Poseidon
Aksonaca güzel bir gün
Aksonaca güzel bir gün
Bodrum’da deniz kültürü, deniz yaşamı, mavi yolculuk ve süngercilikten ayrı düşünülemez. Dünyanın en çileli mesleklerinden biri olan süngercilik de Aksona’dan ayrı düşünülemez. Mehmet Baş nam-ı diğer Aksona Mehmet, sadece Türkiye’de değil Avrupa ve Kuzey Afrika’da bilinen en son süngerci olarak UNESCO’NUN Yaşayan İnsan Hazineleri Ulusal Envanteri*’ne alınması için başvuru yapılmış bir isim. Anılarını anlattığı kitabı ve dergimize yazdığı yazılarıyla Naviga için ekipten biri olan Aksona, ‘Bir günü nasıl geçirir?’ dedik, düştük yollara.
“Bu bina 1834 yılında burada doğup büyümüş, halk arasında lakabı Küçükoğlan, Osmanbaşoğulları’ndan Mehmet tarafından mekan tutup yaşanılan ve bütün Baş sülalesinin yayıldığı yerdir. Bu bina tamamen doğal yapısıyla Aksona Mehmet tarafından günümüz şartlarına uygun, insanca yaşayabilmenin bir örneği olarak yukarıda isimleri yazılı atalarımızın anısına yapılmış olup sonsuza kadar burada yaşayacaktır. Burası bir deniz adamının hayallerinin gelecek nesillere yansıtılmasıdır. Yürekten dilerim, üç kuruşluk dünya malına ata topraklarını satıp talan eden gençlerimize örnek olur.” Aksona Mehmet
Aksona Mehmet ile gün, sabahın erken saatlerinde Yalıçiftlik'te başlıyor. Hep denizde görmeye alıştığım süngerci, bu kez geniş bir arazinin çevrelediği taş evinin önünde. Bahçe girişinde bir dalgıç, onun gözlerini alamadığı bir denizkızı heykeli ve yandaki yazının yer aldığı levha karşılıyor beni. Aksona ile önce araziyi dolaşıyoruz, bir yandan dev bir hortumla tek tek ağaçları suluyor. Kiminin yapraklarına bakıp ‘birkaç gündür uğramadım küsmüş bana' diye hayıflanıyor. Topladığımız incirleri yiyerek taş evin girişine geldiğimizde gölgesine sığındığımız ağacın 200 yıllık olduğunu söylüyor. Evet, gözümüzde maviyle bütünleşmiş Aksona uzun uzun ağaçlarından, topraktan ve ailesinden kalanları korumanın ona verdiği huzurdan bahsediyor. Evi yapmaya başladığı 2014'ten beri toprağı işlemek için her boş vaktinde buraya geliyor, ağaçlarını suluyor, büyüyen domates, biberi topluyor, her kazandığını buraya yatırıyor, ilerde de buranın müze gibi olacağını hayal ediyor.
İçerde her şey deniz kokuyor, aydınlatmalar süngerlerle çevrelenmiş, perdeler Aksona amblemli, deniz kabukları, fenerler...
Sayısız detay süngercinin imzasını her yere taşımış. Sabah kahvemizi yudumlarken, bu bölgenin adına Şan Tepesi dediğini söylüyor ancak şimdi belediye, sokağa Aksona adını vermiş.
Aksona Sokağı’ndan tırhandile
“Ne olacak toprak insanı topraktan, deniz insanı sudan yaratılır. Topraktan
olanlar toprağa dönerler. Sudan olanlar akıp denize karışırlar...” Halikarnas Balıkçısı
Kıvrıla kıvrıla gittiğimiz Yalıçiftlik yollarından geri dönüp marinaya, denize ulaşıyoruz. Süngercinin büyük teknesi Aksona Mancorna’dan dalış takımını alıp küçük tırhandile, Aksona’ya atlayıp Karaada’ya gideceğiz. Ağzında piposuyla balıkçı reislerini andıran süngerci, bir yandan anlatıp bir yandan hazırlanıyor. Kızı tatillerde yanlarına gelir gelmez denize çıkar, ona çok sevdiği istiridyelerle bir ziyafet çekmek için oralarda demirler, her seferinde elleri dolu dönermiş. 2011’de bir virüs ya da hastalığın etkisine giren kabuklular, süngerler ölmeye başlamış ve durum hâlâ devam ediyormuş, “Ne buluruz bilmiyorum ama bakarız artık” diyor Aksona, gözlerinde öfkeyle.
Tüplerle beraber tırhandile atlayıp yavaş yavaş limandan çıkıyoruz. Elinde yekesi, gözlerindeki öfke, denize çıkınca kayboluyor. Karadan uzaklaştıkça keyfi yerine geliyor. 1962 yapımı tırhandilin hikayelerini anlatmaya koyuluyor “Neler geldi neler geçti başından, dili olsa da konuşsa... Beş-altı kişi bu kadar teknede aylar geçirirdik. Samandağ’dan İğneada’ya kadar her yere gittik. Tonlarca sünger çıkarıldı, ihraç edildi. Kaç aile doydu.”
Şimdilerde küçük Aksona, görevi büyüğe devretmiş. Süngerci ile dalış ve yelken dolu bir hafta geçirmek isteyenler büyük tekneyle çıkıyor. Doğu Akdeniz ve Ege’nin tamamına gidebiliyor, “Benim yaptığım işin benzeri dünyada pek yok. Bunu ben söylemiyorum, dünyayı dolaşıp dalışa giden dostlarım anlatıyor. Bizim gezi tarzımız değişik. Doğal hayata uyumlu yaşamasını bilen, saygı duyan insanlar benimle çıkar. Burada lüks yok, geleneksel bir yolculuk var. Bayramda falan çıkalım demezler, eylülde ekimde gelirler.”
Şimdiki mavi yolculuk teknelerine kızdığını saklamıyor Aksona, beş yıldızlı otelleri deniz üzerine taşıdıklarını düşünüyor; “Yüzer otellerde jakuziler, kamaralarda televizyonlar, klimalar, yok yok. Adam ayağı kaysa teknenin en üstünden aşağı düşse bir tarafı kırılır, o derece denizden uzak bir yaşam. Nasıl denizi yaşamaktır, anlamıyorum. Issız bir koya demirliyorlar tekneyi, yakıyorlar gurcata lambalarını, direk ışıklarını... İçinde gezene mi kızarsın, gezdirene mi? Şehirden gelen insanlara direk ışıklarını mı seyrettiriyorsun yıldızlar diye!”
Konu denizdeki yozlaşmadan kaçınılmaz olarak karadaki betonlaşmaya geliyor. “Tavşanburnu’nda dağı deldiler beton yaptılar. Orası da teknelerin bağlandığı bir koydu. Günlük çıkarları uğruna doğal güzelliklerine bu kadar acımasız davranan bir millet olabilir mi? Çölleştireceğiz buraları da. Tarih bizi Anadolu’yu hunharca kullanan millet olarak yazacak. Aramızda bir deniz var, karşı kıyılarda bambaşka bir anlayış görüyoruz. 74 yılından beri Kalimnos’a giderim her şey aynı, evler, panjurları, nerdeyse evin önündeki saksı bile aynı yerde.” Aksona’nın gözlerindeki öfke geri dönüyor; nasıl dönmesin, onun doğduğu, büyüdüğü, bildiği Bodrum’dan geriye ne kaldı ki!
Neyse ki tırhandil Karaada’ya yaklaşıyor, zihnimizdeki kara bulutlar dağılıyor, buraya kadar bize eşlik eden motor sesi susuyor. Demir suya kavuşunca Aksona dönüp bana demir tararsa yapmam gerekenleri sıralıyor. Ardından dalış takımlarını giyiyor, tüpleri takarken gözleri parlıyor. Kendini suya bırakırkenki halinden çocuk gibi mutluluk
çığlıkları atacak sanıyorum. Belki de suyun altında atıyordur. Kabarcıklar kaybolurken, tırhandilin demir taraması ihtimaline karşı adayla aramızdaki mesafeye bakışlarımı kilitleyip Aksona’yı beklemeye başlıyorum.
Denizi küstürdük
Aksona döndüğünde filesinde birkaç kabuk görünüyor. Dalarkenki heyecanından eser yok. Ölü bir pina, fuska denilen kabuklulardan iki tane canlı bulabilmiş, aşağısının tamamen ölü kabuk dolu olduğunu söylüyor. Balıkçıların kopan ağlarını bırakıp gitmesinden dert yanıyor. Hayalet ağ adı verilen bu terk edilmiş ağlar, bulundukları kayadaki yaşamı öldürüyor, ağların içine hapsolan balıklar çürüyor.
Aksona zamanında bu ağları toplamak için mazot sponsoru aradığını ama çevre örgütlerinin bile yanaşmadığını anlatıyor. “Deniz, adama paylaşmasını öğretiyor. Denizi mahvetmeden ekmeğini çıkarırsan aç kalır mısın? Ama yaşam alanlarını yok eder, onları zehirlersen o zaman hiçbir şey kalmaz. Denizi küstürürsün. Kara da, deniz de büyük cezalar verecek bize. Ancak aborjinler gibi doğaya ve tüm şartlarına uyumlu yaşamayı bilenler kalacak. Arkasında soğuk zincirini, klimasını taşıyanlar, tüketime odaklı insanlar yok olacak.
Sünger yeni yeni tekrar oluyor derinlerde ama avcılığı yasak. Eriyip gidiyor. Süngerden muhteşem deniz adamları yetişir. Süngerciler olmasaydı mavi yolculuk olmazdı. Bu kültürü de yok ettik. Bodrum Yarımadası’nı düşün, her yer beton yığını. Bu evlerden her yıl kaç ton temizlik maddesinin denize karıştığını düşün. Bizi yönetenler ise denizleri korumak için sünger avcılığını yasaklayıp, teknelere Mavi Kart zorunluluğu getiriyor. Teknelerden organik atıkları alıp kanalizasyona karıştırıyorlar. Arıtma adı altında bir şeyden geçirip evsel atıklarla temizlik malzemeleriyle karıştırıp denize veriyorlar. Bu sistem denizi temiz tutmayı hedefleyen çevre örgütüyle beraber planlandı.
Ben somut olarak görüyorum, dalıyorum, kanalizasyonu görüyorum, çekiyorum. Yerleşim yerlerinin yakınında suyun rengini görüyorum. O yüzden bana bu yasaklarla denizi koruyoruz demesinler, denizi her şekilde kirletip tekneler demir atarak deniz çayırlarını öldürüyor demesinler.”
İkimizin de keyfi kaçıyor, sessizliği Aksona’nın motoru deliyor. Süngerci demiri toplamaya baş tarafa giderken elinde yeke ile sınavdaki öğrenci gibi terlemeye başlayan bana direktifler veriyor. Neyse ki tırhandil yolu biliyor, ben de onun sayesinde sınavı geçiyorum. Rüzgâr tasalarımızı alıp götürürken sohbet yeniden başlıyor. Mavi hayallerinden dem vuruyor süngerci, en çok uzak yolculukları, bir de Kuzey Ege’yi sevdiğini söylüyor. “Aksona’ya bakım yapıp makineyi Yanmar ile değiştireceğim. Seneye de öbür tekneyi oğlana devredip bununla Çanakkale’den başlayarak Gökçeada, Bozcaada, Ayvalık gezmek, istediğim yerlerde dalarak yaşamak istiyorum. Belki de Akdeniz’i dolaşırım çıkmışken...”
Aksona, Akdeniz’de gezdiği yerleri anlatırken yeni bir projenin de müjdesini veriyor. Türkiye ve Malta turizm bakanlığı destekli projede Aksona teknesiyle ve çekim ekibiyle Bodrum’dan çıkacak, Yunanistan, Adriyatik kıyıları, İtalya, Sicilya ve Malta’ya gidecek. Augusta’da denizcilik festivaline ve yelken yarışlarına katılacak. Seneye yapılması planlanan proje tam da Aksona’nın denizlerdeki 55. yılına denk geliyor.
“Dostluğun, barışın, medeniyetin denizden geldiğine inanan bir deniz adamıyım.
Akdeniz’in her yerinde gezdim ve Atatürk’ün yurtta sulh cihanda sulh felsefesi doğrultusunda sevgi tohumları ektik, bir gün gelir, inşallah bunlar başaklara dönüşür. Bir gün gelir Akdeniz barış ve dostluk denizi olur” diyor Aksona. Günbatımı Bodrum’u kızıla boyarken limana yaklaşıyoruz. Tırhandili yerine bağladıktan sonra denizin bugün bize verdiğine şükrederek birer fuskayı yiyoruz. Tırhandilden ayrıldıktan sonra Aksona Mehmet’in bizler için, Bodrum için, denizler için ne kadar önemli olduğunu düşünmeden edemiyorum. İyi ki Aksona var… İyi ki ailesinden kalan toprak için, ağaç için durmadan dinlenmeden çalışıyor…
İyi ki hâlâ tırhandili ile gerçek mavi yolculuk ruhunu yaşatıyor…
İyi ki Son Süngerci kitabıyla, şiir gibi konuşmalarıyla en önemli mirasını, anılarını bizlerle paylaşıyor...
“Son olarak da güzel ülkemin bütün gençlerine yazmalarını ve okumalarını naçizane öneriyorum. Çünkü ‘unutmayan tek şey kalemdir’ derler. Gezegenimiz üzerinde yüreği insan sevgisiyle dolu tüm güzel insanları, tüm zamanların sünger avcıları adına saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.” Son Süngerci, Aksona Mehmet