National Geographic Traveler (Turkey)
Mutluluk ve Spor Salonu
Bazen ihtiyacımız olan umut ışığına en umulmadık yerlerde rastlarız; örneğin Nijerya’da, Lagos’taki köhne bir spor salonunda.
NIJERYA’YA VARDIKTAN birkaç hafta sonra şunu fark ediyorum: Başarı benim sonum olacak.
Başarı’yı spor salonundaki ilk günümde fark etmiştim. Kapılardan sığmayacak omuzları, tişörtünün kollarından fırlayan bowling topu gibi pazularıyla fark edilmemesi olanaksızdı zaten. Başarı, önceki yaşamında Nijerya ulusal takımında yer alan, Afrika’nın dört bir yanındaki yarışmalara katılan amatör bir vücut geliştiriciymiş. Ta ki dizini kırana kadar. Bu aksilik ona pek engel olmamış; hâlâ korkunç bir bedene sahipti ve ağırlık kaldırırken bir lokomotifi andırıyordu.
Ama Başarı’nın şaşırtıcı derecede nazik bir yanı da vardı. Bir gün ayna önünde elim ayağıma dolaşarak ağırlık kaldırdığımı görünce yanıma gelip ellerini omzuma koydu. “Uçmaya çalışıyormuşsun gibi düşün,” dedi, devasa kollarını yavaş, akıcı hareketlerle sallamaya başladı. “Kelebekler gibi.”
Gözlerimi spor salonunda gezdirdim. Paslı ağırlıklarla ve fi tarihinden kalma aletlerle, Engizisyon Mahkemesi’ne yakışacak bir hücreyi andırmıyor değildi. Lagos’taki ulusal stadyum kompleksinin izbe bir köşesine atılmış bu salon, bütün Nijerya’da metrekare başına en çok kasın düştüğü yerdi büyük olasılıkla. Gözlerimi kapattım, fosforlu taytlar içinde 225 kg kaldırmaya çalışan bir kelebek hayal etmeye çalıştım ve kollarımı kaldırdım. “Bir daha,” dedi Başarı. Ağırlıkları yavaş yavaş kaldırdım. “Bir daha,” dedi, bu kez daha sert bir sesle. Omuzlarım yanmaya başlayana kadar birkaç tekrar daha yaptım. Yakınlardan bizi izleyen başka bir vücut geliştirici, köşeli çenesini Başarı’ya doğru çevirdi. “Fena bir adam o,” dedi Başarı için. “Adı Katil. Çalışırken bir sürü kişiyi öldürdü.”
AMA BEN NIJERYA’YA ÖLMEK IÇIN GELMEMIŞTIM. Birkaç yıl önce beş parasız, derbeder bir vaziyetteydim. 35 yaşında varmış olacağımı düşündüğüm ünlü yazarlık mertebesine, kısa ve beceriksiz yetişkin yaşamımın herhangi bir noktasında olduğumdan bir adım bile daha yakın değildim. Hatta klinik depresyondaydım belki; öyle değilsem bile boğazıma kadar çamura batmış durumdaydım.
Güney Afrika, Johannesburg’daki evimde oturmuş, asık bir suratla hayatımın en amaçsız aylarını geçirirken, Nijeryalıların dünyanın en mutlu insanları olduğunu söyleyen bir habere denk geldim. Habere öyle balıklama dalmadım; mutluluğun matematikle ölçülür bilimsel bir alan olmadığının ve Bhutanlılar, Kosta Rikalılar veya Iskandinavların da en az veya en fazla Nijeryalılar kadar mutlu olabileceğinin farkındaydım. Ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Belki benim de bu durumdan çıkarabileceğim dersler vardır diye düşündüm ve dünyanın en mutlu ülkesine gidip ağzı kulaklarında olan insanlarla sohbet etmek, bilgeliklerine vakıf olmak ve daha iyi bir ben olmak aklıma yatmaya başladı.
Ülke hakkında ön araştırma yaparken okuduklarım pek hayra alamet değildi. Nijeryalı yazar Chinua Achebe, “Yalnızca şiddete karşı bitmez tükenmez bir iştahı olan bir mazoşist tatil için Nijerya’ya gider,” diye yazmıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı seya
hat tavsiyelerinde “silahlı soygun”, “saldırı”, “haneye tecavüz”, “araba hırsızlığı”, “korsanlık”, “adam kaçırma” ve “gasp” gibi kelimeler içeriyordu. "Acaba Aruba’ya mı gitsem?" diye düşündüm. Belki mutluluğu orada da bulabilirdim.
Ama yolumdan dönmedim ve çantamı hazırladım. Lagos’taki ilk sabahımda, Güney Afrika’da uçağa binmeden önce dolandırıldığımı ve banka hesabımın boşaldığını öğrendim. Nijerya’daki ilk birkaç haftamı, bankamın ABD’deki müşteri hizmetleri uzmanıyla cebelleşerek geçirdim. Lagos’a yeni bir kart göndermelerini istedim, doğrudan reddedildim. Banka “yüksek riskli ülkelere” yeni kart gönderimi yapamazmış –o listenin tepesinde de Nijerya yer alıyorsa hiç şaşırmam.
LAGOS’TA KISILMIŞ, ZAMAN ÖLDÜRÜYORDUM. Belki de ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Nijerya’ya seyahat uyarılarına “sıkıntıdan ölüm” ibaresinin eklenmesine yol açacaktım. Ben de yolun az ötesindeki ulusal stadyumun spor salonuna yazılmaya karar verdim. Üç kuruşluk giriş ücretiyle Lagos’ta bulabileceğim en uygun maliyetli eğlenceydi. Basitliği, kaslara adanmışlığı ve Achebe’nin göğsünü kabartacak mazoşizmiyle Budist öğretilerine yakışacak bir mekândı. Mahalle periyodik elektrik kesintilerinden birini yaşamadığı zaman, duvara asılı ufak bir televizyon maç özetlerini yayınlıyordu. Bazen müzik de oluyordu.
Spor salonunda fedailerle, vücut geliştiricilerle, badigardlarla, kısacası ekmeğini kastan çıkaran her çeşit erkekle tanıştım. Kimilerinin kazandığı paralarla protein açısından zengin günlük diyetlerini rahatça karşılayabildiği açık olsa da, hepsinin bir eli yağda bir eli balda değildi. Bir akşam, adamlardan birinin bir dolarlık giriş ücreti için itişip kakıştığını görmüştüm. Tartışma bir güreş müsabakasına dönmek üzereydi, neyse ki aklıselim galip geldi.
Tıpkı Nijerya’nın seyahat ettiğim diğer bölgelerinde olduğu gibi, bu spor salonundakiler de gelir eşitsizliğiyle boğuşuyordu. Nijerya’daki gelir eşitsizliği bırakın farklı sosyal sınıfları, farklı galaksilerden olmak gibi bir şeydi. Birkaç gün önce, Lagos’un dışındaki fiyakalı Ikoyi mahallesinde bir spor salonuna gitmiştim. Ayaklı klimaları ile tam teşekküllü bir spa hizmeti vardı ve buranın ücreti bir gece bekçisinin bir aylık maaşı kadardı. Buranın ücretini benim salondakilerle paylaşsam, kimsenin ağzı açık kalmazdı. Nijerya’da kimse eşitlik için kafa yormuyor gibiydi; yaşamın şikeli bir oyun olduğu, yüksek bir ücretle girilip karşılığında çerçöp alındığı kanıksanmıştı. Ama her şeye karşın, işin matematiği ne kadar çarpık olursa olsun insanlar direniyordu. Kendinden iki kat fazla bir ağırlığı kaldırmaya çalışan bir adamın da dediği gibi “ikiyi bulmak, ikiyi de beş etmek” gerekiyordu.
MUTLULUK ENDEKSI DENEN elle tutulmaz, gözle görülmez şeyi araştıran sonsuz sayıdaki çalışmalardan biri olan 2010 Gallup anketi, Nijeryalıların çalışmadaki 50 ülke arasında en iyimser insanlar olduğunu ortaya koymuştu. Üç yıl önceki bir araştırma da on Nijeryalıdan altısının beş yıl içinde daha iyi bir yerde olacağına inandığını göstermişti. Mutluluk elle tutulabilen bir sonuçsa eğer, onu henüz bulamamış Nijeryalılar bile orada bir yerlerde, az ötelerinde olduğunu düşünüyordu. Yeterince inanır ve çalışırlarsa mutluluğu yakalayabilirlerdi. En büyük engel refaha uzanan çukurlu yollar üzerinde değil, yüreğimizdeki karanlık, şüpheci dehlizlerde yatıyordu. “Kimseyle rekabet etmiyorsun,” demişti Başarı bana. “Kendinle rekabet ediyorsun.”
Bu kendine inanma hissi, Nijerya’da yaşamın merkezinde yer alıyor. Ülkenin Hıristiyan olan güney kesimlerindeki rahipler, sayıları sık sık on binleri bulan kalabalıklara kurtuluş ve kendini geliştirme nutukları atıyor. Sokaktaki bir satıcının Büyük Düşün: Mükemmellikte Potansiyele Ulaşmak ve İstediğimizi Nasıl Elde Ederiz ve Elde Ettiğimizi Nasıl İsteriz gibi kitaplar sattığını gördüm. Mükemmeliyete ulaşmak ve istediğini elde etmek üzerine onun da kendi formülü vardı kuşkusuz. Başarı’nın da vardı; kırık dizine ve uçup giden Olimpiyat hayallerine rağmen durmadan çalışıyordu –ama ne uğruna? Kendine ettiği onca eziyetin ve bütün o terlerin hizmet ettiği yüce emel neydi?
Birkaç hafta boyunca Lagos’ta pres yaptım, kaldırdım, çömeldim. Geceleri ağrıyan kollarımla ilgilendim, sabahları da kendime yönelik bir şiddete duyduğum bitmez tükenmez iştahla yeniden spor salonunun yolunu tuttum. Yüzümü ekşite ekşite tekrarlarımı yaptım, yaşamım hakkında düşündüm ve yıllardır kapı kapı tüm Afrika’yı dolaşmış gibi duran 90 kilogramlık yumruk torbasının yerinde başka biri olduğunu hayal ettim. On Nijeryalının altısı beş yıl içinde hayattaki merdivenin tepesinde olacağını düşünüyorsa, biraz kayıp bana da yer açamazlar mıydı?
Ay biterken yeni banka kartıma kavuşmuştum. Lagos’u terk etmeye ve fani mutluluk arayışımı sürdürmeye hazırdım. Birlikte yaptığımız son seansların birinden sonra Başarı beni kenara çekti. “Görüyor musun?” dedi kollarımı kıvırırken. “Buraya geldiğin zamankinden farklısın şimdi.” Omuzlarımın hatlarını, bir gün belki gerçekten kasa dönüşecek o yumruları yokladı. Fark gözüme göründü mü, bilemiyorum. Ama var olduğuna inanıyorum.
Atina’da yaşayan yazar CHRISTOPHER VOURLIAS
( @postcardjunky) daha önce National Geographic Traveler için "Yunanistan, Yeniden" konusunu kaleme almıştı. İllüstratör JEAN–MANUEL DUVIVIER Brüksel’de yaşıyor.