Uzak yol zor (mu?)
Sonunda, Shu Shu adlı Lagoon 560 model katamaranım ve üç arkadaşımla yıllardır hayalini kurduğum uzun seyri gerçekleştirmeye karar verdim. 3 Haziran’da Marmaris’ten başlayan yolculuğumuzda rota Yunanistan üzerinden Sicilya ve sonrasında Napoli. Selametle.
Yıllardır ‘acaba bu GB diye adlandırdığım Göcek-bodrum arası kısır döngüden kurtulur, bir gün uzak yerlere gidebilir miyim diye’ düşünüp hayaller kurardım. Lagoon 500’üm varken bir keresinde İstanbul’dan Karadeniz Ereğlisi’ne gidip gelmiştim. Bir de şu anki teknem 560’ı teslim aldığımda La Grande Mott’dan dört tecrübeli kaptan ile beraber San Remo’ya gitmiştim. Yani dümende uzun sayılacak yolum yoktu ve yanımda hep tecrübeli birileri vardı.
Ben hayaller kurup işte o sene bu sene der, her kış gidenler nasıl gitmiş diye dergileri karıştırmaya başladığımda ise tecrübeli büyüklerimizin anlamakta zorluk çektiğim terimlerle dolu ve zaman zaman adrenalini bol olan yazılarını okuduğumda “Bu iş zor” der, sonunda yine GB hattında bir kuzey bir güney gittiğim başka bir yaz daha geçirirdim.
Ama.....
Ama geçen nisan ayı sonunda uzun bir uçak yolculuğumda biraz da gelen yaz sezonunun verdiği heyecan ile bir anda bu işi bu sene yapmaya, en azından denemeye karar verdim. Şimdiki teknem Lagoon 560-S2’nin hakkı GB hattı değildi. Çok seyahat eden birisiyim, gittiğim uzak yerlerde gördüğüm küçücük teknelerdeki Avrupalı, Amerikalı, bilumum yabancılarla konuştuğumda, anlattıkları karşısında ezilir utanırdım. Bir gün Rodos’ta Amerikalı bir aile bizim Amerikan bayrağını görünce kıç havuzlukta oturan bana “Amerika’dan gelmek zor olmadı mı?” diye sordu. Nereden bilsin her sene en uzun yolumun Marmaris-bodrum arasında dokuz saat sürdüğünü?
Ama bu sefer nisan ayında kendime bu işten korkmama ve caymama sözü verdim. Biz de, çağımızın gereği her şey elimizin altındayken, bir tek cesaret mi yoktu? Yıllık bakımdan denize yeni inmiş olan teknemizdeki EPIRP dahil tüm cihazlara ilaveten uydu telefonu ve bol kumanya ikmali yaparak 3 Haziran sabahı birazdan tanıtacağım dört kişi, Marmaris’ten yola çıkarak serüvenimize başladık. Hedefimiz Yunanistan üzerinden Sicilya ve sonrasında Napoli’ye
kadar gitmekti. Birkaç yabancı arkadaşım aradığında biz bu sefer yola çıktık deyince yüksek sesle nasıl güldüklerini de asla unutamayacağım!
Biz kimiz?
Teknemiz, 2014 model 17 metre boyunda ve 9,5 metre eninde Lagoon 560-S2. İsmi Shu Shu; hikayesi bende saklı…
Ben; dümenci, gideceğimiz yerlerin, yapacaklarımızın ve rotaların planlama müdürüyüm. Tekneme misafir olan, hayatında denizle münasebeti tekneden ziyade sadece güneşlenmek ve yüzüp serinlemek olanlara göre kaptan-ı derya... Aynı zamanda 20-30 senedir yat sahibi olan duayen abilerime göre ‘çaylak tatlı su kaptanı’. Bana göre ise öğrenmenin yaşı ve sınırı olmadığına inanan, duayen abilerimizin anlattığı anıları duydukça ve okudukça uzun yoldan korkan, detaycı ve temkinli, yelkenli katamaran sahibi olmasına rağmen bir zahmet cenovasını sezonda parmak sayısı kadar açan şöyleböyle denizci.
Amatör yatçılık hayatıma 2008 yılında aldığım 44 feet katamaran ile başladım. Her ne kadar tüm kariyerim gemi brokerliği ve gemi işletme üzerine kurulmuş olsa da yatçılığın ne kadar farklı bir dünya olduğunu ilk teknem ile Gökova’da kıçtankara olurken bir anda nasıl olduysa iskeleye aborda etmeyi başararak teknenin karizmasını çizdiren (ben kıçta elimde halatla yandaki teknenin bordasına bakıyordum) ilk kaptan yerine koyduğum ve bugün beni dümen başına geçmek zorunda bırakan zat-ı muhterem sayesinde anladım. Kötü kaptan tekne sahibini kaptan yaparmış misali o gündür bugündür dümendeyim.
Diğer ekip üyelerine gelince... Murat Kaya; 1980 doğumlu, cabbar, saygılı, hayatı muhtelif teknelerde çalışarak geçmiş, teknenin her yerini ve tüm aletlerini bilen, iyi bir denizci kardeşimiz yani teknenin ana sigortası. Birbirimizi ağabey-kardeş gibi tamamlıyoruz. O olmadan su yapıcıyı, jeneratörü çalıştıramaz, uydu Tv’den sinyal alabilmek için bum sancak-iskele pozisyonlanamaz ve hatta suyu bittiğinde depo değişikliğini bile yapamayız. Çünkü açıkçası pek anlayan yok!
1973 doğumlu Tuncelili kardeşimiz Bahadır Tan, İstanbul’daki yardımcım ve sırdaşım. Bir gün “Baho sen de gel” dedim, geliş o geliş. Denizi ve tekne hayatını sevdi, halat ve usturmaça üstadı oldu. Murat ile beraber uyumlu sessiz arkadaşımız. En önemli görevi teknenin kasasını tutmak.
Murat Calay, bir online internet savaş oyununda tanıştığımız, belki sever de denizde kariyer yapar diye yanımıza alıp seyahatimizin küçük bir kısmında bizimle olan, sonra aile ve memleket hasretiyle bizi bırakan, sayesinde planda yokken Arnavutluk’a girmek zorunda kaldığımız, oltayı denize bırakıp “Geh bili bili” diye balık çağıran 1994 Fatsa Ordu doğumlu, kaldığı müddetçe neşe kaynağımız olan genç kardeşimiz.
Kaptanın seyir defteri 3 Haziran-marmaris-bodrum:
Marmaris Yacht Marin’den ayrıldık. Palamar görevlisi arkadaşlar ne zaman döneceğimizi sordular. İlk defa “Bilmem ki” dedim. Hava enfes. Püf demiyor derken tam Bozukkale önünde, adayla kara arasından geçmemizle beraber Murat sancak makineyi boşladı, teknenin pervane kısmından büyük bir gürültü geldi ve makine stop. Deniz gözlüğüyle kafamı suya soktum baktım pervaneye ağ gibi bir şey dolanmış. Murat hemen daldı, çıkardı. Sezonun başında yatçı bir arkadaş herhalde marinaya varmayı beklemeden hamağından sıkılmış olacak ki denize atmış; o da bizi buldu. Neyse Murat tam zamanında fark edip rölantiye aldı makineyi. “Bu bizim uzun yolun Göcek nazarı olsun” dedik. Hamak hâlâ teknede bizimle beraber. Onu denize atan arkadaşın yapması gerekeni Allah izin verirse dönüşte yapacağız. Bu küçük heyecandan sonra akşam saat 18:00 gibi Milta Bodrum Marina’ya girdik.
4 Haziran-kos: Sabah gümrük-polis muamelelerinden sonra Kos’a gittik. Havamız yine süper. Yol zaten bir buçuk saat. Kos’a girer girmez sağ olsun acentamız Mouratti, hemen işlemlerimizi yaptı.
5 Haziran-naxos: Yatçılık hayatımda yeni sayfa. İlk defa Kalimnos’u arkamda Türkiye tarafında gördüm. Ürktüm ama yoooo devam.. Gidebildiğimiz neresiyse oraya kadar... Ben rotayı Amorgos’un kuzeyinden Naxos diye hesapladım. Pardon, chartplotter hesapladı. Hava durumu ise Poseidon ve Predict Wind’den. Bana kalan ise
çevreyi gözlemlemek, zaman zaman devir saatine, yağ basıncına ve hararete bakmak. Elimdeki telefona da yüklediğim Navionics’ten rotayı kontrol edip Ais’ten etraftaki gemilere bakıp zaman öldürüyorum. Amorgos’un 5 mil kuzeydoğusuna kadar hava enfesken, bir anda rüzgâr 40 knot’a, dalgalar 2 metreye çıktı, seyir hızımız 9 milden 6 mile düştü. Yolu uzatıp Amorgos’un güneyinden geçmeye karar verdim. Ne rüzgâr ne dalga vardı. En ilginç tarafı yolu uzatmamıza rağmen varmamız gereken saatte Naxos’a geldik. Acente yerimizi ayarlamış. Kıçımız biraz dışarıda kaldı ama sağlam aborda olduk. Hemen çıkıp yemek yedik ve yattık.
6 Haziran-pire: Naxos’tan sabah 05:00’te çıktık, hedef Pire Zea Marina. Hava püf demiyordu. Bahadır ile ufak ufak ağırlık çalışıp güya spor yapıyorduk. Saat 18:00 gibi Zea’ya girdik. Ne acentemizden ne de marinadan memnun kaldım. Yani yeni sahipleri D-marin daha iyi hale getirebilir. Bu arada Zea Marina’ya gelenlere asla acente tayin etmelerini tavsiye etmem. Gümrük-polis yürüme mesafesindeyken sadece bu muameleyi yapacak acenteye 300 euro verirsiniz. Mürettebat listesini bile size doldurtuyor; hiçbir hizmet sunmuyorlar.
Ertesi gün Zabit Murat, Miço Murat ve Bahadır ile şehre gittik. Oldum olası şu Atina’yı sevemedim. Yatmamız lazımdı, yarın yol uzundu. Ömrüm boyunca merak ettiğim Korint’ten geçip Itea’ya gidecektik. Hava iyi gösteriyordu. ‘Kankam chartplotter’ kanaldaki olası bekleme hariç tüm seyir için 8 saat 40 dakika diyordu.
8 Haziran-korint: Sabah 06:00’da yola çıktık, Pire açığından geçerken trafiğe dikkat ederek Korint’e saat 10:00 gibi geldik. Girişte beklerken Murat Kaptan ile aklımıza bir şaka yapmak geldi. Miço Murat’a kanalın bir yerinin çok dar olduğu ve eline usturmaça alıp baştaki iskele sehpaya çıkıp usturmaçayı dışarı tutmasını söyledik. Tarif ettik ve beklemeye devam ettik. Aynen dedikleri gibi 15 dakika sonra sırayla tekneleri çağırmaya başladılar ve biraz gurur, biraz heyecanla geçişe başladık. Bu arada miço sehpaya çıkıp elinde usturmaça ile gözü bizde dar noktayı bekliyor. Dayanamadık 2-3 dakika sonra gülmeye başlayınca şakamız ortaya çıktı tabii ki. Eh böyle bir ekibin böyle bir miçosunun olması çok normal. Biz üçüncü tekneydik. En önde bir Alman bayraklı trawler, arkasındaki eski püskü egzozundan feci duman çıkarıp bizi boğan bir Yunan teknesi ve biz. Duman soluyarak mıy mıy rahat bir şekilde kanalı geçtik. Hiç de korkulacak bir kanal değilmiş.
Kanaldan çıkar çıkmaz Alman teknesini geçtik. Dümende yaşlı bir hanımdan başkasını göremedim. Havamız kapalı ama son derece durgundu. Melangavi Burnu sancağımızda geçtikten bir müddet sonra Itea’ya yaklaşırken şehrin arkasındaki dağların tepelerinde kara bulutları görünce hemen acenteyi aradım ve durumu sordum. “Hava kapalı ama bir şey yok” cevabından bir saat sonra kısmen dağlara düşen yıldırımları görmeye başladık. Önümüzde bir Fransız yatı vardı. Varışa bir saat kala rüzgâr bir anda 50 knot’a çıktı ve aniden sağanak yağışa girdik. Görüş inanılmaz düştü, rüzgârın şiddetiyle yağan yağmur yüzümüzü acıtıyordu. Ne olur ne olmaz diye tüm elektronik cihazlarımızı kapattık. Süratimiz 9 knot’tan 6 knot’a düştü ve liman girişine gelmemizle hava geçti gitti. Islak bir şekilde iskeleye aborda olduk. Bilmediğimiz bir yerde hava şartlarının ani değişmesi bizi ciddi şekilde heyecanlandırdı.
Dışarı çıkıp, biraz meyve aldık. Herhalde sekiz saat seyirden sonra son yarım saatin heyecanı ve kötü hava ile mücadelenin yorgunluğu olsa gerek tekneye döndük.
9 Haziran-itea-patras: Rotamızı kısa tuttuk: Itea’dan Patras’a. Takribi 40 mil yani dört buçuk saat kadar. Meşhur Patras Köprüsü’nün altından geçecektik. Yine rüzgârsızdık. Her gün dediğimi tekrarlıyordum: “Allahım inşallah yolumuz hep böyle olur.” Tam Patras Köprüsü’ne yaklaşıyorduk ki arkamdan tam yol gelen gemi ve karşıdan karşıya geçen feribotlar yüzünden bir an afalladım ve Murat’a kaçıncı ayaklar arasından geçmemiz gerektiğini sordum. Sonra da utandım. Elimdeki cihaza aslında teknenin direk yüksekliği dahil tüm özelliklerini girmiştim, haliyle rotayı da ona göre veriyordu. Verdiği gibi iki ile üçüncü ayaklar arasından geçmek üzere seyir yaparken AIS’TE arkamdan aynı rotada tam yol gelen gemiyi merak ettiğimden bakayım dedim. Türk tankeri Sabahat Telli çıkmaz mı! Hemen anons ettim. Korint’ten geçip Hırvatistan’a yüklemeye gidiyormuş. Yine kendime kızdım. “Koca gemiler Korint’ten geçiyormuş sen Atina’daki son gece 17 metre boyunda 9,5 metre enindeki tekneyle nasıl geçerim heyecanı yüzünden uyumadın Aysan” dedim. Allah razı olsun süvari bey,
hâl hatır sorduktan sonra, bir ihtiyacımız varsa durabileceğini ve memnuniyetle yardımcı olabileceğini söyledi. Süvari bey ile birbirimize Allah’tan selamet diledikten sonra ben hâlâ gözüm ne olur ne olmaz diye direğimizin tepesinde Patras Köprüsü’nün altına bakarak geçip marinaya giriş yaptım. Patras’ı nedense bu seyirden vazgeçersek geriye dönüş yapacağımız son nokta olarak kabullendiğimden, iki gün kalmaya karar verdik. Hareket edeceğimiz 11 Haziran’dan bir gece evvel rota çalışması yaparken, bir anda zaman problemimiz olmamasından kaynaklanan rahatlık ile seyahatimizin başında karar verdiğimiz Patras-kefalonya-messina rotası yerine, Lefkada-korfu üzerinden İtalya’nın ortalarına geçme kararı aldık. Böylelikle hem farklı yerler görür hem Korfu Adası’nda 15 günlük Yunanistan vizesi biten Miço Murat’ı Türkiye’ye geri dönmek üzere indirir hem de İtalya’ya bir buçuk günlük uzun geçiş yerine kısa etaplar yaparak varırız dedik.
11 Haziran-lefkas: Sabah 06:00’da Patras’tan hareket ettik. Seyir planımız 68 mil yani yedi buçuk saatte Lefkas’a gitmekti. Yine saatte 3-5 knot esen bir havada ara ara kuzeyden güneye inen motoryatların yarattığı dalgalara girip çıkma rahatsızlığı dışında çalan müzik eşliğinde etrafı seyrederek sakin ve keyifli bir seyir yaptık. Saat 13:00 gibi sancakta Volios Fener Adası’na 1,5 mil kala kafadan gelen 35 knot rüzgâr ile karşılaştık. Kanal aslında bir iki nokta dışında geniş ancak yüzen şamandıralarla işaretlenmiş 5-6 metre arası değişen derinlik dışında çok sığ. Patras’tan hareketimiz öncesinde baktığım bazı kaynaklarda maalesef güncellenmemiş kafa karıştıran bilgiler vardı. Çoğu sığlıkta şamandıralama olmadığı, güney girişteki keskin sancak dönüşünde kuvvetli rüzgâr yüzünden ve kanalın dar olmasından ötürü batığa çarpma tehlikeleri gibi şeyler korkutmuştu. Ancak gördüm ki kanal henüz yeni taranmış ve her 20 metrede bir şamandıralanması sayesinde hiç de zor bir hali yok. Sadece tek tavsiyem hafta sonu güneyden giriş yapacaksanız aman münferit charter tekneleri veya filotillalara dikkat edin ve eliniz kornanızda olsun. Tekne kiralayanların çoğu ama acemiliklerinden ama bilmedikleri bir tekneye henüz 10 dakika evvel binmelerinden kanalı ortalayıp üstünüze gelebiliyor. Ayrıca çok ilginçtir; D-marin Zea’da olduğu gibi buralara yatırım yapmış ama bir tane bile Türk konuşlandırmamış. Bizim Türkiye’deki D-marin nezaketi ve işletmeciliği kesinlikle yoktu. İçeride o kadar yer varken herhalde katamaran olmamızdan dolayı marinayı kanaldan ayıran pontonun içine yanaştırdılar.
Bilmeyenler için yazayım, aslında bu ada yedinci yüzyıla kadar ada değil, ana karanın uzantısıymış. Yedinci yüzyılda Korintli koloniler kanal kazarak burayı ana karadan ayırmışlar. Bugün D-marin’in işlettiği marina kanalın üstünde ve her saat başı teknelerin geçişi için iskeleden sancağa doğru açılan 20 metrelik ponton köprüye yakın bir yerde.
Sürecek...