Naviga

Çocuklar mutluysa aile de mutlu

İki yelkenli iki aile, çoluk çocuk Korint Kanalı’nı geçip İon Adaları’nı dolaştıkta­n sonra teknelerim­izi Patras’a bıraktığım­ızı daha önceki sayılarda yazmıştık. Sırada dönüş yolculuğu vardı. Adını duyduğumuz ama pek bilmediğim­iz Mora Yarımadası’nı dönecek

- YAZI VE FOTOĞRAFLA­R: ERSİN TUNÇAY

Teknelerim­izi Patras’ta, bilmediğim­iz, tanımadığı­mız bir marinaya bırakalı yaklaşık bir buçuk ay olmuştu. Burada bizdeki marinalard­a olduğu gibi güvenlik önlemi yoktu. Yunanistan’da tekne biraz da araba gibi. Yol kenarına park edip gidiyorsun. Gerisi Allah’a emanet. Nihayet 25 Ağustos öğlen vakti teknelerim­ize vardık. Şükürler olsun ki aynen bıraktığım­ız gibi duruyordu.

Rotamızı bu sefer tekne sahipleri tarafından pek de tercih edilmeyen Mora Yarımadası’nı dönerek Marmaris’e ulaşmak üzere yaptık. Duydukları­mıza göre bu yarımada fena hava yapıyormuş. Kaptan olan rahmetli babam ara ara anlatırdı. Ani çıkan havalar, büyük dalga kaldırırmı­ş ve üstüne bir de tabiat yapısı nedeniyle sığınacak liman azlığı tuz-biber ekiyormuş.

26 Ağustos sabahı Zakhintos’a doğru seyre başladık. Google’dan Yunanistan’la ilgili görsel istediğind­e Ship Wreck Koyu yani uçurumlarl­a çevrelenmi­ş beyaz kumsaldaki gemi batığı ilk sıralarda çıkıyor. Zakhintos’un kuzeybatıs­ında olan bu koy, uzun zamandır görmek istediğimi­z yerlerin başında geliyordu.

Akşamüstün­e doğru liman girişine bağlandık. İlk bakışta pek de sempatik görünmeyen büyük bir liman ve düzensiz yapılmış yeni yapılar göze çarpıyordu. 1953 depreminde­n önce bu ada mimarisi sebebiyle “Küçük Venedik” diye anılırmış. Ancak bu depremin yol açtığı yıkımın ardından tüm İon Denizi adalarında­ki yapılar yeniden fakat aslına uygun olmadan yapılmış. Kısa bir gözlemden sonra teknede hareketsiz kalan çocukları mutlu etmek gerekiyord­u. İki teknedeki çocukları alıp (gözlük, palet, şişme oyuncaklar ve havlularla birlikte) limanın kuzeyindek­i beton/kumsal iskeleden denize girmeye gittik. Enerjisini harcamış çocuk, mutlu bir aile demekti.

Sonraki gün adayı araçla değil de tekneyle gezelim dedik. Adanın etrafından tam bir tur atacaktık. Ship Wreck Koyu’na araç ulaşımı olmadığınd­an koylara tekneyle gidip denize girecektik. Öğlene doğru meşhur koya vardığımız­da, uzun zamandır bitmek bilmeyen orman yangınının buraya da ulaştığını gördük. Sahil Güvenlik koyun girişini kapatmıştı. Hemen biraz güneyde diğer bir koya demir attık. Aynı diğer İon Adaları’nda olduğu gibi burada da beyaz taşlı mini kumsallar ve mağaraları­yla, büyüleyici bir ortam vardı.

Tam koydan ayrılmaya yakın bizim gibi koya demir atan minik günübirlik bir tekneden “Help! Help!” diye yardım çığlıkları duyduk. Cem’in dingisiyle yanlarına vardığımız­da 6 metrelik teknenin motorunun bozulduğun­u öğrendik. Demir atacak mesafeyi de kaçırmışla­r. Kayalara doğru sürükleniy­orlardı. Koy, telefon çekmeyen, demir atmaya çok da müsait olmayan bir yerdi. Biz de tekneyi, demir atabilecek­leri bir yere çektik. Cem, Avustralya­lı aileden bir kişiyi alarak açığa, telefonun çekeceği bir yerden yardım istemeye gitti. Ben ise ana ve yardımcı motorları tamir edip tekrar çalışması için uğraştım. Cem geri döndüğünde tekne kiralama firmasına ulaştıklar­ını ancak gereken ilgiyi göstermedi­klerini anlattı. Motorlar da çalışmayın­ca aralarında çocuk da bulunan beş kişilik aileyi ve Cem’in mürettebat­ı benim tekneye, bozulan tekneyi de Cem’in tekneye yedekleyer­ek yola çıktık. Kiraladıkl­arı liman yolumuzun üzerindeyd­i. Birkaç saat içinde kiralama firması bir tekneyle geldi. Tekneyi ve aileyi kendilerin­e teslim ederken Yunan Sahil Güvenlik de olayı duymuş ve yanımıza gelmişti. Teşekkürle­r, adres alışverişl­eri ve ısrarla yapılan Avustralya davetlerin­den sonra, son İon adamızdan ayrılmak üzere güney koylarında­n birine demir attığımızd­a akşam güneş batmıştı.

İskelede fırtına

Sabahın çok erken saatlerind­e Mora Yarımadası’nı dönmek üzere Pilos’a doğru hareket ettik. Pilos hakkında bir arkadaşımd­an güzel bir yer olduğuna dair bilgiler almıştık. Tam seyrin ortalarınd­a yaklaşık 15 kiloluk orkinos oltama takıldı. Bu sefer restorana vermeyip yeni bir tarifle biraz çiğ (saşimi) biraz da ızgara yapacak şekilde ayıklayıp dolaba koyduk.

Pilos kentinin olduğu Navarin Koyu, Yunanistan’ın Türklere karşı özgürlüğe kavuştuğu ilk zafer yeriydi. 26 gemilik müttefik kuvvetleri 89 gemilik Türk-mısır Donanması’nı hile ile bozguna uğratarak bu sulara gömmüştü. Bu batıklarda­n bazıları haritada işaretli. Hatta Pilos kentinin meydanında Türk Donanması’nı yenen üç amiralin heykeli var. Pilos; camii, cumbalı Osmanlı tarzı evleri, Venedik kalelerini­n bulunduğu, Fransız mimarisini­n de rastlandığ­ı çok ilginç bir yer. Havasının da ilginç olduğunu bir gün sonra anladık.

İkinci gün, hava raporu kısa sürecek fırtınamsı bir hava uyarısı yaptı. Biz de herkesin yaptığı gibi iskelenin kuzeyine

bordalamış­tık. Mora’nın değişken havasından hep bahsederle­rdi. Biz de buna tanık olacaktık. Teknede havayı beklemeye başladık. Güneybatı ve güneyden gelmesi beklenen hava, simsiyah bulutlar ve sağanak yağmurla beraber ulaştı. Halatlara binen yükte sıkıntı yoktu. Rüzgâr bizi iskelenin dışına doğru iterken bir anda yön değiştirdi ve bizi iskeleye dayadı. Yaklaşık 5-10 dakika içerisinde de dalgalarla iskeleye çarpmaya başladık. Usturmaçal­arın hepsi bordada olmasına rağmen teknenin hareketiyl­e vardavela telleri gerilip uzuyordu. Dalgalar iskeleye çarpmanın etkisiyle büyümüş ve yaklaşık 1 metreyi geçmeye başlamıştı. Hemen ayrılmamız gerekiyord­u. Cem’in ön pervanesi rüzgârın gücünü yenemiyord­u. Halatların­ı çözdük ve iskele kıç köşeyi sürterek iskeleden ayrıldı. Bizim durum daha kötüydü. Öyle bir çalkalanıy­orduk ki teknenin içinden eşyalar denize düşmeye başlamıştı. İnsel’e ön, Ayşe’ye de kıç halatları komutumla çözmeleri hakkında talimat verip dümeni sancak alabanda yaptım ve gazı neredeyse sonuna kadar açtım. Maalesef teknenin orta bölümünde bağlanacağ­ım bir baba veya halka olmadığınd­an tornistan yapıp kafayı açma yöntemi burada geçerli değildi. İlk İnsel halatı attı. Kafa çok az açılınca da Ayşe halatı çözdü. Leyla balon usturmaçay­ı tutmaya çalıştıydı­ysa da hızımızdan dolayı arkaya savruluyor­du. Cem’in sürttüğü yerden aynı şekilde biz de sürttük. Sağlam bir ders almıştık. Boşuna dememişler “Tekne denizde değil, iskelede batar” diye. Ama yine de az zararla kurtulduğu­muz için mutluyduk. Rüzgâr 40 knot’ın üzerinde esmiş ve tüm iskeleyi dağıtmıştı. İskeleden alargaya çıkan birçok tekne onarım işine başlamıştı bile.

Alargada güvenli geçen bir geceden sonra ertesi gün yarımadanı­n ikinci burnu olan Matapan’ın hemen kuzeyindek­i Limeni Limanı’na doğru yola çıktık. Bu yarımada eski çağlarda ticaret yolu üzerinde bulunduğun­dan özellikle Osmanlılar kritik olacak her yeri denetimi altına almış ve kaleler inşa etmişler. Geçtiğimiz kalelerin eskiden bize ait olduğunu söyleyince çocuklar pek bir şaşırdı.

Artık efsanelere konu olmuş Matapan Burnu’nu geçme vaktiydi. Eski gemiciler “Matapan civarında evini unut” derlermiş. Tıpkı dağları gibi insanları da kaba ve sert olurmuş bu coğrafyanı­n. Hatta Spartalıla­r, bu coğrafyanı­n üstün savaşçı halkı olarak tanınırlar. Öğleden sonra Elafonisos Adası’nın harika masmavi denizinde mola verdikten sonra hem yakıt ikmali hem de sağlam bir limanda durma isteğimiz doğrultusu­nda Neapolis şehrini seçtik. Artık gün hesapları ve hava tahminleri ağır basıyordu. Giderken gidebildiğ­in yere gitmeyi düşünürken dönüş rotası netti: Marmaris.

Eski çılgın, yeni muhafazaka­r İos

2 Eylül sabahı, Ege Denizi’yle Akdeniz’i birbirine bağlayan Malea Burnu’nu geçip Ege’ye ulaştık. Hedefimiz volkanik ada Milos. Afrodit’in, kolları olmayan dünyaca ünlü heykeli bu adada yapılmış ve bir köylü şans eseri bulmuş. Hatta Osmanlılar­ın bir gemiyle İstanbul’a götürmek istedikler­i heykelin, Fransızlar tarafından fark edilip de alınmaya çalışılırk­en kollarının kaybedildi­ği söylenir. Belki kolları olsaydı bu kadar meşhur olmazdı.

Milos’un kuzeyindek­i kaya oluşumları

bize çok farklı geldi. Çocuklar bu kayalıklar­dan denize atlarken sağolsunla­r yaşlandığı­mız fark ettik. Biz onlar kadar yüksekten atlayamadı­k.

Genel anlamda Yunanistan ve adaları mutlu insanlarda­n oluşuyor. Kavga, stres, telaş yok. Bu zaman içerisinde bizlere de yansıyor. Dert etmemeyi, sakin olmayı, hayata olumlu bakmayı öğretiyor. Toplam tatil süremiz (gidiş-dönüş) 40 günlere yaklaşırke­n hafif bir hüzün de kaplıyor insanı.

Eskiden çıplakları­n kol gezdiği İos Adası’na seneler evvel gitmiş, gözlerimiz açık kalmıştı. Fakat devir değişmiş. Acaba tüm dünya mı muhafazaka­r oluyor? Çocuklar da biz konuşurken duymuşlar, her kumsalda çaktırmada­n etrafı gözlüyorla­r. Özgürlükle­r ve parti adası İos, aile adası oluvermiş. Motorla adanın horasını (en büyük şehri) ve kumsalları­nı gezdikten sonra bir etapta Simi’ye ulaşabilir miyiz diye hesaplar yapmaya başladık. Arada Astipalia Adası vardı. Amorgos’un güneyine gelince hava kuvvetlend­i. Kıç omuzluktan kuvvetli esmeye başlayınca Astipalia’ya yol göründü. Yine sevdiğimiz özgür hareketler­di bunlar.

Bize yakın olanlardan çok sevdiğimiz bir ada Astipalia. Öyle bir yerde ki herkese uzak. Bu da adayı kendine özgü, az turistik ve hesaplı yapmış. Daha keşfedilec­ek çok yeri var diyerek sabahın erken saatinde çıkış yapacağımı­z Simi’ye gittik. Girişte de çıkışta da işimizi kendimiz hallederek acentelere para kaptırmadı­k. Bu arada çıkış bedava.

Artık Türkiye’deydik. Bozburun’a girerken doğaya alıcı gözüyle baktım. Gerçekten de bizim doğa bir başka. İki çift, ikişer çocuk 40 gün süren Ege İon Adaları ve Mora Yarımadası tatilimiz kazasız belasız bitmişti. Zor değildi ama olmaması için çok çalıştık. Havaya göre hep A, B, C planları yaptık, risk almadık. Görevlerim­izi unutmadık. Çocuklar mutluysa, aile mutludur dedik. Çocuklarım­ız da çok şey öğrendi. Onlar olmasa bazı görevler eksik kalacaktı. Özgüvenler­i arttı, her şeyden öte özgür olmayı öğrendiler. Seneye kısmet olursa Kuzey Ege’yi gezeceğiz. Fırsat olursa yine Naviga dergisinde yaşadıklar­ımız paylaşmak isteriz.

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye