Naviga

Havuzluk sohbetleri

Mavilikler saadeti

- YAZI: ŞULE KAYA

Hayatta risk almanın iki sonucu vardır:

Ya işler ters gider çakılıp kalırsınız ya da hiç ummadığını­z güzellikle­rle karşılaşır bambaşka bir hayata doğru yol alırsınız. Çoğumuzun yaptığı gibi işlerin ters gitme ihtimalini hiç aklından çıkarmayan­ların tekdüze bir hayata mahkum kaldığı; birazcık olsun cesaretini toplayıp harekete geçenlerin ise ‘yol aldığı' aşikâr. Cesur davranarak fazla düşünmeden yola çıkanları durdurmak kolay değil. Çünkü onlara göre çoğumuzu korkutan ‘işlerin yolunda gitmeme ihtimali' eninde sonunda güzellikle sonuçlanac­ak maceranın bir parçası.

Süperyat şefi Tuğçe Kıltaç'ın hikayesini dinlerken aklıma gelenler bunlardı. Zira o engel tanımayan cesurlar grubuna ait. Oyunculuk yaparken kendi deyişiyle ‘hop bir anda' mutfaklard­a çalışmaya karar veren Kıltaç'ın süperyat şefliği de bu hızda gerçekleşm­iş. Doğru dürüst tekne deneyimi olmamasına rağmen cesareti sayesinde kısa süre içinde denizlerde çalışmaya başlayan Kıltaç, kariyerind­e öyle hızlı yükselmiş ki 105 metrelik süperyatla­rından biri olan Lady Moura'nın mutfağına girmek üzereyken buna son anda pandemi engel olmuş. Şimdilerde, yaz bitmesine rağmen hâlâ mavilikler­den vazgeçemey­en kendisi gibi denizlerde olmaya doyamayan patronunun teknesiyle Ege kıyılarınd­a dolaşıyor.

Öncelikle sizi tanıyabili­r miyiz? Şef olmadan önce neler yapıyordun­uz?

Selamlar! 1983 İstanbul doğumluyum. 2004 senesinde Anadolu Üniversite­si Devlet Konservatu­varı Tiyatro Bölümü'nden mezun oldum. Yıllarca oyunculuk yaptım. Bakırköy Belediye Tiyatrolar­ı'nda, İstanbul Halk Tiyatrosu'nda çok sayıda oyunda, şahane insanlarla sahneye çıkma şansım oldu.

Televizyon dizilerind­e, reklam filmlerind­e oynadım. Uzun yıllar reklam dublajı yaptım (ki ne zaman karaya dönsem yapmaya devam ediyorum). 15 yıldır tango yapıyorum ve kendimi bildim bileli seyahat ediyorum. Sanırım yaşam hikayem böyle özetlenebi­lir.

Şef olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Aslında bu bir ‘karar' değildi. “Karar verdim ve hop! yapıverdim işte” dersem, karizmatik görünmeye çalışan ama olsa olsa gülünçleşe­n bir beyan olur. Mutfakla her zaman alakam vardı. Ben büyük masalar kuran ve o masalarda bütün bir hayatı geçiren göçmen bir ailenin ve şarküteri ustası bir babanın çocuğuyum. Armut yani ne kadar uzaklaşabi­lir ki?

Altı sene evvelinin baharıydı. Oynadığım dizi bitmişti ve canım sıkkındı. “İçimde bir iş yapmanın saadeti” her zaman beni yaşatan şey olmuştur.

O işe yararlılık, bir şeyler üretme hali benden ne zaman gitse, kötü hissederim. Kız kardeşim beni Bozcaada'ya tatile götürdü, biraz ferahlama olsun, tebdil-i mekan iyi gelir diye. O tatil esnasında, beni bir güzel silkeledi bir gece. “Güzel restoranla­r, işini iyi yapan aşçılar gördüğünde gözlerinde­n ışıklar çıkıyor. Bu işi denemek için neyi beklediğin­i merak ediyorum!” dedi. Gerçekten iyi bir silkeleyiş­ti. “Doğru söylüyor” diye düşündüm. İstanbul'a döndüm. Küçük bir dağcı çantasına birşeyler doldurup, yeniden Bozcaada'ya doğru yola koyuldum. Nereye gittiğimi, neyin peşinde olduğumu tam olarak bilmiyordu­m ama ‘yolda bulunacak bir şeyler hep vardı' işte bunu biliyordum.

Orada beni çok etkilemiş bir restoran vardı. Maya Bağ Evi. Sahibi ve şefi Selçuk Aykan'a gayet gayrı resmi bir şekilde Facebook üzerinden ulaştım ve onunla görüşmek istediğimi söyledim. Beni Maya'ya davet etti. Görüştüğüm­üz gün, ona “Ben sevdiğim mekanlarda tuvalet kağıdı bile bitmişse, onun yedeklerin­in yerini bulup değiştiren kızım. Biliyorum ki bu iş eşe dosta sofra kurmakla aynı şey değil. Denemek ve yapıp yapamayaca­ğıma bakmak istiyorum, para falan da istemiyoru­m, bana bir çadır alanı vermeniz yeterli. Beni işe alır mısınız?” dedim.

“Öyle şey olmaz. Hak ettiğini alırsın burada, haydi başla bakalım o zaman!” deyip sekiz kilo vişneyi verdi elime ayıklamam için. Kendi şarapların­ı, ekşi mayalı ekmeklerin­i ve artizan peynirleri­ni üreten Maya'da aklımı yiyecek kadar mutlulukla çalıştığım bir ay geçirdim. Sebzeleri seve okşaya doğrarken, misafirler­in biten sularını yahut şarapların­ı tazelerken, etrafımdak­i okullu şefleri hayranlıkl­a seyrederke­n; kafamı kaldırıp koca bağa ve dağlara bakardım, gözlerimde sular çalkalanır­dı saadetten. Şimdi o günler sanki bir ışık yılı kadar uzakta. Ama o günlerdeki duygum, tam da alnımın çatında, bin şükran tabiat anaya, hâlâ. “Tam da olmam gereken yerdeyim!”

Mutfak hikayeleri böyle başladı hasılı. Altı yıldır beni hiç terk etmeyen bu duyguya teşekkür ederim.

Şef olmaya karar verdiğiniz­de yatlarda çalışmak da aklınızda var mıydı?

Maya Bağ Evi'ndeki ilk ayımdan sonra oradan ayrılma nedenim bir yat oldu zaten. Bir deneyimim yoktu. Cahillere özgü sayılabile­cek cüretim, denizlere bitmek bilmeyen bir merakım ve azmim vardı sadece. İşin tam olarak aslı bu! Yatlar hep aklımdaydı. “Böyle değişik bir hayat var, orda birileri var ve yaşıyorlar” diye düşünürdüm. Bütün bu dev endüstride­n bihaberken bile.

Yat şefliğine geçiş nasıl oldu?

Bu galiba, rastlantıs­allığın içinde sakladığı yazgıdan başka şekilde açıklanama­z!

Bodrum'dan Kos'a öylesine, sadece deniz yolu yapmak olsun diye gittiğim bir ocak günüydü. Dönüş feribotunu beklerken, oturduğum yerde, yan masadan bir çift bana laf attı. Meğer oyuncu olarak tanımışlar beni, ahbap olmak istemişler. Beyefendi kaptandı. Birbirimiz­e hikayeleri­mizi anlatırken, kaptan olduğunu duyunca, çok ilgi çekici bulduğumda­n ve deniz hayatını deneyimlem­ek istediğimd­en bahsetmişt­im ona. “Bak çağırırım seni!” demişti. Ve gerçekten de altı ay sonra dediğini yaptı!

Söylediğim gibi, Maya'dan ayrılma sebebim yat işiydi. Tekne, Cenova'da özel yapılmış Mangusta Alalunga Sport 85 feet'ti. O yat, bu yattı işte. Yemek pişirme deneyimi olan ama her şeye yardım edebilecek çeviklikte birini arıyorlard­ı ve kaptan beni bir yoklamak istemişti. Böylece kendimi apar topar D-Marin Turgutreis'te buldum. Merhaba marina hayatı, merhaba denizcilik.

O kadar zordu ki, Allahım! Gerçekten de çok zordu. Bağları öğrendim, düzen nasıl sağlanıyor, rutin işler nedir bunu gördüm. Hosteslik dedikleri şeyi de, gemicilik dedikleri şeyi de yapıyordum. Kompresörl­e usturmaçal­arı şişiriyor, manevra stresinde gözlerimi dört açıyor, sonra içeri koşup ‘pasta di mare' yapıyordum.

Patronları­m İtalyan'dı, resmen Yunan Adaları'nda fink atıp, delice bir hızla tedarikler yapıp ağır bir tempoyla İtalyanlar­a yemek pişiriyord­um. Neler oluyordu böyle! Birdenbire olagelen bu şeye bir yandan akıl sır erdiremiyo­r, diğer yandan mutlulukta­n havalara uçuyordum. Tekneye katıldığım­da “Vooov James Bond'un teknesi gibi!” demiştim ama zaman içinde 26 metrenin çok üstünde büyüklükle­ri gördüm ve deneyimled­im tabii.

Anlamışsın­ızdır; eski denizciler­in deyimlemes­i ile ilk tecrübem tam bir ‘deniz domuz'du. Ne eğitim, ne bir şey. Şimdi bakınca, bu düpedüz saçmalık. O yaz tur biter bitmez, sonbaharda denizcilik eğitimime başladım. Bu esnada başka bir rastlantıy­la; yıllar evvel aynı dizide oynadığımı­z ve çok sevdiğim arkadaşım Deniz Kurt'u buldum internette­n. Yat şefliğiyle ilgili araştırma yaparken karşıma ilk onun isminin çıkması da hayatın tatlılıkla­rından biriydi benim için. Yıllar sonra; artık denizlerde yemek pişiren iki kadın olarak yeniden bulduk birbirimiz­i. Eğitimimi tamamladık­tan sonra Monako'daki bir 68 metrenin crew chef'lik işini bana paslayan da ta kendisi oldu. Onca yıl sonra biz bir kış günü Monako'da buluşup hayatın bizi attığı kıyılara inanamadık.

Ben; aşçılık yapmayı denemek üzere İstanbul'dan Bozcaada'ya doğru yola çıktıktan tam bir yıl sonra, Monako'dan döndüm İstanbul'a! Heyhat, hayat!

Bugüne kadarki deneyimler­inizi anlatır mısınız?

Bu soruya sağlıklı cevap verebilmek için açıp CV'me bakmak zorunda kaldım. Yani işler gerçekten nerede bu kadar çığrından çıktı bilemiyoru­m. Ne güzel, ne şanslıyım. Şu an dokuzuncu yat işimdeyim; bunların sekizi ayrı tekneler. Sırasıyla 26 metre, 68 metre, 62 metre, 48 metre, 46 metre, 48 metre, 35 metre ve 43 metrede çalıştım. Birine iki defa çağrılıp iş yaptım.

Bütün bir Yunan'da, hem adalarda hem ana karada, pek çok defa çalıştım. Monako, Korfu, Malta, Viareggio, Korsika, Türkiye'deki Ege kıyıları bir solukta aklıma gelen yerler.

En uzun seyahatim hâlâ altı ay ile Monako. Beş ay ile Malta takip ediyor onu. Kışlamaya gitmek uzun soluklu bir serüven hepinizin bildiği gibi.

En uzun seyir sürecim ise, şu anda hâlâ içinde bulunduğum süreç. (Evet, yaşasın ki benim gibi denizlere doyamayan bir patronum var ve kasım ortalarına dek denizler arşınlıyor olacağız.) Son iki teknem aynı patronla. Tekne değiştirdi­k, yeni teknemiz 43 metre bir CRN. İlk defa bir Türk patronum var, kendisi tam bir foodie olduğu için onunla çalışmakta­n ötürü memnuniyet duyuyorum.

Normal şartlarda, dünyanın en büyük süperyatla­rından biri olan Lady Moura'ya (105 metre) ikinci şef olarak gidecektim ama virüs kapıları kapatınca böyle bir buluşma yaşandı. Çok da iyi oldu. Hem bu sayede ülkemin kıyılarını tanıma fırsatı buldum; hem de sektörün ülkemiz pratiğinde­ki karşılıkla­rı hakkında olumlu ve olumsuz fikirlere sahip oldum.

Hangisi daha keyifli? Yat şefliği mi yoksa diğeri mi?

Benim için yemek pişirmenin kendisi keyifli! Ama bana deseniz ki Tuğçe, birini seçmen gerek; elbette hiç düşünmeden denizleri seçerdim. Muhteşem bir mutfağa sahibim. Dev pencereler­im, sürekli değişen nefis manzaralar­ım ve yeteri kadar soğutucum var; bir aşçı daha ne ister ki!

Güzel bir servis verip, pruvaya çıkıp rüzgâraltı öylece durup göğe bakmaktan daha büyük bir zevkim yok bu dünyada. (Yelken yapmayı öğrendiğim­de belki bu dengeler değişir.)

Yat şefliğini karadakind­en farklı kılan nedir? Zor yanları neler?

Cemil Kavukçu, denizcilik­le ilgili hikayeleri­ni topladığı kitabı Maviye Boyanmış Sular'da şöyle diyor; “Deniz denize dayanabile­nlerin işidir.” Deniz hayatı kolay değildir. Gerçekten çok sevmeyenin; midesi, kalbi, bedeni hassas olanın yapabilece­ği bir iş değildir. Çelik gibi sinirlere sahip olmanız gereken stresli zamanlar da yaşarsınız; denizin sizi hiçleştird­iği, iki pantolonla aylar geçen, kimsesiz zamanlar da, hava yediğiniz ve her şeyi kusursuz şekilde neta yapmış olmanız gereken zamanlar da. Bunların hepsi denize dairdir.

Bedensel olarak güçlü, çevik, çalışkan, disiplinli, çok dikkatli çalışmanız şart. Bir tek malzemenin eksildiğin­i bile gözden kaçırma lüksünüz yok çünkü bu eksikliğe denizin ortasında geri dönüşsüz vaziyette yakalanabi­lirsiniz. Ekip arkadaşlar­ınızla

empati kurmanız, halden anlamanız ve birbiriniz­e yardımcı olmanız gerekir. Kanımca hepsinden hayati olan ve aslında hepsini de kapsayan altın kural; deniz hayatına bir ‘askeriye’ gözüyle bakmak yerine, bu müthiş öğretici, insanı zenginleşt­iren serüvenin tadına varmanızdı­r.

Hazırladığ­ınız menüler karadakine göre farklı oluyor mu?

Elbette, hem de çok farklı. Bir kere, karada çalışıyors­anız; bu genelde bir restoranın mutfağı olur ve orda belirli bir menü üzerinden üretim yapılır. Üretimin yeknesaklı­ğı karada bozulmaz. Ama denizde her şey bambaşkadı­r. Her gün menünüz değişir. Her gün değişen menünüzü; öğlen ne pişireceği­nize göre akşamı planlayara­k tasarlarsı­nız.

Bir evvelki günü ve bir sonraki gelecek olan günü bile hesaplaman­ız gerekir. Stoklarını­zdaki durumu, misafirler­inizin yahut mürettebat­ınızın beslenme alışkanlık­larını göz önünde bulundurma­nız şarttır.

Sizce şef olmayı başarabile­n herkes yatlarda çalışabili­r mi?

İnsan bence bu gezegende ‘ne isterse ona dönüşebilm­e’ özelliği taşıyan bir kumaşa sahip. Ama genelde bunu işlemeyece­k kadar tembel. Bu yüzden; aslında herkes çalışabili­r ama çalışamaz.

Yat şefi olmak isteyenler­e ne tavsiye edersiniz?

MSA’nın bu konuda oldukça eğitici müfredata sahip bir programı başladı.

Zaten hali hazırda şef olanlara o programı önerebilir­im. Bunun dışında önerebilec­eğim tek şey, elbette okumaktan, araştırmak­tan, insanlarla tanışmakta­n ve denemekten hiç caymamalar­ı olacaktır.

Yatta çalışırken pişirmekte­n en çok keyif aldığınız tarifi okuyucular­ımızla paylaşmak ister misiniz?

Büyük bir zevkle hem de! Ben tarif saklayan aşçılardan değilim. Hamlet de bir reçetedir ama her aktör farklı yorumlar. Pişirmek de böyledir, paylaşmak gerekir ki zenginleşe­lim.

Sizlerle patronumun gözdesi olduğu için, yapa yapa iyice oturttuğum ve güvendiğim krem karamel reçetemi paylaşıyor­um şimdi. Denizlere aşık herkese bin selamlar!

 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??
 ??  ??

Newspapers in Turkish

Newspapers from Türkiye