National Geographic Traveler (Turkey)
Gezegenler Dizilince
Bir astronomi müptelası, Çek başkentinin gökbilimciler için adeta cennet olduğu bir çağı keşfediyor.
Haziran başlarında, havanın açık olduğu bir gece saat 10’da, ufak bir araba büyüklüğündeki bir teleskoptan gökyüzüne bakıyorum. Prag’ın Malá Strana mahallesini çevreleyen tepelerden birinde, Štefánik Gözlemevi’nin doğu kubbesindeyim. Kentin cıvıl cıvıl tarihi merkezinin aksine burada işler sakin. Lobkowicz Bahçeleri’nin tepesine kurulu gözlemevine fünikülerle geldim. İstasyonun hemen çıkışındaki gül bahçesinin içinden geçerken akşamın son ışıkları kırmızı, pembe ve beyaz gülleri aydınlatıyordu.
Şimdi tepemde kocaman bir yarıküre yükseliyor. Dev bir bisiklet tekerleğinin çubukları misali dönen çarkların gıcırtısını duya
“İşte! Jüpiter!” diye bağırıyor görevli Çek kadın. Uzaktaki iki çam ağacının arasından parlayan sabit bir parıltıya işaret ediyor. Heyecanla bakıyoruz, ta ki pek de sabit olmadığını fark edene kadar.
“Yok, uçakmış,” diyor. “Ama Jüpiter de aynen böyle görünüyor.”
15 dakika sonra tesisin daha da büyük batı kubbesinde nihayet Jüpiter’i yakalıyoruz. Aynı iki ağacın arasından yükseliyor. Merdivene tırmanıp mercekten bakıyorum ve gezegenin hayatımda gördüğüm en net görüntüsüyle burun buruna gelip ufak bir şok geçiriyorum. Simsiyah uzayda süzülen turuncu bir lolipopa benziyor. Görüntü o kadar keskin ki pürüzsüz yüzeyindeki iki bulut şeridini bile seçebiliyorum. Gezegenin üç uydusu da –Callisto, İo ve Europa– tuzu biberi oluyor.
Çevremdeki karanlıkta bir araya gelmiş dört beş kişiye göz gezdirince şaşıp kalıyorum. Neden burada daha fazla insan yok? Sonra hatırlıyorum ki bugün cumartesi. Ve birçok gezginin aklında gezegenler değil, bira var.
Prag gökyüzünü gözlemlemek için özellikle öne çıkan bir kent değil, ancak kent tarihinin astronomi ve astroloji ile ilgili kısmı, bu iki disiplinin birbirine karışmış olduğu bir dönem olan 17. yüzyıla dek uzanıyor. Sanata ve bilime kol kanat geren İmparator II. Rudolf’un döneminde Prag astronomlar, filozoflar ve simyacılar için bir vaha hâline gelmişti.
Bunlardan biri de, Katoliklikle bağdaşmayan inanışları nedeniyle 1600 yılında Avusturya’dan sürülen yetenekli matematik öğretmeni Johannes Kepler’di. Kepler Prag’a, gözlemci Tycho Brahe’nin çırağı olarak geldi (bu ikili, gözlemevinin yaklaşık bir kilometre ötesindeki bir bronz heykelle ölümsüzleştirilmiş durumda) ve Karl Köprüsü’nün dibindeki Karlova Sokağı numara dörtteki ufak bir dairede yaşadı. Ek iş olarak da mistik eğilimleri olan imparatora yıldız falları yazdı.
Kepler’in çığır açan metni Harmonices Mundi neredeyse tam 400 yıl önce yayımlandı. Bu eser, Kepler’in gezegenlerin güneş çevresinde çember değil elips hâlinde hareket ettiğini ortaya koyan gezegen hareketi incelemelerinin genişletilmiş hâliydi.
Bu eserin benim için daha büyük bir anlamı var: Bu metin “Kürelerin müziği” fikrini ortaya atıyordu. (“Dünya mi, fa, mi şeklinde bir müzik yaratıyor,” demişti Kepler.) Bu da bir ses terapisti olarak benim işimin temelini oluşturuyor. (Bedendeki akupunktur noktalarına “gezegensel ayar çatalı” adlı bir aleti uyguluyorum.) Kepler’in zamanının çoğunu, Harmonices Mundi’yi oluşturacak teorileri çalışmak üzere Prag’da geçirdiğini öğrenince bu kenti ziyaret etmem gerektiğine karar verdim.
Başta günümüz Prag’ının gürültülü biracılarını kentin köklü geçmişiyle bağdaştırmakta zorlandım. Kişiye özel turlar hazırlayan JayWay şirketinden rehberim Lenka, “Prag, Avrupa’nın kalbinde yer alıyor ve burada muazzam bir enerji birikimi var. İnsanlar duyarlı, bunu hissediyorlar,” diye açıklıyor. Başka bir deyişle zamanında filozofları buraya çeken güç, günümüzde ziyaretçileri çekenle aynı; yalnızca bunun farkında değiller.
Prag’ın en çok ziyaret edilen noktası Karl Köprüsü’ne bakın örneğin. 9 Temmuz 1357’de IV. Karl (metafiziğe eğilimli başka bir imparator) ilk taşın tam olarak sabah 05.31’de konmasını emretmiş, ki böylece uğurlu kabul edilen 135797531 palindromunu yakalamış olmuş.
Prag’ın kozmik kimliğinin ipuçlarına kentin dört bir yanında rastlamak mümkün. Eski Kent Meydabiliyorum.
nı’nda her saat başı çalan –ve fotoğraf düşkünü turistleri kendine çeken– devasa astronomik saat gibi kimi eserler gayet göz önünde. Üst üste binmiş gizemli çarklara, eski rakamlara ve göksel sembollere bakarken saati okumakta zorlanıyorum. Ama zaten bu yapı, bir saatten çok bir usturlab. Ön cephedeki yelkovan güneşin ve ayın Zodyak’taki yerini gösteriyor –tıbbi yardım almak veya yeni bir eve taşınmak için en uygun günü öğrenmek isteyen kent sakinleri için oldukça kullanışlı bir şey bu.
Öğleden sonrayı kentin merkezindeki eski, büyük bir Cizvit üniversitesi olan Klementinum’un içinde yer alan Astronomi Kulesi’nde geçiriyorum. 17. ve 18. yüzyıldan kalma astroloji aletleriyle dolup taşan bu yapı, kendini göklere adamış Prag’ın birçok açıdan son el değmemiş yeri. Günün son turuna katılıyor ve 25 kişiyle birlikte birlikte tek sıra hâlinde döner bir merdiveni çıkıyoruz. Kulenin ilk katı Çekya Ulusal Kütüphanesi. Spiral ahşap sütunları ve gökküre koleksiyonuyla bu salon 1722’den beri çok az değişmiş. Dumbledore’un kendisini burada bir büyü kitabı okurken görsem dahi pek şaşırmam.
Üst kattaki kutu biçimli Meridyen Odası’na geçiyoruz. Halihazırda aktif bir meteoroloji istasyonu olan bu odada zamanında Kepler’in çağdaşları çalışmış ve hokey sopası boyutundaki sekstantlarıyla gezegenlerin konumlarını ölçmüş. 50 basamak daha çıkınca kendimizi kulenin tepesinde buluyoruz. Prag’ın dört bir yanımızı çeviren kırmızı çatıları ve azizlerle bezeli kuleleri güneşin altın ışığına boyanmış.
İçimdeki astronomi meraklısına söz hakkı vermeseydim asla göremeyeceğim, unutulmaz bir manzara bu. Prag Kalesi’nden ve Aziz Nikolaos Kilisesi’nden daha az bilinen bu kule, bahsi geçen mekânları görme imkânı da sağladığı için onlardan daha doyurucu bir manzara sunuyor. Kuyruk beklememek de cabası.
Otele dönüş yolunda “Kepler Müzesi” yazan bir tabelaya rastlıyorum. Heyecanlı biçimde dar bir sokağa dalıyor, birkaç binayı geçiyor ama sonra kendimi bir çıkmaz sokakta buluyorum. Müze kapanmış ve ardında yalnızca avlusunda metal bir küre –ve üzerindeki yazı– kalmış: “Ubi materia ibi geometria.” Maddenin olduğu her yerde biçim de vardır.
Günümüzün “bira ve bisiklet” turlarına tezat biçimde gizli saklı bir Prag bulmak halen mümkün. Peşine düşerseniz kentin yıldızlarını bulmanız ve insanlığın güneş sisteminin gizemlerini anlamaya başladığı günlere tanıklık etmeniz işten bile değil.
ABD, Los Angeles’ta yaşayan ALEX SCHECHTER ( INS@earth2alexsound) hem serbest yazar, hem de bir ses terapisti olarak çalışıyor.