Amare’nin Akdeniz yolculuğu
Jeanneau’nun yeni teknesi 51’in deneme seyrini haziran sayısında Naviga’da okumuştunuz. Bu yazıda uğranılan limanlar, tutulan balıklar, yemeler içmeler dışında, biraz da bu güzel teknenin uzun yol performansını aktarmaya çalışacağım. Macera 15 Haziran sab
“Yazıların bundan sonrasını Temuçin’e devrediyorum” diye bitiyor Cem Kalyoncu’nun yazdıkları. Cem Kalyoncu Fransa’dan Türkiye’ye transfer öyküsünü anlatacağım yeni Jeanneau 51 Amare’nin sahibi ve benim Kadıköy Anadolu Lisesi’nden arkadaşım.
Bundan sonrası olduğuna göre, bundan öncesi de var.
Öncesi, Amare’ye ben ve yine Kal’dan arkadaşım Cem Alhan katılıncaya kadar mürettebatı oluşturan Yüce Erim, Barış Kavaklı ve Cem Kalyoncu’nun yazdıkları ve hediyesi, teknik deyimle 87 bin karakter, kısacası çok uzun; dergiye yazı değil, kitap olacak kadar uzun.
Tabii ekibin bir diğer üyesi, maceraya başından sonuna kadar katılan İhsan Erkın Özkan’ın şifahi katkılarını da eklemem gerek; onları da zihnime nakş etmiş idim.
O yüzden bana büyük ölçüde, yazmak değil, editörlük düşüyor; eh aslî işim de vaktiyle buydu. Makasım çok iyidir söyleyeyim; metni acımadan kısaltırım. Yer kalırsa, ben de birkaç cümle ekleyebilirim belki.
Jeanneau’nun yeni teknesi 51’in deneme seyrini zaten Naviga’da geçenlerde okumuştunuz; bu yazıda, uğranılan limanlar, tutulan balıklar, yemeler içmeler dışında, biraz da bu güzel teknenin uzun yol performansını aktarmaya çalışacağım çünkü tüm arkadaşlar bu konuda deneyimlerini paylaşmış.
Macera 15 Haziran 2017 sabahı Fransa-İspanya sınırı yakınlarındaki Akdeniz Limanı Canet-en-roussillon’da başlayıp 14 Temmuz 2017 öğle saatlerinde Marmaris’te bitti. Teknedeki ekip, tekne sahiplerinden, iyi yelkencilerden, her biri kendi mesleğinin gerçekten erbabı ama egolarını yanlarında taşımadıkları için arızaya asla bağlamayan alfa-erkeklerden oluşuyordu.
Canet-en-roussillon Limanı ile ilgili
olarak Yüce şöyle yazmış: “Caneten-roussillon aslında marinadan çok fabrikaya benzeyen bir yer. Tekne ve denizcileri ağırlamaktan ziyade, ‘alın teknenizi bir an evvel gidin’ ifadeli bir yer. Toz, toprak ve sıcak.”
Tüm yeni tekne teslimlerinde olduğu gibi önce gecikme, ardından küçük de olsa aksaklıklar ve teknenin uzun seyir öncesi hazırlanması sürecinin doğal parçaları.
Yüce: “Sanırım, hiç kimse kendi teknesini gelip alacak kadar amatör ruhlu olmadığı için Fransızlar’da ciddi bir tekne teslim prosedürü oluşmamış. Tekneler sahiplerine hep tecrübeli, profesyonel kaptanlar tarafından taşındığı için tekneyi teslim alan her kimse, onun bu tekneleri zaten çok iyi bildiği varsayılıyor olmalı.”
Bir not da tekne sahibi Cem’den: “Güya kontrol etmiştik ama sonrasında siparişini verdiğimiz invertörün takılmadığını yolda fark ettik. Aynı şekilde bir siparişimizin daha yerini keşfedebilmiş değilim. Onu da Marmaris’e varınca yetkili servis ile birlikte arayacağız.”
Bu eksikliklerin Türkiye’ye dönüşte hemen giderildiğini öğrenmek sevindirici ama yine de Jeanneau Türkiye, belki, bu gözlemlerin ışığında tekne teslim sürecini daha keyifli bir deneyim haline getirecek adımları atar.
Calvi’nin unutulmaz manzarası
İlk uzun seyir 240 deniz mili mesafedeki Korsika’nın Calvi Limanı’na. Rüzgârsız ya da az rüzgârlı bir denizde, motor-yelken giderek 17 Haziran sabahı Calvi Limanı’na girildi. Calvi, Fransızlar’ın çok tercih ettiği, tertemiz suları ile iç açıcı bir Akdeniz kasabası. Feribotlar sürekli turist taşıyor. Tüm Korsika’da olduğu gibi burada da deniz ve kurutulmuş et ürünleri yemek kültürünün temelini oluşturuyor.
Marinada geçen bir gün ardından, Amare birkaç mil ötede alargada salınıyor. Mürettebatın keyfi yerinde: “Alarga, eğer karşına bir kasaba veya bir manzarayı alarak yapıyorsan çok özel bir keyif nedeni oluyor. Calvi, bu açıdan bize eşsiz bir şölen sunuyor. Işıklandırılmış kalesi ve evleri ile hafifçe sallanan bir beşik gibi, bir aşağı bir yukarı dans edip duruyor. Arkada bırakılması zor bir manzara karşısındayız. Eşlerimiz ile gelmek üzere vedalaşacağımız bir kasaba Calvi. Mutlaka paylaşılması lazım.”
Ajaccio’nun daracık sokakları
Amare 19 Haziran sabahı erkenden Calvi sularından demir alıyor. Bundan sonra hedef Korsika’nın batısındaki Ajaccio Limanı. Amare yaklaşık 7 saatlik bir seyir ardından öğle saatlerinde Ajaccio önlerinde.
Yüce: “Saat 13:00 civarında Ajaccio’nun içinde bulunduğu koya girdik. Koyun girişi oldukça sığlık, 5 metreye kadar iniyor. Bu nedenle dikkatli olmak gerekiyor. Boğazı geçer geçmez artık düşen rüzgâr nedeniyle yelkenleri toplamaya girişmiştik ki ana yelkenin sarması ile başımız derde girdi. Yarattığı katlanma problemini çözebilmek için 1 saate yakın bir süre harcadık ama karşılığında çözümü de bulduk, rahatladık. Ajaccio’nun içinde iki marina var. Biz eski şehre en yakın olanına Port
Tino Rossi’ye çağrı yaptık ve yer istedik. Eksik olmasınlar, bizi kabul ettiler. Calvi kadar şirin olmayan ve biraz daha büyük bir şehir var karşımızda. Ajaccio, eski bir şehir. Yüksek binaları ve bu binaların arasında sıkışıp kalmış daracık sokakları çok farklı. Şehir her köşesinde bize yeni sürprizler yaratıyor.”
Buraya ayrılan süre az; sabah erkenden yola koyulacak Amare. Korsika’nın batısından, Türkiye’ye doğru yolculuğun yeni adresi Bonifacio.
Yol uzun, Bonifacio güzel, ayrılmak zor
20 Haziran sabahı Amare’nin palamarları çözüldüğünde sabah 08:00 gibiydi. Hedef, akşamüzerine doğru Bonifacio’yu görmekti. Planlanandan önce 14:00 gibi Amare, Bonifacio önündeydi.
Yüce: “Bu kasabanın ne kadar anlatılırsa anlatılsın kavranabilmesinin çok zor bir farklılığı olduğunu hepimiz o an anladık. Burası yüksek yamaçların arkasına saklanmış bir buçuk millik bir koy. Şehir çok eski ve üzerinden geçmeyen medeniyet kalmamış. Ama Korsika’nın korsanları ile anıldığı dönemlerde Akdeniz’i haraca kesen korsan gemileri büyük bir ihtimalle bu koyda pusuya yatıyorlardı.
1553 yılında Turgut Reis tarafından ele geçirilmiş ama üç-dört yıl sonra geri alınmış bir şehir. Önemi coğrafi özelliklerinin yanı sıra, doğal kireç taşı kaynaklarından ve bunun yarattığı ekonomiden kaynaklanmış. Fransızlar 1768’de Versay Anlaşması ile burayı nihai olarak ele geçirmiş ve böylece Bonifacio’da hüküm süren tüccarların ayrıcalıkları sona erdirilmiş. Bu yıldan sonra da şehrin ticari önemi giderek azalmış ve taş ticareti Sardinya’ya kaymış. Şehrin marinası koy boyuna yayılmış durumda. Aslında koy olduğu gibi bir marina olmuş da denebilir. Koyun içerisine girdiğimiz zaman tekne trafiği ve yoğunluk içerisinde bize gösterilen yere bağlanıncaya kadar beklemek zor olacaktı. Ama daha önceden yaptığımız rezervasyon sayesinde, hızlıca yer gösterilince rahatladık ve bağlandık. Bulunduğumuz yer, kendimizi şehrin bütün ihtişamının içerisinde hissetmemize neden oluyor. Canlı ve turist dolu bir şehir.”
Akşamın konukları
Sabah 7 gibi Amare, Bonifacio’dan ayrılıyor. Yol uzun, Bonifacio güzel, ayrılmak zor.
Ponza Adası’na kadar 28-30 saat arası seyir var. Sardinya ile Korsika’yı birbirinden ayıran dar boğaz, bir sürü küçük ada ve gelişi güzel serpiştirilmiş kayalıklardan oluşuyor. Amare, 100150 metrelik bir kanalı yavaşça geçip İtalya’ya doğru yol almaya başladığında saat sadece 08:00 olmuştu. Rota, doğrudan bir gece konaklanacak Ponza Adası’na ayarlandı ve Amare rüzgârsız bir havada yavaşça salınarak eğlendi durdu.
Öğleden sonra saat 14:00 olduğunda Amare saatte 7-8 mil yol alıyor ama son derece sakin bir seyir yapıyorduk. Ve sonra bir anda her şey değişti, akşamın konukları Amare’yi peş peşe ziyarete başladılar.
Yüce: “Saat tam 15:00’te, ben Murakami’me (Japon yazar), Erkın telefonundaki uygulamalara ve Cem’de ipad’ine gömülmüşken, tam da ‘ya bir balık bile tutamadık!’ dememizin üzerinden henüz 3-5 dakika geçmişken çıkrık dönmeye başladı. Bazen birbirimizi kandırmak için oltaya asıldığımızdan, ilk olarak bu kandırmacayı yapabilecek eksik birisi var mı diye herkes etrafına baktı. Sadece üç kişi olduğumuz için sonuç hızlıca anlaşıldı. Kandırmaca yok, balık geliyor. 15 dakika sonra, 4-5 kilo ağırlığındaki orkinos Amare’nin içindeydi. ‘İçindeydi’ lafı adetten, aslında dışındaydı. Zira tik yer döşemesinde kan lekesi oluşmaması için özen gösterdiğimizden, ben havuzluktan yarı belime kadar sarkarak balığın kanlı temizliğini deniz seviyesine yakın bir şekilde bitirmeye çalışıyordum. Balık naylonlarla sarılı bir şekilde korunmuş olan havuzluktaki masanın üzerine geldiğinde kafası ve iç organları zaten temizlenmişti.
Yaklaşık bir saatlik titiz çalışma ile balıktan geriye, üç-dört öğün bize yetecek paketler ile bir kutu çiğ balık ve Cem’in teknesine asacağı ve daha büyüğü gelinceye kadar orada duracak olan kuyruk vardı.
Çok geçmeden çıkrık tekrar kapıyı çaldı. Oltanın eğilme derecesi, bu ikinci misafirin biraz daha büyük olduğunu
söylüyordu. Gerçekten de öyle oldu. Bu balık, 20 kilo civarında idi ve bizim canımıza okudu. Tutması, bağlaması, temizlenmesi ve paketlenmesi iki saatten fazla sürdü ama sonuçta bize sekiz paket takoz çıkardı, yani sekiz öğün.
Muhasebe: İki adet bıçak kaybettik, birisi kova ile denize atıldı, birisi kırıldı. Mavi rapalamız çok başarılı çıktı, kendisine bu gece rahat bir yatak yapmamız lazım. Tik kan lekesi olmuyormuş.
Cem’in hâlâ bir balık kuyruğu yok. Balık geldiğinde öncekini atmıştık, büyüğün kuyruğu da temizlenirken suya düştü. Ellerimiz çok kötü balık kokuyor.
Gece sakin bir seyir ardından Amare, Roma’nın güneyindeki Ponza Adası’nın uygun bir koyunda demir attı. Ponza, Roma’nın güneyinde bulunması nedeniyle, yazın çok turist çeken bir tatil adası. MÖ 300’lü yıllarda Roma İmparatorluğu öncesi kavimlerce kolonileşmiş ama sonrasında yüzlerce yıl korsan yatağı olarak bilinmiş. Akdeniz’i boydan boya geçen iki volkanik hattın birleştiği yerde oluşmuş beş volkanik adanın en büyüğü olan Ponza, büyük bir ihtimalle Ponza taşının da isim babası. Burası 19. yüzyılda yeniden canlanmaya başlamış.
Yüce: “‘Bütün gün hiçbir şey yapmadan durulabilir mi?’ sorusunun cevabını bulmak istiyorsanız, tereddütsüz bu adanın doğusundaki ve limanın kuzeyindeki kumsalın açığına alargalanın. Bütün gün hiçbir şey yapmak istemeyen insan sayısının teknelerin fiyatları ile orantılı olduğunu hızlıca görebiliyorsunuz.
Biz durgun hava, tertemiz deniz ve yorgun vücutlar üçlemesine uyduk ve köşelerimizden kımıldamadan durduk akşam üzerine kadar. Bir arkadaşım Murakami’nin 1Q84’ünü okumak için beş günlüğüne Asos’a gitmiş. Ben duyduğumda garipsemiştim. Kendisine bugün hak verdim. Elimdeki 1Q84 kitabı çok yol aldı.”
Tekne yaşantısının önemli bölümü bakım onarımdır ya. Amare de yepyeni bir tekne ama sırf yeniliğinden ötürü, kâh bilmemekten kâh zamansızlıktan ele alınmayan teknik konular var.
Bunlardan biri daha önce çalıştırılamayan teknenin başındaki deniz suyu pompası. Ponza’nın sakin koyundaki alarga, bu işin kotarılmasını sağladı. Artık tutulan balıklar, başta, deniz suyu gürül gürül akarken temizlenip hazırlanacak.
Bir gün önce yakalanan orkinosların çekimi Ponza’da akşam yemeği için araştırma yapmayı gereksiz kılıyor haliyle. Yüce: “Dün balık resimlerini paylaştığımızda, Erkın’ın aşçı bir arkadaşının gönderdiği mesaj bizi ziyadesi ile heyecanlandırdı. Taze ton balığını hızlıca bir lezzete döndürmenin tarifini denemek için akşam saatlerini beklemiştik. Gerçekten değdi. Yediğimiz en hızlı, en hafif ve belki de en lezzetli balığı yedik. Takoz kesilmiş balık parçalarını; tuz, karabiber ve zeytinyağı ile çeşnilendirip, kızgın teflonda mühürledik. (Ben tarife biraz da pul biber ilave ettim). İçleri çiğ denecek kadar pembe ve dışları inanılmaz çıtırlıkta bir lezzet çıktı ortaya. Bu ayrıca, ben Sicilya’da ayrıldıktan sonra nasıl beslenecekleri konusunda kafaları çok net olmayan Cem ve Erkın için de bir can simidi oldu. En azından balıkları vardı.”
Şeker Bayramı’nda Lipari’de
Amare Ponza’dan ayrıldığında hava dingindi. Sadece motorla 25-30 saatlik bir seyir, ileri derecede tembelliğin haberini veriyordu. Ellerde kitaplar, telefonlar ve tabletlerle geçecek, gece nöbetleri dışında otopilotun söz sahibi olacağı bir gün.
Gece büyük bir ticari geminin kural tanımazlığı nedeniyle kendi güvenliğimiz adına zoraki rota değiştirme gereği dışında, Akdeniz’de dümdüz bir rotada tıkır tıkır tıkır gidiş. Amare, Lipari önüne geldiğinde, mobil telefonlar çalışmaya ve bayram tebrikleri gidip gelmeye başladı. Şeker Bayramı, 27 Haziran 2017.
Sürecek (Sicilya-marmaris seyri)...
Bonifacio: Mağaraların gizemli güzelliği
Bonifacio’nun koy girişinde dalgaların kireç taşını döve döve oluşturduğu mağara ve koylar var. Sabah kahvaltı sonrasında hemen bota doluştuk ve büyük motorların dalga suyunda ıslana ıslana ilk mağaraya ulaştık. Gerçekten çektiğimiz eziyete değdi. Hatta ikincisinde botu bağlayıp yüzmeye karar verdik. Şahane ve tertemiz bir suyun keyfini çıkarttık. Tam bota binip dönüyorduk ki gezi motorlarının giriş çıkış yaptığı bir diğer kovuk bizi davet etti. Buranın aslında yine saklanmış bir cennetin kapısı olduğunu fark ettiğimizde tekrar denize girmeye karar verdik. Kumluğa motoru çıkartıp, ikinci bir keyif yaptık. Bonifacio, her tarafı gizemli, insanı durmaksızın şaşırtan bir şehir. Marinanın sırtındaki kalenin içerisinde bir ‘eski şehir’ olduğunu öğrenmiştik ve akşam dik merdivenlerden tırmanarak oraya gitmeye karar verdik. Potemkin Zırhlısı filmindeki merdivenleri hatırlatan merdivenlerin tepesinde, bu şehre karşı bir tutku yaratacak bir manzara bizi bekliyordu. Avrupa’da neredeyse görmediğim bir manzara ve tarih, turistik olarak daha iyi değerlendirilemez herhalde. Gerçekten ama gerçekten burası mutlaka görülmesi gereken bir yer. Daracık sokakların etrafına özenle yerleştirilmiş binalar ve uyum. Dönüş yolunu başka merdivenlerden inmeye karar verdiğimizde de bizi bekleyen bir başka sürprizle karşılaştık. Marinaya girmeyen büyük megayatların bağlandığı mendireğe yukarıdan bakma şansını yakaladık. Manzara inanılmazdı. Daha fazla bir şey yazamıyorum. Bu şehir gerçekten güzel.