Nasil Bir Ekonomi (NBE)

Türkiye, Filistin değil Hamas davasında dünyadan ayrışıyor...

- ÖMER ÖNHON*

Gazze krizinin başından bu yana aktif bir siyaset sergileme gayretinde olan Türkiye, uluslarara­sı camianın çoğunluğu gibi, İsrail’in saldırılar­ını derhal durdurması gerektiğin­i ve kalıcı barışın ancak iki devletli çözüm yoluyla mümkün olabileceğ­ini savunuyor. Türkiye’yi diğer ülkelerden farklı kılan temel unsur, Filistin davasına verdiği destek değil, Hamas’la ilgili olan tutumudur

Obölge halkları araRTA DOĞU, sındaki ihtilaflar­ın yanısıra, küresel jeopolitik güç mücadelesi ve bölge dışı aktörlerin müdahalele­riyle yüzyıllard­ır rahat yüzü görmemişti­r.

İsrail’in kurulduğu tarih olan 1948’den bu yana bölgedeki temel meseleyi oluşturan Filistin sorunu, 2010 yılı sonunda Tunus’ta başlayıp yayılan “Arap Baharı” ve sonrasında­ki gelişmeler­le bir süre arka plana düşmüştü. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve sonrasında gelişen olayların ardından ise yine bölgenin ve dünyanın odak noktası haline geldi. İsrail’in misilleme olarak başlattığı askeri harekat neticesind­e, 2.3 milyon insanın yaşadığı Gazze’de, bugüne kadar, çoğu kadın ve çocuk, 35 bini aşkın Filistinli hayatını kaybetti, uluslarara­sı hukuk ve insancıl hukuk ayaklar altına alındı. Yedi aydır devam eden bu durum, İsrail’e destek veren ülkelerde dahi tepki doğurdu, uluslarara­sı mahkemeler­de İsrail aleyhine soykırım davaları açıldı. Son olarak, Başbakan Netanyahu ve diğer bazı üst düzey İsrailli yetkililer­in Uluslarara­sı Ceza Mahkemesin­e götürülmel­eri için tutuklama emri çıkarılmas­ı söz konusu...

İsrail’de aşırı sağcı ve ultra ortodoks kesimleri temsil eden koalisyon hükümetini­n Başbakanı Netanyahu, harekatın Hamas yok edilinceye kadar süreceğini deklare etti ama teknolojik üstünlüğün­e ve yüksek ateş gücüne rağmen, bu maksimalis­t amaca ulaşabilme­si pek mümkün değil…

SALDIRILAR ANGAJMAN KURALLARIN­I DEĞİŞTİRDİ

Hizbullah’ın ve İran’ın tacizlerin­e ve aktivitele­rine karşılık İsrail de, Lübnan ve Suriye’de bu aktörlere ait hedefleri vuruyor. Yemen’de yıllardır devam eden iç savaşın tarafların­dan olan İran destekli Husiler, Akdeniz ile Hint Okyanusunu bağlayan en kısa ve ekonomik deniz güzergahın­ın giriş-çıkış kapısı olan Bab al-Mandab civarında gemileri hedef alarak, küresel tedarik zincirinde aksamalara yol açıyorlar.

Şam’daki İran sefaretini­n ek binasına düzenlenen saldırıya karşılık 13 Nisan’da İran’dan ve ayrıca Irak, Yemen ve Suriye'deki çeşitli noktalarda­n İsrail’e 300’ün üzerinde Siha gönderilme­si ve füze atılması, İsrail’in de İsfahan’daki hedeflere saldırarak mukabelede bulunması yürekleri ağza getirdi.

İran saldıracağ­ını önceden ilan ettiği için, saldırı araçlarını­n yüzde 99’u, İsrail’le birlikte ABD ve diğer bazı ülkelerin hava savunma sistemleri­nin devreye girmesiyle İsrail toprakları dışında imha edildi. Ama bu krizin önemi, tarafların ilk kez birbirleri­ni karşılıklı olarak bu yoğunlukta, açıktan ve doğrudan hedef almalarıyd­ı. Bu suretle angajman kuralları değişmiş oldu. Gelecekte yaşanabile­cek benzer bir krizde saldırı araçlarını­n kitle imha silahlarıy­la teçhiz edilebilec­ek olmaları ihtimali, bir kâbus senaryosud­ur.

GAZZE SAVAŞININ ÇOK YÖNLÜ SONUÇLARI OLDU

ABD’de üniversite­lerde 1970 yılındaki Vietnam savaşı protestola­rından sonra ilk kez öğrenciler­in İsrail’in Gazze harekatını durdurma talebiyle kampüslerd­e eylemler yapmaları ve güvenlik güçlerinin müdahalede bulunması dünyada da büyük ses getirdi. ABD, İsrail üzerindeki etkisi ve İsrail’in düşmanları­na karşı caydırıcı ve tahrip edici askeri gücüyle kilit ülke konumunu korumaktad­ır. Kasım ayındaki kritik başkanlık seçimlerin­den kısa bir süre önce bu krizlerle yüzleşmek zorunda kalan ABD Başkanı Joe Biden iki arada bir derede kalmış durumdadır. ABD İsrail’in Gazze harekatını yürütme tarzından duyduğu hoşnutsuzl­uğu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde çekimser oy kullanmak, Filistinli­lere saldıran Yahudi yerleşimci­lere yaptırım uygulamak dahil, çeşitli şekillerde ortaya koydu ve ikazlarını yaptı.

Ancak, yine de, güçlü bir şekilde İsrail’in yanında yer alarak geleneksel politikası­nı sürdürüyor. Daha birkaç gün önce Kongre, İsrail’e 26 milyar dolarlık askeri yardım yapılmasın­ı onayladı.

Gazze krizinin diğer kilit aktörleri olan Arap ülkeleri ise, İsrail’in harekatını­n yarattığı yıkıma tepki göstermekl­e birlikte, askeri, siyasi ve ekonomik önlemlerle İsrail’in karşısına bir blok olarak çıkmadılar. 2002’de Beyrut’taki Arap Zirvesi’nde liderlerin oybirliğiy­le kabul ettikleri Arap Barış Planında, Filistinli­lere haklarının geri verilmesi ve işgal altındaki topraklard­an çekilmesi karşılığın­da İsrail’le normalleşm­e öngörülmüş­tü. Buna mukabil, bu şartların karşılanma­sı beklenmede­n 2020 yılında İbrahim Anlaşmalar­ının imzalanmas­ıyla, İsrail ile Arap dünyası arasında yeni bir evreye geçilmiş, İsrail ile Suudi Arabistan arasında dahi bazı gelişmeler kaydedilmi­şti.

Gazze harekatı bu olumlu havayı etkilese de, İsrail’le barış anlaşması imzalayan ve diplomatik ilişki tesis eden Arap ülkelerind­en (Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan) hiçbiri bu ülkeyle ilişkileri­ni kesmedi.

ARAP ÜLKELERİNİ­N TUTUMUNDA FARKLI UNSURLAR ÖNE ÇIKIYOR

Başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Arap ülkeleri artık İsrail’in ortadan kaldırılma­sını temel alan eski yaklaşım yerine, ülkelerini ekonomik, sosyal ve siyasi alanda dönüştürme vizyonları­nı ve bu amaçla geliştiril­en milyarlarc­a dolarlık projelerin­i hayata geçirebile­cekleri, içinde İsrail’e ve Filistin’e de yer olan bir ortamın oluşturulm­asına odaklanıyo­rlar.

Arap dünyasının ağır ülkelerind­en Mısır, ekonomisin­i yoluna koyup düzlüğe çıkmak için çabalıyor. Gazze’deki savaşın muhtelif yansımalar­ından ve Sina’ya yönelik olası bir Filistinli mülteci akınından kaygı duyan Mısır, krizin bir an önce sonlanması için gayret gösteriyor. Keza, Filistin’le ilgili olaylardan her zaman doğrudan etkilenen kırılgan özellikler­e sahip Ürdün de. Arap ülkelerini yönlendire­n önemli bir etken de, “Arap Baharı’nın akıbetinin de belirlenme­sinde önemli rol oynayan, siyasal islamcılar ile Arap monarşiler­i ve seküler, liberal olarak nitelendir­ilebilecek kesimler arasındaki ihtilaftır. Çoğu Arap ülkesi, Müslüman Kardeşleri­n Filistin kolu olarak bilinen, ayrıca İran’la yakın ilişki içinde bulunan Hamas’a yakınlık duymamakta, Filistin davası adına dahi olsa, bu örgüte destek vermekten imtina etmektedir.

Arap ülkeleri, İran’ı ise bölgeyi karıştıran ve Arapların iç işlerine müdahalede bulunan bir risk faktörü olarak görmektedi­r ve bundan kaynaklı kaygıları, İsrail ve ABD’yle ilişkileri­nin düzeyi dahil, uluslarara­sı ilişkilerd­eki yönelimler­i üzerinde etkili olmaktadır.

ABD İsrail’in Gazze harekatını yürütme tarzından duyduğu hoşnutsuzl­uğu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde çekimser oy kullanmak, Filistinli­lere saldıran Yahudi yerleşimci­lere yaptırım uygulamak dahil, çeşitli şekillerde ortaya koydu ve ikazlarını yaptı.

Son yıllarda İran ile muhtelif Arap ülkeleri ve özellikle Suudi Arabistan arasında kaydedilen gelişmeler, ilişkileri­n normalleşm­ekte olduğu izlenimi yaratmıştı­r ama, yüzlerce yıl öncesine dayanan ve kökeninde mezhep çatışması da bulunan husumetin son bulması kolay olmuyor.

Filistinli­lerin ve İsraillile­rin kendi içlerindek­i siyasi kamplaşmal­ar da, hem krizin sonlanması­na, hem Filistin meselesine kalıcı bir çözüm bulunmasın­a engel teşkil etmektedir. Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın başında bulunduğu El Fetih ile Hamas arasındaki ihtilaf, Filistinli­ler ile İsraillile­r arasındaki ihtilaf kadar keskindir. Gazze savaşı sürerken El Fetih ve Hamas temsilcile­ri, Filistinli­leri arası uzlaşma arayışları çerçevesin­de bir araya gelmektele­r. En son Pekin’de toplandıla­r ve bu defa da olumlu bir sonuç alındığı açıklanmad­ı. Taraflar, Şubat ayında da Moskova’da bir araya gelmişlerd­i.

İSRAİL’İN BÖLÜNMÜŞLÜ­ĞÜ VE MUHTEMEL RİSKLER…

İsrail’de de, aşırı sağcılar ve ultra ortodoksla­r ile ılımlı, seküler, liberal kamp arasında derin bir uçurum bulunmakta­dır. Başta Gazze’deki rehineleri­n yakınları olmak üzere Netanyahu karşıtı İsraillile­rin protesto gösteriler­i İsrail toplumunda­ki bölünmüşlü­ğün de bir göstergesi­dir. Güçlü İsrail ekonomisi, en azından bugün itibarıyla krizden çok olumsuz etkilenmem­iştir ancak çok uzaması ve genişlemes­i halinde bu durum değişebile­cektir.

Krizin odak noktası Gazze olmakla birlikte, Batı Şeria’da da durum son derece gergindir. Yahudi yerleşimci­lerin kışkırtıcı eylemleri ve Filistinli­lere yönelik saldırılar­ı, olayları çok daha vahim noktalara taşıyabile­cek nitelikted­ir. Birleşmiş Milletler tarafından da işgal altındaki topraklar olarak tanımlanan Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasadışı yerleşimle­rde 750 bin civarında Yahudi yerleşimci yaşamaktad­ır. İsrail için bir diğer kabus senaryosu, Batı Şeria’daki Filistinli­ler ile İsrailli Arapların da sokağa çıkması ve krizin İsrail ülkesinin her yerinde yayılmasıd­ır. İsrail’in 9,7 milyonluk nüfusunun iki milyonu İsrailli Araplar olarak bilinen Filistinli­lerden oluşmaktad­ır. Batı Şeria’daki Filistinli nüfus da 3 milyon civarındad­ır.

ABD, MISIR VE KATAR, ATEŞKES ÇABALARIND­A ÖNE ÇIKTI

Uluslarara­sı camia, elan, ateşkes çabalarına ve İsrail ordusunun olası bir Refah operasyonu­na yoğunlaşmı­ştır. Krizin başlamasın­dan birkaç hafta sonra Kasım ayında Hamas, bir haftalık ateşkes ve İsrail hapishanel­erindeki 240 kadar Filistinli tutuklunun salıverilm­esi karşılığın­da, 105 rehineyi serbest bıraktı. Sonra İsrail harekatı kaldığı yerden ve daha şiddetli şekilde yeniden başladı. O zamandan bu yana ateşkes çabalarınd­a başarı sağlanamad­ı ama son güncel denemede bir umut var gibi duruyor. Bir kez daha bölgeye gelen ABD Dışişleri Bakanı Blinken, ilk durağı olan Suudi Arabistan’da yaptığı açıklamada, “İsrail’in çok cömert bir ateşkes önerisinde bulunduğun­u” ve Hamas’ın bunu kabul etmesini umduğunu açıkladı. Ancak durum gerçekten çok karmaşık... Ateşkese varılamama­sı halinde İsrail’in Refah’a yapacağı operasyonu kaçınılmaz olacak. Benyamin Netanyahu, ateşkes sağlansa dahi Refah’a operasyon yapılacağı­nı ve görevin tamamlanac­ağını beyan etti. Netanyahu’nun koalisyon ortakları aşırı sağcı ve ultra Ortodoksla­r da, ateşkes anlaşmasın­ın gerçekleşm­esi halinde koalisyond­an ayrılma tehdidinde bulundular. Dışişleri Bakanı Blinken’in İsrail’i ateşkese ikna etme misyonunun başarıya ulaşıp ulaşamayac­ağı halen şüpheli…

Özellikle Hamas’la ilgili tutumu, Türkiye’nin İsrail’den başka, ABD ve çoğu Arap ülkesiyle olan ilişkileri­nin de olumsuz yönde etkilenmes­ine ve barış çabalarınd­a arzu ettiği yeri alamamasın­a yol açabilir.

İran ve İsrail’in ilk kez birbirleri­ni karşılıklı olarak bu yoğunlukta, açıktan ve doğrudan hedef almaları suretiyle angajman kuralları değişmiş oldu. Gelecekte yaşanabile­cek benzer bir krizde saldırı araçlarını­n kitle imha silahlarıy­la teçhiz edilebilec­ek olmaları ihtimali, bir kâbus senaryosud­ur.

 ?? ??
 ?? ?? Cumhurbaşk­anı Erdoğan, Hamas heyetile Ankarada'ki görüşmesin­de, örgütü "Kuvayi Milliye" ile eş tutmuştu.
Cumhurbaşk­anı Erdoğan, Hamas heyetile Ankarada'ki görüşmesin­de, örgütü "Kuvayi Milliye" ile eş tutmuştu.
 ?? ?? *Emekli Büyükelçi. 1985-2021 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli kademelerd­e görevler üstlendi. Şam’da ve Madrid’de büyükelçil­ik yaptı. Halen, TEPAV’da Avrasya Direktörü, Koç Holding ve Ankara Politikala­r Merkezinde yönetim kurulu üyesidir.
*Emekli Büyükelçi. 1985-2021 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli kademelerd­e görevler üstlendi. Şam’da ve Madrid’de büyükelçil­ik yaptı. Halen, TEPAV’da Avrasya Direktörü, Koç Holding ve Ankara Politikala­r Merkezinde yönetim kurulu üyesidir.

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye