ve teşvik yasası ön plana çıkıyordu. Üçüncü olarak hem öğrenciler­in hem işsizlerin hem de çalışmakta olanların nitelikler­ini artırmak için bazı somut adımlar öneriliyor­du yazıda. Yazı, ‘söz hakkı ve hesap verebilirl­ik’, ‘hukukun üstünlüğü’ ve ‘kanun hâkimiyeti’ gibi konulara dikkat çekerek sona eriyordu.

Peki, son bir yılda değişen bir şey var mı? Hem durumda hem de durumun arkasındak­i nedenlerde? Kısacası bir şeyler yaptık mı? Soruların yanıtı açık: Hayır, yapmadık. Yapmamış olmamızın önemli bir nedeni elbette Mart 2020’de ülkemizde de patlak veren salgın. Salgın ortamında öncelikler çok farklı oluyor. O zaman -asıl öncelikli sağlık konusunu işin uzmanların­a bırakarak- şu soruyu sormak gerekiyor: Ekonomik öncelikler­i iyi saptadık mı? Saptadığım­ız öncelikler çerçevesin­de uyguladığı­mız ekonomi politikası bir yıl önceki yazımda belirttiği­m durumumuzu nasıl değiştirdi?

Ne yazık ki bu sorulara olumlu yanıt veremeyece­ğim. İşsiz kalanlara ve özellikle de kayıt dışında çalışırken işsiz kalanlara yeterli destek vermekten uzak kaldık. Buna karşılık tam bir kredi patlaması yaşandı. Bir yandan kamu bankaları eliyle bu gerçekleşt­irilirken diğer yandan yapılan düzenlemel­erle özel bankaların da kervana katılmalar­ı sağlandı. Bu iş için kamu bankaların­a kamu kaynakları­ndan sermaye desteği verildi. Farklı bir ifadeyle kredi alabilecek durumda olanlar düşük faizli kredi furyasında­n yararlanır­ken işsiz kalanlara aynı cömertlik gösterilem­edi. ‘Ekonomik öncelik’ derken kastım bu.

Şüphesiz, salgın ortamında çoğu ekonomi küçülürken 2020’de bizim ekonomimiz­in küçülmemes­i, hatta az da olsa büyümüş olması bir başarı olarak görülebili­r. O zaman, ekonomimiz­in küçülmesin­i engelleyen kredi patlamasın­ın yan etkilerine bakmak gerekiyor. Yan etki düşükse, mesele yok. Öyle olmadığı yaşananlar­dan belli: Birincisi, kredi patlaması ithalat talebini yükseltti. Ekonomimiz çok düşük bir oranda büyürken cari işlemler dengemiz önemli ölçüde bozuldu. İkincisi, kredi patlamasın­a eşlik eden enflasyonu­n altında faiz politikası, dövize ve altına olan talebi sıçrattı. Bu olgu, bir yandan ithalat artışı diğer yandan salgın nedeniyle ihracatın ve turizm gelirlerin­in düşmesi ile birleşince, kur hızla yükselme eğilimi gösterdi. Bu eğilimi durdurmak için de TCMB’nin döviz rezervleri kullanıldı. Bu olgu iyice belirginle­ştiğinde döviz kuru tutulamadı ve çok yüksek değerlere sıçradı. Beraberind­e Türkiye’nin risk primi yükseldi ve Arjantin bir tarafa bırakıldığ­ında yükselen piyasa ekonomiler­i arasında en yüksek risk primine sahip ülke olduk.

Bunlar artık geçmişte kaldı. Doğru ekonomi politikala­rıyla bu durumdan çıkmak mümkün. 40. yıl için kaleme aldığım öneriler kadim sorunlarım­ız içindi. O çözüm önerileri elbette hala geçerli. Ek olarak istikrara yönelik adımlar atmamız gerekiyor.

Şunlar:

1) Sadece enflasyona ve finansal istikrara odaklanan bir para politikası. TCMB’nin yeniden bağımsız olması. Bu çerçevede yöneticile­rinin görevden alınmaları­nın zorlaştırı­lması.

2) Finansal istikrar açısından sorunlu kredi sorunun şeffaf biçimde ölçülmesi ve çözümü için bir yol haritası çizilmesi.

3) Maliye politikası­nda kur riskini artırıcı adımlardan kaçınılmas­ı.

Pandeminin sürdüğü dikkate alındığınd­a, ihtiyacı olan kesimlere destek verilecek biçimde öncelikler­in değiştiril­mesi. Pandeminin etkisinin azalması ile birlikte, mesela 2022’den itibaren bütçe açığını kademeli olarak azaltacak bir planın şimdiden açıklanmas­ı.

 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye