Tekne komşuculuğu
Uzaklık kavramı izafidir. Gençliğimde Bodrum Turgutreis’te bir sandalım vardı. Çatal Ada’nın arkasına gittiğimde Türk sahilleri görünmez, kendimi Yunan Adaları’nda hissederdim ve hafif içim ürperirdi. Zamanla sandalım tekne oldu; Kalimnos, Kos, Pserimos a
5 Temmuz sabahı, geceleri hareketlenen Messolonghi’den (Yunanistan’ın batısında) yola koyulduk. Normalde rotamız İthaki Adası’ydı. Ancak önümüzdeki birkaç gün hava iyi görünüyordu ve bu da kuzeye yani Korfu Adası’na doğru tırmanmak için iyi bir fırsattı. Bu tip uzun seyirlerde havaya göre her zaman alternatif rotalar yaptık. Sonuçta tatildeydik. Ne kendimizi ne de tekneyi yıpratmanın alemi yoktu.
Atakos Adası’nın güneydoğusundaki muhteşem kumsallı denizinde kısa bir mola verdikten sonra Lefkas Adası’nın doğusundaki Meganisi Adası’na ulaştık. Gece burada kaldık. Kıçtankara bağlanmamızı, hakim rüzgâr kıçtan gelecek şekilde yaptık. Ne olur ne olmaz...
Lefkas’ın doğusuyla Meganisi Adası’nın kuzeyi arasında kalan körfezi Göcek’e benzettik. Korunaklı, sakin ve çok fazla girintili çıkıntılı koy var. Körfez dalga yapmadığı için ağaçların gölgesi denizde. Haliyle charter merkezlerinden biri. Ne çok tekne var! Yine de koyda yer bulmakta sıkıntı yaşamadık.
Lefkas Adası bir köprüyle Yunanistan’ın ana karasına bağlanıyor. Güneyden kuzeye geçmek istediğinizde şamandıraları takip edip taranmış bir kanaldan geçip Lefkas Adası’nın aynı isimli merkezine demir attık. Beton iskelenin batı tarafı iyi taranmamış. Benim dümen palası, deniz gözlüğüyle baktığımda birkaç santimetre ile kurtarmış. Cem ise ilk yanaşmaya çalıştığı yerde karaya oturdu. Neyse ki çabuk anlayıp kurtuldu. Daha güvenli bir yere bağlandı.
İon Adaları 1953’te büyük bir deprem geçirmiş. O yüzden bu adalarda eski yapılar çok az, çoğunlukla yeni binalar var. Fakat diğer Ege Adaları’na göre buraları çok yeşil. Genel olarak beyaz kayalardan oluştukları için de, özellikle batı kıyılarında harika beyaz kumsallar var. Denizin rengi de yeşil ve mavi arası değişiyor. Dergilerdeki photoshop uygulanmış fotoğrafların gerçekleri burada.
Bizim yaşlarda birine yerel restoran sorduk. Mahalle arasında güzel bir balık restoranında büyükler ayrı, çocuklar ayrı masa yapıp bu tatildeki en güzel balığımızı yedik. Hava iyiydi ve daha da kuzeye tırmanalım istedik. Sırada benim en favori adam Paxoi vardı. Zeytinyağları ile ünlü bu ufacık adaya üç sene evvel ilk kez gittiğimde adını nasıl duymadım diye şaşırmıştım. İlk önce yolumuzun üstündeki Anti Paxoi’ye denize girmek için uğradık. Tüm İon Denizi’ndeki en büyük ve en lüks tekneleri burada gördük. Kuzeydoğudaki ince beyaz kumu olan iki restoranın hizmet verdiği koya demirimiz attık. Koyun denizi ve kumu inanılmazdı. Turist yoğunluğu yüzünden hemen kaçtık tabii ki.
Paxoi coğrafi açıdan enteresan bir ada. Hemen doğusunda bir ada daha var. Bu ufak ada Paxoi’ye çok yakın. Arada bir kanal oluşmuş izlenimi veriyor. Kasabası, evleri, sokakları çok sevimli. İki gün bu sevimli ada için yetmedi ama artık rotamızın en uç noktası olan Korfu’ya hareket zamanıydı.
İtalya’nın topuğuna bir günlük mesafede olan Korfu’ya akşamüzeri vardık. Mandraki Limanı’na yanaşmadan önce hava ve marina pozisyonuna göre ekibe kısa bir bilgilendirme yaptım. Teknede herkesin net görevi vardır. Eşim İnsel demir atar ya da tonoz ipini alıp ön taraftaki koç boynuzuna volta eder. Yani ikinci kaptanımdır. Büyük kızım Ayşe kıçta durur. Görevi halatları atmak ve karaya çıkarak yanaşma sonrası yardımını yapmaktır. Küçük kızım Leyla ise yanaşırken elinde balon usturmaça, diğer teknelere veya iskeleye çarpmayalım diye rüzgâraltı veya kıç tarafta hazır bekler.
Önceki seyirlerimizde Mandraki Limanı’nı görmüş ama yer bulamamıştık. İki teknelik yer varmış. Hem de yan yana. Şanslıydık. Eski Korfu şehrinin içindeydik. Merkeze ulaşmak için kalenin tarihi merdivenlerinden yukarı çıkıp
konservatuvar binasının yanından (harika müzikler eşliğinde) merkeze vardık.
Korfu tüm bu adalar içerisinde en tanınmış ve en turistik olanı. Eski binalar ve sokaklar muhteşem. Sırasıyla Venedikliler, Osmanlılar, Fransızlar, İngilizler ve son olarak da Yunanlılar adaya sahip olmuşlar. Mimari yapılarda zenginliğin bir nedeni de bu olmalı. Adanın etrafını tekneyle gezmek çok zor. Uzun ince bir ada ve birkaç gün gerekebilir. Bu yüzden iki araba kiraladık.
İon Adaları’nda Ege Adaları’nda olduğu gibi ‘hora’ yani tepede kasaba şehir kültürü yok. En güzel yerler deniz kıyısında. O yüzden sahilleri gezdik.
Günde en az üç-dört defa turist gemisinin yanaştığı Korfu’dan 11 Temmuz sabahı ayrıldık. Turistik bir ada olmasına rağmen sevdik. Kendine has bir dokusu var. Rotamıza İon Adaları’nın en tanınmış limanı Fiskardo’yu aldık. Kefalonya’nın kuzeyindeki bu kasaba, killi zemin yapısı nedeniyle 1953 depreminden çok az hasar görmüş.
Yolumuz uzundu. Yaklaşık 80 mil. Bu yolculukta günde en fazla 90 mil yapmayı hedefledik. Gece seyri yapmadık çünkü vardiya tutacak ekibimiz yoktu. Sabah çok erken çıkıp varacağımız yere güneş batmadan ulaşmayı hedefledik.
Fiskardo’ya 4-5 saat kala Lefkada’nın batısında Cem telsizden oltaya balık geldi haberini verdi. Oğulları Pars ve Mercan’ın bağrışmaları arkadan duyuluyordu. Tam “Akşam balık yiyeceğiz” derken, bizim misina da aniden boşalmaya başlamaz mı! İkimiz de yaklaşık 20’şer kiloluk ton balığının bir cinsi olan albakor aldık. Sadece bu akşam değil, tatilin kalan kısmında da balık yiyeceğimiz belli olmuştu.
Fiskardo bizi şaşırtmadı. Liman tekne doluydu. Hemen güneyde bir koya demir atıp kıçtankara bağlandık. Güzel kıyafetlerimizi giyip dingilerle karaya çıktık. Cem ve ben yakaladığımız balıkların dörtte birini yanımıza aldık. Birkaç restoran talebimizi geri çevirse de, biriyle anlaşıp deniz kıyısındaki masalara oturduk. Elimizdekinin yarısını restorana hediye ettik. Kalan yarısı bize fazla fazla yetti. Bu balığın pişirilmesi çok önemli. Açıkçası restoran pek iyi yapamamıştı. Balığın elimizde kalan bölümünün birazını saşimi yaptık. Kalanını kızgın ateşte çok az pişirerek, tatilin kalan kısmında afiyetle yedik.
Tatilin sonlarına yaklaşıyorduk. Artık tekneyi bir buçuk aylığına bırakacak yer bulmalıydık. Uzun uğraşlar sonucunda Kefalonya’daki acenteyi de araya sokarak Patras’ta iki teknelik yer bulabilik. İçimiz rahatladı.
Fiskardo’dan Kefalonya’daki Sami Limanı’na yola çıktığımızda Türkiye’den ayrılalı 20 gün olmuştu. İlk kez bu kadar uzun seyir yapıyorduk ve her şey yolundaydı. Sami, Corolli’nin Mandolini filminin büyük kısmının çekildiği kasaba. Hatta mevcut liman yeniden dekore edilerek savaş sahneleri burada çekilmiş. Yüksek sezon olduğundan kiralayacak araç bulamadık. Sohbet ettiğimiz bir acente bize teknik servis minibüsünü kiraladı ve adayı keşfe çıktık. Adanın batısında Argostoli isimli ana limanı var. İlginç bir şey bulamadık orada ve önceden adını duyduğumuz Myrtos plajına gittik. Sanırım bu tatilde denize girdiğimiz en güzel plajdı. Burayı çok sevince Assos’a gitmekten vazgeçip günü burada geçirdik.
Artık son adamıza doğru demir alma vakti geldi. İthaki Adası, Kefalonya’ya yakın. Ana liman pek parlak değil ama adanın etrafı, koylar çok keyifli.
Kuzeydeki koylardan birinde Madonna megayatı ile bir hafta kalmış. Madonna’nın megayatının giremediği yeşil sulara girip demir attık. Ardından üç-dört koy daha gezdik. Akşam alargada kalıp erken saatte Patras’a doğru yola çıktık. Körfeze yaklaştıkça rüzgâr canlandı ve 25-30 knot rüzgârda orsa seyri ile yol aldık. Akşamüstü Patras’a yanaştık. Rüzgâr kaldı. Bir süre sonra bu sefer tam ters yönden 30-35 knot esmeye başladı. Ardından sağanak yağmur... Birkaç saat sonrasında rüzgâr tekrar bizim geldiğimiz sıradaki yönüne yani doğuya döndü.
İon Denizi’nde Ege’de yazın olduğu gibi hakim rüzgâr yönü yok. Değişik yönlerden esebiliyor. Fakat Ege gibi sürekli de esmiyor. Hava durumunu takip ettikten sonra bir sıkıntı yaşamazsınız.
Atina’dan uçağa binip İstanbul’a dönerken aklımızda sadece 25 günlük seyrimizin birbirinden güzel anıları vardı. Artık önümüzdeki hedef; ağustos ayında Pelaponisos’u dönüp Marmaris’e geri gelmekti…