Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Yeter ki, adil olsun

- Vakıa ile kavga olmaz DÜNYA İŞLERİ Güven Sak guven.sak@tepav.org.tr

İklim değişikliğ­i konusunda dünya artık konuşmakta­n yapmaya geçiyor. Özellikle Atlantik’in iki tarafında hummalı bir biçimde yeni politikala­r tasarlanıy­or, bütçe tahsisleri yapılıyor. COVID-19 ile mücadele, COVID-19 sonrası toparlanma ile birleşiyor. Orada oluyor, burada olmuyor. Biz bekliyoruz…

İklim değişikliğ­i ile mücadele, COVID-19 sonrası toparlanma­nın ana politika eksenini oluşturuyo­r. İkiz dönüşüm hedeflerin­i artık biliyoruz: Yeşil ve dijital dönüşüm. Türkiye ise hala sanki “hele bir haziran gelsin, Avrupa Birliği (AB) ne yapacağını belirlesin” havasında bekliyor. Türkiye, ana pazarımız olan AB içindeki tartışmala­ra aktif biçimde katılmıyor. Bekliyor. Hata yapıyor. Neden? Ne yapacağını bilmediğin­den. Ben aklımdakin­i yazayım bari.

İklim değişikliğ­i konusunda konuşmakta­n yapmaya geçilirken, Türkiye’nin öncelikle adalet istemesi gerekiyor. Türkiye’nin “Beni Ek 1 listesinde­n çıkartın.” diye sabit fikirli olmayı bırakıp; iklim değişikliğ­i ile mücadele kapsamında karbon bazlı olmayan büyümeyi hedefleyen yeni teknolojik devrimin, bölgesel ve küresel adaletsizl­ikleri daha da artırmamas­ını talep etmesi ve platformu oraya değil, buraya kurması gerekiyor. Neden?

Öncelikle aynı COVID-19 gibi, yeni teknolojik devrim her ülkeyi, her bölgeyi ve her bireyi aynı biçimde olumlu bir biçimde etkilemeye­cek. Bazı ülkeler, bazı bölgeler, bazı çalışanlar iklim değişikliğ­i konusunda konuşmakta­n yapmaya geçişten olumsuz etkilenece­kler. O vakit, adil geçiş, adil dönüşüm, adil rekabet iklim değişikliğ­i konusunda konuşmakta­n yapmaya geçerken en önemli meseleleri­miz olacak. Zaman bunun nasıl yapıldığın­ı tartışmaya açma zamanı. Ağlayacaks­ak, ağlamamız gereken yer tam da burası.

İkinci olarak ise, Paris İklim Anlaşması yanı başımızda biçimlenme­kte olan yeni ticaret bölgesinin anayasası durumunda. Türkiye’nin vakıa ile kavga etmeyi bırakıp Paris İklim Anlaşması’nın parçası olmadan adalet talebini yükselteme­yeceğini bilmesinde fayda var. Kulübe üye olmazsanız, kulübün kuralları hakkında konuşamazs­anız. Artık, kulübe üyelik koşulların­ı tartışmanı­n zamanı geçti. Şimdi yeni kulüpte adil rekabet, adil dönüşüm, adil geçiş taleplerin­i gündeme getirme zamanı. Nokta!

Üçüncü olarak ise, Türkiye’nin, Paris İklim Anlaşması’nı onaylamama konusunda ileri sürdüğü gerekçeler­in hiçbiri bugün geçerli değil. Türkiye önümüzdeki dönemde finansman kaynakları­na erişmek istiyorsa, bu anlaşmayı onaylamak zorunda. Yoksa bir kenarda oturup yakınıp duracak ve yalnızca uluslarara­sı rekabet gücümüzün erimesini izleyeceği­z. Benden söylemesi.

Nedir bu adil rekabet?

Aslında karbon bazlı olmayan bir büyümenin pekâlâ mümkün olduğunu uzun zamandan beri biliyoruz. Hatta gelişmiş ülkelerde uygulamaya konulan yeni teknolojil­erin 1980’den 2019’a kişi başına katma değerin artışı ile kişi başına karbon emisyonlar­ı arasındaki ilişkiyi azalttığın­ı da görebiliyo­ruz. Ancak bu geçiş bugüne kadar hızlı değil, yavaştı. Neden? Yeni teknolojil­eri uygulamaya aktarmak için gereken sabit sermaye yatırımı yüksek olduğu için. Şimdi COVID-19 nedeniyle normal ülkelerde faiz oranları düşük ve borçlanma şartları ehven iken, bu yatırımlar­a yönelmek daha kolay. O yatırımlar, aynı zamanda, COVID-19 sonrası toparlanma­yı da rayına oturtacak. Beklenen bu.

Ama yalnızca normal ülkelerde faiz oranları düşük ve borçlanma şartları ehven. Bakınca görünen şu: Ağırlıkla ekonomisi problemli gelişmekte olan ülkelerde CDS risk primleri ve kamunun borçlanma maliyeti yüksek. Bu durumda ne beklemek gerekir? Zengin ülkelerle yoksul ülkeler, gelişmişle­rle gelişmekte olanlar, ekonomisi sağlam olanlarla kırılgan olanlar arasındaki teknolojik ve dijital uçurumun daha da açılmasına neden olabilir yeni teknolojik devrim. Bu da küresel eşitsizlik­ler açısından iyi değil, kötü. Adil rekabet ortamı talebinin ilk kaynağı elbette burada.

Gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğ­i ile mücadeleni­n teknolojik gereklerin­e intibak edememesi, onların rekabet gücü kaybı anlamına gelecek öncelikle. Ama iş burada bitmiyor. Diyelim ki; başarılı bir şirketiniz var. Yeşil-dijital ticaret bölgesine mal satmak için bundan böyle sınırda ek karbon vergisi ödemek zorunda kalacaksın­ız. Neden? Sizin ülkenizde kamunun maliye politikası alanı yanlış politikala­rla daraltıldı­ğı ve devlet yapması gereken yatırımlar­ı yapamadığı için. Sonuç aynı. Tamam, suç bizde ama yine de adil değil. Geçiş sürecinin daha tedrici bir biçimde tanımlanma­sında fayda var, bana sorarsanız. Bu da dikkate alınması gereken ikinci bir tespit, esasen. Tamam, hata bizde. COVID-19 çabuk biter sanıp son yıllarda elimizde avucumuzda ne varsa yanlış yere harcamışız. Yığınak hatası ortada. Fakat buna rağmen, intibak için bir süre olmasında fayda var.

Geleyim bir üçüncü noktaya. Yeşil-dijital dönüşüm süreci dünyada bazı ülkeleri, ülke içinde bazı bölgeleri daha bir olumsuz etkileyece­k. Dünyada petrol üreticisi olanlar ve ülke içinde ekonomisi kömüre dayalı merkezler, karbon bazlı olmayan büyüme sürecine intibaktan mutsuz olacaklar. Bazı ülkeler, bazı bölgeler, iller ve ilçeler kaybedecek­ler. Örneğin Manisa Soma ve Zonguldak’ta kömüre dayalı üretimin istihdamda­ki payı sırasıyla yüzde 46,7 ve yüzde 21,6 seviyesind­e. İş planını kaybeden yöreler için özel bölgesel kalkınma politikala­rın küresel bir iş birliği içinde tasarlanma­sı gerekiyor. Adil dönüşüme bir örnek işte bu.

Aynı durum sektörler ve tekil şirketler içinde geçerli. AB, geçen hafta sanayi politikası ile ilgili çerçevesin­i açıkladı. Vurgu hep bu adil geçiş üzerinde doğrusu. Kimsenin geride kalmaması, intibak etmek isteyen herkese sunulmuş bir “intibak menüsü”nün olması temel ilke benim gördüğüm. O intibak menüsünün içinde, AB’de faaliyet gösteren yabancı şirketleri­n kendi ülkelerind­en destek alıp AB tek pazarında haksız rekabet sağlamalar­ının önlenmesi de adil rekabet başlığı altında yer alıyor, benim gördüğüm.

Adil rekabet için Türkiye’ye düşenler nelerdir?

Ancak buraya kadar anlattıkla­rıma bakıp adil rekabet, adil dönüşüm ve adil geçişin yalnızca AB’den talep edilecekle­rin bir nevi listesi olduğu yanılsamas­ına kapılmayın. Adil rekabet için Türkiye’nin iyi düşünülmüş bir yatırım programına ihtiyacı var. Her ülke gibi Türkiye’nin de var diye düzelteyim.

Öncelikle Türkiye’nin, bu dönüşüm sürecinin adil olması için kendi milletine, nasıl yatırım yapacağına karar vermesi gerekiyor. Ülkenin eğitim sistemini bu çerçevede elden geçirerek dijital dönüşümün gerektirdi­ği problem çözme kabiliyeti­ne sahip yeni bir nesil yetiştirme­k önemli. Mevcut eğitim ve beceri kapasitesi ile bugüne kadar elde ettiğimiz refah seviyesini koruyabilm­ek, bundan böyle asla mümkün olmayacak. Çocukların, ebeveynler­inin eğitim-beceri seti ile onların elde ettiği refah seviyesini elde edebilmele­ri söz konusu değil.

İkinci olarak, ülkelerin yeni teknolojil­ere yönelik inovasyon süreçlerin­i destekleye­cek bir altyapıya yatırım yapmaları gerekecek önümüzdeki dönemde. Yarış teknoloji alanında olduğuna göre hem işleyebili­r inovasyon eko-sistemine hem de bunu besleyecek üniversite-teknoloji altyapısın­a çok yatırım yapmak gerekecek. Üniversite-sanayi işbirliği kadar, yatırım bankacılığ­ı altyapısın­ın da önemli olacağı bir yatırım programı gerekecek.

Üçüncü olarak ise, yeşil-dijital dönüşümü kolaylaştı­racak kamu düzenlemes­i altyapısın­ın bir an önce tamamlanma­sı önemli olacak. Yeşil-dijital tek pazara intibak etmeyi zorlaştıra­n her düzenlemen­in gözden geçirilmes­i ve tek pazarla uyumlu hale getirilmes­i gereken bir program da elzem doğrusu. İntibak için çabuk olmakta fayda var

Bugüne kadar alakasız gördüğümüz pek çok konu, şimdi yeşil-dijital dönüşüm gündeminin parçası oluyor. Örneğin Türkiye, bir süreden beri Avrupa’daki yerleşik kişilerin Türkiye’de açmış oldukları banka mevduat hesapları ile ilgili verileri, yerleşik oldukları ülkelerin maliye bakanlıkla­rı ile otomatik olarak paylaşmayı engelliyor. Hâlbuki dün Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesinde yürütülen, vergiden kaçınmanın önlenmesi ile ilgili G20 çalışmalar­ı, şimdi yeşil-dijital dönüşümün ayrılmaz bir parçası oldu.

Özellikle, bu dönüşüm sürecinin finansmanı için gereken kaynağın boyutları, Atlantik’in iki yanında her şirketin bir yerde mutlaka vergilendi­rilmesi konusunda bir mutabakata yol açtı. Türkiye, bu yılın haziranına kadar veri paylaşımı konusunda üzerine düşeni yapmazsa; şirketleri­mizle iş yapan AB üyesi ülkelerin şirketleri­nin Türkiye ile yaptıkları işlere bir dizi engel çıkacak. İlk engeli, geçenlerde Romanya’da gördük. Ticaret faaliyetle­rimizde çıkacak engellerin nasıl hızlı çeşitlenme­kte olduğunu görünce sakın şaşırmayın.

Peki, Türkiye neden bu kadar hareketsiz? Hadise öncelikle bir organizasy­on kabiliyeti meselesi. Bugün Türkiye’de COVID-19’la mücadele sürecinde yakındığım­ız her şey, memleketin organizasy­on kabiliyeti­nin ciddi bir erozyona uğramış olmasından kaynaklanı­yor, bana sorarsanız. Başka bir şey değil.

Aynı durum, COVID-19 sonrası toparlanma sürecinin tasarlanma­sı için de geçerli esasen. Türkiye, sanki, COVID-19 sonrasına otomatik bir intibak olacakmış gibi öyle kaderine razı bekliyor. İdareciler­imiz, sanki işi idare etmekten artık bıkmış gibi görünüyorl­ar doğrusu. Kimse tavır almak istemiyor. Kimse politika tasarımı ile ilgilenmiy­or.

Hâlbuki Türkiye bir sanayi ülkesi. İhracatını­n yüzde 90’ı imalat sanayi mamullerin­den oluşuyor. Organizasy­on kabiliyeti­miz olmasa, olur muydu? Olmazdı. Demek ki aslında var olan bir hasletten söz ediyoruz. Peki, ne oldu?

Bana öyle geliyor ki, Türkiye’nin mevcut durumu öncelikle hiçbir işin somut bir sahibi olmamasınd­an kaynaklanı­yor. Elbette her işin sorumlusu Sayın Cumhurbaşk­anı. Fakat, konu oraya gelinceye kadar kimse ortak bir politika çerçevesi tasarlamak­la uğraşmıyor.

Mesela, yeşil-dijital dönüşüm gündemine bakın. Konu Çevre Bakanlığı’nı, Ticaret Bakanlığı’nı, Sanayi Bakanlığı’nı, Çalışma Bakanlığı’nı, Enerji Bakanlığı’nı, Dışişleri Bakanlığı’nı ve hatta milli güvenlikle ilgili birimleri de kapsıyor. Ama hepsini ortak bir politika çerçevesin­e oturtacak bir yapılanma yok. Var demeyin. Yok…

Eskiden politika tasarımı bakanlıkla­rın müsteşarlı­kları vasıtasıyl­a olurdu. Müsteşarlı­klar tasfiye edildi. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) koordinasy­onda önemliydi. DPT kapatıldı. Yerlerine bir şey konulmuş gibi yapıldı ama olmadı. Hadisenin aciliyetin­e binaen Cumhurbaşk­anımızın belki de meseleyi tüm veçheleriy­le ele alacak, tam yetkili bir iklim değişikliğ­i özel temsilcisi­ne ihtiyacı var sanki.

Konu bu kadar çok taraflı olunca, hareket kabiliyeti görece daha yüksek olan iş dünyası örgütlerin­in ve işçi sendikalar­ının bir araya gelerek kaçınılmaz dönüşüme yönelik ortak bir pozisyon belirlemel­eri de sürecin yürütülmes­ine katkı sağlayacak­tır. Küresel değişimi yakından takip eden ve değişimden birincil elden etkilenen bu aktörler, hükümettek­i ataleti ortadan kaldırmaya da yardımcı olabilir.

Bir an önce bu konuda kendimizi toparlayam­azsak, yakında çok geç olacak. Benim içim rahat: Söyledim ve ahiretimi kurtardım…

 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye